Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 26, 2024

Halkı Müslüman Olan Ülkelerin Yönetimi Niçin İslamî Değildir?

Kur’an’da devlet yönetiminin şekli hakkında herhangi bir ayet yoktur. Yönetim şekli yerine Kur’an’da genel prensipler vardır. Adalet, istişare, işi ehline vermek, iyilikle muamele etmek gibi hukuki ve ahlaki ilkeler belirlenmiştir.

Kur’an’da devlet yönetiminin şeklinin belirtilmemiş olması, İslamın evrensel, yani bütün insanlara ve bütün çağlara hitap etmesinden kaynaklanmaktadır. Onun içindir ki Allah, sadece ilke/prensip belirler, gerisini her çağdaki insanlara bırakır.

Evet İslam, kimlerin işbaşına getirileceği ve ülkeyi yöneteceği ile ilgili isimler (Kureyş gibi) üzerinde durmaz; sadece kaide ve kural belirler. Yönetenlerin işinin ehli olmasını, istişareye önem vermesini, hak ve adaleti hakim kılmasını, ülkenin –maddi manevi- kalkınmasına önem vermesini, her türlü haksızlık ve zulmü önlemesini ve sorumluluk bilinciyle hareket etmesini ister.
Yaptığımız analizlere göre, vahye muhatap olan Nebi as, elçilik görevi yanında insanların siyasi, hukuki, sosyal ve ekonomik işlerini de üstlenerek bir anlamda “başkanlık” da yapmıştır.

Mekke’de insanların basit denilebilecek bir takım işlerini çözüme kavuştururken, Medine’de cami ve eğitim-öğretim hizmetlerini yürütmek, diğer inanç sahipleriyle ortak yaşam için sözleşmeler yapmak, savaşları yönetmek, yargısal/hukuki işlemleri çözmek, vergiler/zekat toplamak, hac işlerini organize etmek, valiler atamak, şehir (belediye) hizmetlerini yaptırtmak gibi daha kapsamlı işler yürütmüştür. Kısaca, bir devlet başkanı gibi -küçük çaplı da olsa- İslam toplumunun yönetimini de üstlenerek –o tarih için- en mükemmel yönetim şeklini bir model olarak ortaya koymuştur.

Nebi as’dan sonra maalesef Kur’an’a ve Resul’ün yönetim sistemine uygun “kalıcı” bir yönetim şekli çıkarılıp sistemleştirilemedi. Nebi’nin vefatının hemen ardından –daha cenaze yerde iken- Ensar (Medineliler) ile Muhacir (Mekkeliler) başkan seçmek için Beni Sakife mahallesinde karşı karşıya geldiler. Nebi’nin ailesi (Haşimoğulları) vefatın getirdiği psikoloji ile yıkılırken ve ne yapılması gerektiğini düşünürken, diğerleri bir an önce bir emir/başkan seçmek için çoktan harekete geçmişlerdi.

Ensar Muhacir tartışmasında “kureyşlilik” kazandı. Maalesef öteden beri devam edip gelen “kabilecilik” ön plana çıkartıldı. Nebi’nin en yakın arkadaşlarından bazıları “Kureyş kabilesinin bütün kabilelerden üstün olduğunu” vurgulayarak başkanlığın öncelikle onların hakkı olduğunu dile getirdiler ve Kureyşten biri olan Ebu Bekir’i başkan seçtiler.

Halbuki Nebi as, kabilecilik, asebiyetçilik, Arapçılık, krallık, meliklik, milliyetçilik gibi “tarafgirlik” fikrini ortadan kaldırmıştı. O, bütün insanları “tarağın dişleri gibi eşit” görmüştü. Öyle ki azatlı kölenin oğlunu bir birliğin komutanı ve yine hür bir kadını azatlı köle ile evlendirmeyi sağlayabilmişti.

2020 yılının paradigmasıyla o tarihlere baktığımızda işin şeklinin (başkan/emir/halife seçmenin) yanlış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Halbuki Nebi as vefat eder etmez, ehl-i beyti (ailesini) dinlemeliydiler. İstişare ile Nebi’nin cenazesi kaldırılıp taziye bitikten sonra, kalıcı bir yasa hazırlamak için bir “bilim/hukuk şurası” seçmeliydiler. Bu şuradan biri onlara başkanlık etmeliydi. Yasa hazırlandıktan sonra seçime gidilecekti ve böylece hazırlanan yasaya göre Müslümanlar/ümmet adilce yönetilecekti.

Kim bilebilir; Nebi as hastalandığında, “Bana bir kağıt kalem getirin” isteği dikkate alınsaydı, belki de şunu yazdıracaktı: “Ben vefat edersem, hemen kendiniz ve dünyaya örnek olmanız için bir yasa (yönetim şekli) hazırlayın. Yasa hazırlanana kadar ……… (falan kişi) Müslümanlara başkanlık etsin. Sonra hazırlanan yasaya göre başkan ve yönetimini seçer ve benim yönettiğim gibi yöneterek hayatınıza devam edersiniz. Unutmayın! Bu yönetimin yapacağı ilk çalışma, Kur’an’ı musahaf haline getirmek olacaktır.”

Bütün bunları şunun için dile getiriyoruz: Eğer başta Kur’an ve Nebi’nin ilkeleri akl-ı selimle dikkate alınarak kalıcı bir yasa/yönetim şekli belirlenerek işletilseydi, bugün Müslümanlar dünyada birinci sınıf olurlardı ve bütün dünyaya adalet götürürlerdi; ama maalesef öyle olmadı.

Yasa/yönetmelikler hazırlanmadan Ebu Bekir aceleyle bir grup tarafından başkan seçildi. Sonra kendi yerine Hz. Ömer’i atadı. Ömer de altı kişilik bir kurulla Hz. Osman’ı seçtirdi. Sonra Hz. Ali daha geniş bir konsensüs ile başkan seçildi.

Hz. Ebu Bekir hariç diğer üç başkan/halife, kanunsuzluk ve kanunsuzluğun getirdiği tedbirsizlikten/emniyetsizlikten dolayı görevdeyken haince öldürüldüler. Koca İslam devletinin başkanları emniyetsiz/korumasız -tabir uygunsa- elini kolunu sallayarak dolaşabilirler mi? Halbuki yüz yıllardır kabileciliğin ve bedeviciliğin hüküm sürdüğü topraklarda böyle hareket edilmesi son derece sakıncalıydı.

Evet, Nebi’nin ashabı/arkadaşları başta yasa yapmamakla (yani ilk düğmeyi yanlış bağlamakla) hata işlediler. O hata sonucu, Hz. Ali’nin Hariciler tarafından ortadan kaldırılmasıyla maalesef Müslümanların yönetimi Şam valisi Muaviye’ye kaldı. O da daha sağlığında baskıyla oğlu Yezid’i başkan/kral seçtirerek tekrar krallığı (babadan oğula geçen), yönetim şeklini getirdi. O gün bugündür Müslümanlar bir çeşit krallıkla “ben” ile yönetilmeye devam etmektedirler.

On dört asırdır “ben yönetmeliyim” kavga ve savaşını sürdürmektedirler. Gücü bulan hemen diğerini devirmeye (ihtilal yapmaya) kalkışıyor. Bir türlü tam bir İslam adaletine (demokrasisine) geçemediler. Sözünü ettiğim demokrasi, bana göre Hakk’ın emrinde ve halkın hizmetinde olan sistemdir.

İnsanların kanunsuz/yasasız bir arada medenice/insanca yaşayamayacaklarını İngiltere 1215 yılında fark ederek MAGNA CARTA (Büyük Özgürlükler Sözleşmesi) adıyla bir yasa hazırlayarak sistemli bir yönetime geçmişti.
Ardından 1781 yılında ABD daha kapsamlı bir anayasa hazırlayarak dünyaya örnek olmuştur. 1786 da Osmanlı yönetimi de Kanun-i esasi adıyla bir çeşit yasa hazırlayarak kısmen de olsa bir düzene geçmişlerdi.

Bir ülkenin İslam adaletiyle yönetilmesi için yazılı yasa şarttır; ancak tek çözüm değildir. Yazılı yasayla birlikte demokrasisinin sağlıklı işletilmesi gerekir. Yönetenlerin halkın seçimiyle işbaşına getirilmesi gerekir. Bunların da ehliyetli, liyakatli, dürüst, adil, sorumluluk bilinciyle hareket edip etmediği bir “üst siyasi ahlak kurulu” tarafından mutlaka denetlenmelidir.

Maalesef 21. Asırda olmamıza rağmen halkı Müslüman olan ülkeler -İlahi Kur’an kitabına sahip olmalarına rağmen- dünyaya örnek olabilecek bir siyasi/idari bir sistem ortaya koyamadılar ve her yönüyle dünyanın gerisinde kaldılar. Zaten “İslamilik endeksi”ne göre ilk 40’ta hiçbir İslam ülkesi yer almamaktadır. İlk 50’de de sadece dört ülke vardır.

İslam ülkeleri -çağın diliyle söylersek- demokrasiden bir hayli uzaktadırlar. Kısmen de olsa bugün Tunus, Senegal, Arnavutluk, Endonezya, Malezya, Bangladeş, Bosna Hersek ve Türkiye’nin demokrasi ile yönetildiğini söyleyebiliriz.
(Kaldı ki Türkiye İslam Ülkeleri arasında 10. Sırada ve 1. Sınıf değil, ancak 4.5 sınıf bir demokrasiye sahiptir. Kaynak: Ülkelerin demokratik performanslarını ölçen FH)

Evet, bunları analiz edip dile getirmemizin nedeni, Müslümanların geçmişteki hatalardan ders almaları ve birinci sınıf adalete sahip olmak için çaba sarf etmeleridir. Dilerim Müslümanlar -ellerinde Kur’an kitabı olmasına rağmen- dünyaya neden ve niçin örnek olamadıklarını tez elden görüp harekete geçerler.

Selam ve muhabbetlerimle…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir