Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 27, 2024

Kuarmo

Son zamanlarda asabı bir hayli bozuktu. Niye? İşler iyi gitmiyordu. Sosyal ve ekonomik gidişat bozulmuş ve her şey kötüye gitmeye başlamıştı. Sadece eşya olsa, insanlarda da kalite düşüklüğü almış başını gitmişti.  Birileri bir şey yapmalı diye düşündü. O biri niçin kendisi olmasındı. İşleri düzeltmenin iki yolu vardı. Birincisi iyiyi görmek, göstermek ve yaygınlaştırmak; ikincisi ise iyiler arasından kötüleri seçip ayıklamaktı. İkinci yol sanki daha olabilir gibi geldi; aklına yattı, zihnine yer etti. Zaten test sınavlarında da, dört yanlış tespit edildi mi, bir doğru bulunabiliyordu. Biraz zahmetli ve dolambaçlıydı ama oluyordu. Peki yanlışı ve kötüyü nasıl seçip ayıklayacaktı? Seçmek için önce tespit gerekirdi.

Günlerce düşündü, sonunda karar verdi. Önce kötüleri ve kötülükleri tespit etmesi gerekiyordu. Kötülük kusur ile başlardı öyleyse ilkin kusurları tespit etmeliydi. “Kimin kusurları?” diye düşündü. “Tabi ki insanın” dedi. “Hatta bütün insanların. Çünkü her şeyin altından insan çıkıyor. Aslında insanı düzeltsek birçok şeyi düzeltmiş oluruz.”

Kararını verdi insanlardaki kusurlarını tek tek tespit edecekti.  Eh artık, sonunda iyi insana ulaşacaktı. Bir de isim buldu: KUARMO. Açılımı: Kusur Arama Motoru. Herkes bir şey icat ediyordu, o da bunu bulmuştu. Kendisi, bir makine ya da motor değildi ama bu işi zaten bir makinenin yapması da imkansızdı. Bunu ancak bir insan yapabilirdi. Bu yüzden kendisine böyle bir isim vermenin sakıncasının olmayacağını düşündü. Öyleydi nitekim. Bu iş için biçilmiş kaftandı kendisi. Kimsenin dert ettiği yoktu zaten. Bu boyutta sadece kendisi dert ediniyordu bütün kusurları. Baktığında herkesin hayatından ve çevresinden memnun olduğunu görüyordu. Arada bir mızmızlık etseler bile, ağızlarına birazcık bal sürüldüğünde ya da daha kötüsünden korkutulduğunda, hemen olana ve gidişata övgüler dizip “Halimize şükredelim!” moduna giriveriyorlardı. “Ben girmeyeceğim!” diye sesli düşündü. Ve KUARMO’yu çalıştırmaya karar verdi. KUARMO kendisiydi zaten. “Haydi iş başına!” diye kendi kendisine komut verdi. Gözünü dört açacak, bütün kusurları tespit edecek, kaydedecek ve doküman haline getirecekti. Sonrası, bunları yazmaya ve yaygınlaştırmaya kalıyordu.

Bir sorun vardı. Bu tespit kayıt işini nasıl yapacaktı? Herkesin içinde tespit edip yazması pek şık kaçmaz hatta tepkiyle karşılaşabilirdi. Kararını verdi: Tespitleri kafasında yapacak, akşam eve geldiğinde kayda geçecekti. Üzümün çöpü, armudun sapı… Hasılı hiçbir şeyi kaçırmayacaktı. Ayrıca sapla samanı ayırt etmenin lüzumu da yoktu. Sap da neticede saman oluyordu. Bu yüzden ayıklama zahmetine girmeye değmezdi.

İşe hızlı başladı. Önce yakın dostlarından başlamalıydı. Başladı ama gözü fal taşı gibi açıldı. Kendi kendine “Ben, nerede, kimlerle yaşıyormuşum? Bu iş, iyi oldu. Onlarla ilişkilerimi daha iyi ayarlamalıyım” dedi içinden. “Aile bireylerini katayım mı?” diye düşündü, sonra vazgeçti. “Hır çıkar şimdi, huzurumu bozmayayım. Zaten bizim hanımla baş edilmez.” Böyle kendi kendine konuşurken bir ayak sesi işitti, irkildi ve işkillendi. İçinden “acaba beni duymuş mudur” diye endişeyle hanımını süzdü. Yok, duymuş gibi görünmüyordu. Rahatladı, sevindi, yapmacık bir sırıtma oturttu yüzüne.

Kimse bilmemeliydi, bu işi. Onun için bilgisayarına hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir şifre koydu. Kendisinden başka kimse açamayacaktı. Açmamalıydı zaten. KUARMO dosyaları için ayrıca şifreleme yapmalıydı. Teknolojinin imkanlarından faydalanmalıydı. “Adamlar yapmış canım” dedi ve ardından “Ama şu virüsler ve korsanlar ciddi kusurlar” diye de ekledi. “Çok güzel bir icatta bulunuyorlar ama kusurlu. Bunu da yazmalıyım.” dedi.

Dosyalar birikmeye başlamıştı. Her birine şifreli özel isimler veriyordu. “Şu KUARMO ismi de iyi oldu. Kimse çakmaz, merak da etmez” diye düşündü. Biraz daha rahatladı.  O sırada içerden hanımı seslendi.

“-Yemek hazır, geliyor musun bey?”

“-Hemen geliyorum, şu KUARMO’yu kapatayım.”

Birden irkildi. “Eyvah” dedi, eline ağzına götürdü. Gözleri dışarı fırlayacakmış gibi oldu korkudan. Bütün sırrı bir anda ağzından kaçmıştı.

“-KUARMO da kim?”

Bir oh çekti rahatladı. Çözümü hanımı bulmuştu.

“-Önemli değil hanım. Yabancı bir bilim adamı. Bir yazısını okuyordum.”

Geçmişti ama epeyce hasar bırakmıştı. Neyse ki şansı yaver gitmişti. Kendi kendini teselli etti. “Eh, ben samimi, Allah rızası için kusurları tespit ediyorum. Allah bana yardım etmeyip kime edecek!” dedi.

Yemekten sonra hemen bilgisayarın başına koştu. Şifreyi bir daha gözden geçirdi. İçi rahat etmedi, değiştirdi. Dosyalar iyice kabarmaya başlamıştı. Artık hayatının büyük bir kısmı ya sokakta ya da bilgisayar başında geçiyordu. Dostlarının bütün kusurlarını tespit etmiş, onlarla ilişkisini yeniden ayarlamış, görüşmeleri epeyce azaltmıştı. Anlayacağınız kendince onların işini bitirmişti. Cami cemaatine yöneldi. Ne çok kusurları vardı. Hele namaz içinde yapıp ettikleri. Hepsini tek tek akşam evde kayıt altına aldı. Onlar için de epeyce kabarık bir dosya oluştu.

İşyeri aklına geldi. Oraya daha bir önem vermeliydi. Kendisi hakkında açılan bir dosya onu ürkütmüştü. Sonra “Aman kim bilecek?” dedi ve işyeri dosyasını açtı. “Of, Of!.. Kimlerin ne kusurları vardı?” Tek tek kaydetti: İnanç, davranış, ahlak, nezaket, içten pazarlılık, başkalarının kusurlarını araştırma… Birden durdu. “Ben ne yapıyorum?” dedi. Biraz düşündü sonra aklına bir fikir geldi: “Ben insanların iyiliği için yapıyorum. Hadis adamları da hadislerin sağlamlığını tespit için habercilerin kusurlarını kaydetmiyorlar mı?” Bu fikir onu çok rahatlamıştı. Bundan daha sağlam bir gerekçe olamazdı. Tespit ve kayda devam edebilirdi. Sokak, cadde, mahalle… derken dosyalar almış başını gitmişti. Ama dahice bulduğu isimlendirme ve şifreleme, işini epeyce kolaylaştırmıştı.

Fakat basın ve yayın alanı devasa gibi göründü gözüne. Bu işten nasıl çıkacaktı. Onun da kolayını buldu. Geçen bir dostunun kütüphanesinde görmüştü. Üstü mühürlü bir kitap. Mührün içinde “araştırma içindir, okunması SAKINCALI” yazıyordu. “SAKINCALI” sözcüğü özellikle büyük yazılmıştı. Aynı şeyin başka kütüphanelerde olduğunu da gördü. Böylece kitapları buralardan tespit edebileceğini düşündü. Sosyal medyayı da çeşitli gruplardan kolayca temin edebilirdi. Kendisi gibi düşünen birçok insan zaten ha bire bu tür dosya, resim ve videoları paylaşıyorlardı. “Eh! Bunu da hallettik” dedi kendi kendine.

Yılsonunda koca bir KUARMO doküman kütüphanesi oluşmuştu. Artık bir şeyler yazmanın zamanıydı. İsim vermeden bir takım raporlar yazacak ve yayacaktı. En yakınları bile bunun kimden ve nereden çıktığını bilmeyecekti. Bilseler de ispat edemezlerdi zaten. Her başı derde girdiğinde bir kurtarıcı çıkıyordu zaten. Dava adamlığının ve samimiyetin ürünüydü bunlar!

Bir ara zihninde bir şimşek çaktı. Hafif sesli bir şekilde “Ben şimdiye kadar niçin düşünmedim?” dedi. “Şu ana kadar insanların hep görünen ve gün yüzüne çıkan kusurlarını tespit ve kayıt işleriyle uğraştım. Halbuki insanların görünmeyen taraflarında o kadar çok kusurlar vardı ki! Mutlaka bunların tespitini yapmak gerekir. Ancak nasıl yaparım?” diye düşündü. İlk aklına gelen şey rüya oldu. “İstihareciler bunu yapıyor, benin onlardan ne eksiğim var?” diye geçirdi içinden. Hemen bu işin olması gerektiğine ve olabileceğine kanaat getirdi. Artık uykularını da mesaiye dahil edecekti. Etti de nitekim. Rüyalar görmeye başladı. İlk rüyasına hamını girmişti. Önce çok korktu. “Bu işten vaz geçsem mi?” diye epey düşündü. Sonra hanımını aklına getirmeden yatmaya karar verdi. Eh biraz işe yaramıştı. Çocuklar, komşular, cami cemaati, sokaktaki insanlar, mesai arkadaşları derken epeyce bir rüya dosyası oluştu. Rüya görmeyi profesyonelliğe döktüğünün farkındaydı. Ama bu bir davaydı ve samimi bir gayretti! İşini başarmış; içi-dışı, uykusu-rüyası… kusur dosyalarıyla dolmuştu.

Tam her şey çok iyi gidiyor derken can sıkıcı bir şeyler olmaya başlamıştı. Önce umursamadı sonra beynini kemiren bir sıkıntıya dönüştü. Bütün çevresinden kopmuş herkese yabancılaşmıştı. Karısının ve çocuklarının bile kendisine mesafeli durduğunu fark etmişti. Halbuki önceleri kendisi mesafe koyar ve ayarlardı. Başkalarının mesafe koyması ve ayarlaması bir hayli canını sıkıyordu. Bunu da kaydetti. Hatta özel dosya açtı. Açtı açmasına da, sorun iyice büyümüştü. Bir gün eşi patladı:

“-Kusurdan başka bir şey görmez oldun. Ne pişirsem, ne yapsam, ne söylesem mutlaka bir kusur buluyorsun, be adam!”

Bunu hiç hesap etmemişti. Halbuki eşini pas geçmişti. Onun kusurlarını ne tespit ne de kayıt etmişti. Nasıl böyle bir açık vermişti.

“-Olgun, oturaklı, aklı başında bir adam gibi görünüyorsun ama hiç öyle değilsin. Kalıbının adamı olamadın bir türlü. İçin başka dışın başka…”

“Yenilir, yutulur sözler değil bunlar” diye içlendi. Ama cevap veremedi. Sözler boğazına düğümlendi. Şunca yıllık karısı söylemişti bu sözleri. Altında ezildi. Geriye doğru düşündü, iş yerinde, camide, hatta sokakta kendisine yönelik karısının bakışları gibi bakışların ne kadar çok arttığını o an fark etti. Hepsinin bakışları aynen eşinin bakıları gibiydi ama ilk patlayan o olmuştu. Hâlbuki onun kusurlarını asla tespit etmemişti. “Bu büyük bir haksızlık!” diye geçirdi içinden.

Artık rüyalarında kendisine bağıran, azarlayan, paylayan insanlar görmeye başladı. Önce en yakınlarından, sonra iş yerinden ardından cami ve sokaktaki insanlardan…

Başının iyice dertte olduğunu anlamıştı. Bir türlü bu rüyalardan kurtulamıyordu. Artık kusur bulma rüyaları, bağırma ve azar işitme rüyalarına dönüşmüştü. Bunları da kaydetmek suretiyle azaltabileceğini düşündü. Azalmak bir yana sürekli kötüye giden bir artış söz konusuydu. Rüyalarından bağırarak uyanıyordu artık.

Karısı uzaklaşmış, farklı odada yatmaya başlamıştı. Çocukların eve gelişleri seyrekleşmişti. Torunlar artık dizine çıkmaz olmuşlardı. Herkes ondan ürker ve kaçar olmuştu. Artık komşularından da şikayetler geliyordu. Sonunda ev halkı toplanıp kararını verdi. Bir psikiyatri kliniğine götüreceklerdi.

“-Ben kusurları boylarını aşmış doktorlara gitmem!” diye direndi.

Aklına dosyalar geldi. Doktorlar, özellikle de psikiyatride çalışanlar için tuttuğu kusurlar bir bir zihninden adeta resmi geçit yaptı.

“-Benim hiçbir şeyim yok, ben kusursuzuuum…” diye bağırmaya başladı. Yeri göğü inletiyordu adeta sesi. Sonra sesinin tonu yavaş yavaş düşmeye başladı ve sessizleşti. Kendisi değilse de, vücudu o kadar gerilimi kaldıramamıştı.

Gözünü açtığında, duvarları ve tavanı bembeyaz bir odanın ortasında, beyaz bir yatağın içinde buldu kendini.

Cağfer KARADAŞ

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir