Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Pazartesi, Nisan 29, 2024

Bürokrasi Konseyi Kazandı CHP Değil!

2016 yılında başlayıp 2019 yılında ciddi şekilde örgütlenen Bürokrasi Konseyi ilk zaferini elde etti. Türkiye’nin politik geçmişinde bugüne kadar kullanılmayan bir kavramı ilk defa kullandık. Bürokrasi Konseyi nedir?

Bürokrasi Konseyi’nin sosyal ve politik gerçeğini göz ardı edildiğinde CHP’nin Türkiye toplum yapısında bir başarı elde ettiği düşünülebilinir? Bu gerçeği görmeyen ulusal medya ve politikacılar “CHP 77 yıl aradan sonra ilk defa birinci parti oldu” manşeti atanların unuttuğu bir gerçek vardı.

Bu başarı iki boyutludur. Bu başarının mutfağında Bürokrasi Konseyi vardır. Ve Bürokrasi Konseyi’nin kararlarının topluma yansıması ile sandığa gitmeyen ya da geçersiz oy kullanan sitemkâr vatandaşlar vardır.

YSK’nin verilerine göre 31 Mart Mahalli İdareler Genel Seçim’inde oy verme işlemleri tamamlandı. 61 milyon 430 bin 934 seçmenin bulunduğu Türkiye’de yalnızca 48 milyon 256 bin 541’i sandığa giderek oyunu kullandı. Kullanılan oylardan 46 milyon 46 bin 499’u geçerli sayılırken, 2 milyon 210 bin 42 oy ise geçersiz olarak tutanaklara kaydedildi. Seçimlere katılım oranı ise yüzde 78,55 olarak kayıtlara geçti.

Yaklaşık 15 milyon vatandaşın politik tercihi sandıklara yansımadı. Bugüne kadar birçok Avrupa ülkesinden daha fazla oranla sandığa giden vatandaş neden bu seçimde sıra dışı bir politik tercih gerçekleştirdi?

Aslında ülkemizde 31 Mart günü yapılan seçim bir yerel yönetim seçimi değil bir erken seçim çağrısının zemini hazırlamaktır. Bunun en büyük göstergesi Kemal Kılıçdaroğlu’nun formel ve açık masa girişimi Ekrem İmamoğlu tarafından informel ve ketum ve de meşru olmayan pazarlıklı bir masa girişimi gerçekleşti.

CHP’li politikacılar tarafından yapılan kirli pazarlıklar ulusal medyada görsel ve basılı olarak gündeme taşındı.

Kaldı ki ülkemizde CHP’nin oy oranı dinamik değil statik ve kemikleşmiştir. CHP’nin kemikleşmiş statik politik destek oranı en fazla %27 bandında gerçekleşmiştir.

Biz asıl üzerinde durmamız gereken konuya başlayalım. İlk önce şunu belirtelim. 31 Mart seçimi hazırlıkları Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın % 52 oy çokluğu ile kazandığı seçimden sonra ivedilikle başlamıştır.

Tüm stratejiler İstanbul tekrar kazanılınca “İstanbul’u temsil eden Türkiye’yi temsil eder” algısı üzerinden bir erken seçim çağrısı yapılacaktır. Ben daha çok bu yazımda Bürokrasi Konseyi’nin bu seçim sonuçlarına etkisini ele almak istiyorum.

Özellikle 2021 yılından sonra Türkiye’de Bürokrasi üzerinden bir Fiyat Savaşları başlatıldı. Evet küresel boyutta mal ve hizmetlerin maliyetinde %50 ile ile % 100 arasında bir fiyat artışı yaşandı.

Oysa ülkemizde özellikle dayanıksız temel tüketim mallarının raf fiyatları en az 10 kat bandında fahiş ve mesnetsiz şekilde artırıldı. Ve bu artış karşısında bürokrasi sadece sembolik cezalar ile fiyat artışlarını meşrulaştırdılar. Fiyat artışları ilk önce araç ve akabinde gayrimenkul ile başladı sonra dayanıksız temel tüketim malları ile tavan yaptı.

Devletin vatandaşına verdiği hizmetler için maliyeti neredeyse sıfır olmasına rağmen “Değerli kâğıt” adı altında fahiş zamlar yapıldı kim yaptı? Bürokrasi, bunun suçu kime kalacaktı Recep Tayyip Erdoğan’a istenilen neydi tam da bu …

İvedilikle Türkiye Bürokrasi Konseyi gerçeğini kabul etmek ve bunun için ciddi tedbirler almak zorundadır. Bu gerçek kabul edilmez ve ivedi tedbirler alınmazsa ciddi boyutta sadece iç güvenlik tehdidi değil dış güvenlik tehdit olarak da karşımıza çıkması kaçınılmaz olacaktır.

Ülkemizde 31 Mart seçimlerinde bir parti sanıldığı gibi 77 yıl aradan sonra birinci parti olmamıştır. Bürokrasi Konseyi’nin kararlarının topluma yansıması olarak politik küskünler bu seçimin sonucunu belirlemiştir. Bu elbette sadece emekli kitlesi değildir. Hatta benim öngörüm emeklilerin seçim sonucunu %5 bile etkilediğini düşünmüyorum.

Dua edelim bu strateji Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde beklenen sonucu vermedi. Daha seçim gündemde değilken Ekrem İmamoğlu’nun sürekli gündem ettiği ve dillendirdiği “Temsil etme” kod ve motifi asla masum değildir. Ve yerel yönetimlerin temsil hakkı olmadığının kamuoyu ile paylaşılması gerektiğini gerekirse ilgili mevzuatta güncelleme yapılması zorunluydu. Aylar önce bunu “İmamoğlu Türkiye’yi Temsil Ediyor(!)” bu başlıkla gündem edip ele almış ve bu tehlikeye dikkat çekmiştim.

Bugün dikkat çektiğim tehlike artık çok uluslu organizasyonlar ve şirketler tarafından finanse edilerek Türkiye’de Fiyat Savaşları’ndan sonra “Güç Savaşları” başlatılacak. Güç Savaşı için kullanılacak kod ve motif “Temsil” kavramı olacaktır. Nüfusu ne kadar çok olursa olsun hiçbir yerel yönetim başkanının temsil hakkı yoktur. Yerel Yöneticiler temsil için değil hizmet için seçilir.

Yine Yerel Yöneticilerin tüm hakları ve sorumlulukları 1982 Anayasasına göre; yerel yönetimler (mahalli İdareler); “il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir. Yerel yönetimlerin kuruluş ve görevleri ile yetkileri, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak; 1984 tarih ve 2972 sayılı Mahalli İdareler İle Mahalle Muhtarlıkları ve İhtiyar Heyetleri Seçimi Hakkında Kanun, 1981 tarih ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu,2005 tarih ve 5302 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu, 2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu, 2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu, 1924 tarih ve 442 sayılı Köy Kanunu ve 2005 tarih ve 5355 sayılı Mahalli İdare Birlikleri Kanunu ile düzenlenmiştir.

Bir ülkede “Benim halkım” kelimesini aidiyet olarak kullanmak sadece o ülkenin Cumhurbaşkanına aittir. Hiçbir yerel yöneticinin ve mülki amirin “Benim halkım” kelimesini kullanma yetkisi yoktur.

Gönül isterdi ki 2022 yılında bu soruna dikkat çektiğimde bu konuda hem mevzuat güncellemeleri hem de kamuoyu bilgilendirmeleri yapılmış olsaydı.

Yerel yöneticiler her ne kadar bir partiyi temsil ederek seçilseler de seçilip başkan olduktan sonra hukuk ile sınırları çizilmiş bir kamu tüzelkişileri olduğu için devletten bağımsız değil bilakis tüm iç ve dış iş ve işlemler için devletin ilgili makamlarına haber vermek ve izin almakla sorumludur bu bir tercih değil bir hukuki zorunluluktur.

Öngörüm önümüzdeki aylarda alışkın olmadığımız Eyalet hatta Kanton tarzı yönetimlerin telkini yapılacak ve hem çok uluslu organizasyonlar hem de küresel medya tarafından desteklenerek…

Aslında İmamoğlu’nun medyada yankı bulan “Birlikte çalışalım” sanıldığı kadar masum olmayan bir ifadedir. Bir toplum bilimci ve uluslararası ilişkiler uzmanı olarak E. İmamoğlu’nun kullandığı “Birlikte Çalışalım” ve “Tam Yol İleri” ifadeleri” ifadeleri bireysel iyi niyet ifadeleri asla değildir. Bunun için müstakil bir yazı kaleme alacağım fırsat bulduğumda…

İlki bir yerel yönetici bir rakip değildir tüzel kişiliğe sahip devletin bir çalışanıdır. Birlikte çalışmaktan hatta düzelterek yazalım devletin belirlediği sınırlar içinde çalışmaktan başka yerel yöneticilerin tek seçenekleri yoktur…

Bürokrasi Konseyi ilk önce “Derin Kaos” olarak ifade edilen homojen özelliklere sahip kitleler arasında ciddi güven sorunu ve kabinde bir hesaplaşma planlıyor. Derin Kaos’un sinerji ve enerjisi ile ise heterojen özelliklere sahip “Sokak çatışması” dediğimiz ve domino etkisi ile etkin ve yaygın hale gelecek “Genel Kaos” planından sonra…

Bu toplumsal çatışmadan istediklerini elde ettiklerinde “Yetkinin Paylaşılması” gündeme gelecek. Belli yerlerde sözde referandumlar yaptırılarak “Halk bunu istemiyor, şunu istiyor” algısı ile eyalet ya da kanton şeklinde tartışmalar başlayacak…

Öngörüm önümüzdeki birkaç ay içinde Bürokrasi Konseyi’nin görüştüğü ve kirli pazarlıklar yaptığı milletvekilleri ve politikacılar kulvar değişikliğine gideceklerini açıklayacaklar…Bu bireysel bir tercihten öte politik şantaj ya da blöfler…

Tabii hemen ifade edelim , Bürokrasi Konseyi üzerinden soft ve dip bir kalkışma stratejisi peşinde olanlar gerçekten Türkiye’nin ve özellikle Recep Tayyip Erdoğan’ın karizmatik gücünü hayal bile edemiyorlar…

15 Temmuz kalkışmasında toplumun beklediği bürokrasi depremi üçüncü soft Bürokrasi Konseyi’nin kalkışmasından sonra artık ivedilikle gerçekleştirileceğine inancım kesindir…

Bürokrasi Konseyi’nin kalkışmasından sonra Erdoğan’ın ulusal temsil yetkisi uluslararası temsil yetkisi ile taçlanacaktır…

Tabii bunun için ivedilikle çözülmesi gereken bir darbe meyvesi olan 12 Eylül 1982 Anayasa’nın ilgası olup toplumun ihtiyaçları ve toplumun değerlerine göre günümüz ihtiyaçlarını karşılayacak bir Anayasa’nın Temmuz ayından sonra etkin ve yaygın olarak başlatılması olacaktır…

Bundan sonra yazacaklarım sizin de bildikleriniz olacağı için bu yazıyı burada noktalayıp sabrınızı daha fazla zorlamak istemiyorum…

NOT: Bürokrasi Konseyi neden bugüne kadar dillendirilmedi çünkü ülkemizde politika haber ajanslarının hinterlandı kadar olduğu için …Bu kavrama birçok kişi bir uydurma kavram olarak bakacak olsa da … Bir gün toplumsal hafıza bu gerçeği teslim edecektir…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir