Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 26, 2024

Türkiye’de Dindarlar ve Tüketim Kültürü

İslam ve kapitalizm gibi bir araya gelmesi imkânsız birliktelikler, kendisine kavramsal bir zemin inşa etmektedir. Bir başka deyişle Türkiye’de İslamlaşma ve sekülerleşme birlikte tecrübe edilmiştir. Ancak bu süreçte İslami aidiyetler ve kimlikler de ilginç dönüşümlere sahne olmuştur. Tüketim kültürü dini değer ve sembollerin içini boşaltmış, İslami kesim dünya ile imtihanını kaybetmiştir.

Tüketim Olgusunun
Toplumsal Seyri

Yaşamını sürdürebilmek için tüketmeye ihtiyaç duyan insanın en temel eylemlerinden biri, tüketimdir. İnsan açlığını gidermek, soğuktan korunmak ya da benzer başka ihtiyaçlarını gidermek için tüketmek durumundadır.

Toplumsal bir varlık olması sebebiyle insanın sosyal davranışına etki eden unsurlar, fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacı gibi, ihtiyaçlar hiyerarşisinin ilk aşamaları ile sınırlı kalamaz. Başlangıçta sadece beslenme, barınma ve güvenlik ihtiyacını karşılamak gibi amaçlarla gerçekleştirilen tüketim, zamanla psikolojik ve toplumsal boyutlar kazanmıştır. Başka bir ifadeyle ihtiyaç yaratma süreci, sadece daha iyi besin, giyim ve barınak arzusundan doğmamış, hayatın farklı nimetlerine arzuyu da gerektirmiştir. Bu olgu, aynı zamanda sosyal bir boyutu bulunan tüketim davranışının, çeşitli etkiler altında ortaya çıktığına işaret eder. Diğer bir deyişle tüketim davranışı, yaşamı sürdürme güdüsü yanında kültür, ekonomik yeterlilik, sosyal çevre, statü, meslek vb. unsurlar altında ortaya çıkar ve gelişir.

Tüketim eylemi, sınıfsal özellikler ya da toplumsal tabakalaşma ve cemaat/cemiyet gibi sosyolojik kontekslerle bir araya geldiğinde gösteriş, sınıfsal ayrışma, onay alma, mesaj verme gibi sosyal içerimler kazanır. Belirli bir ekonomik yeterlilik durumunu yakalayan bireyler, toplumsal statü, sınıf vb. özelliklerini pekiştirmek, bir sosyal sınıfa ait olma hissini tatmak, kendini diğerlerinden ayırmak için tüketime, ihtiyaçlar hiyerarşisinin ötesinde anlamlar yükler. Bu sebeple bir noktadan sonra tüketim kültürü, kültürün bir kategorisi olarak; tüketim
toplumu da bir toplum tipi olarak ortaya çıkmıştır.

Nasıl göçebe toplum tipinden yerleşik tarım toplumuna geçiş; oradan da sanayi toplumuna dönüşüm, insanlık tarihinde çok önemli aşamaya işaret eden bir sosyal ve ekonomik değişme olarak okundu ise insanlık tarihinde üretim toplumunun yerini tüketim toplumunun alması da çok önemli bir aşama sayılmıştır.

Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm ve Tüketim Kültürü

Türkiye teknolojik, ekonomik, sosyal ve siyasi olarak Batıyı takip etmiş ancak takip edilen Batı’nın, Türkiye’yi tüketim kültürü ve tüketim kalıpları ile de etkisi altına alması kaçınılmaz olmuştur. Özellikle 1980’li yıllardan itibaren tüketim kültürü, Türk toplumunun sosyal hayatında kendini daha derinden hissettirmiştir.

Aynı yıllarda muhafazakâr-dindar kesim de üzerindeki baskıların hafiflemesi, görece özgürlükçü politik tercihler sebebiyle kamusal alanda görünürlük kazanmış, ekonomik olarak gelişmeye başlamış, bu arada tüketim kültürü ile yüzleşmiştir. Kamusal görünürlüğü artan dindarlar, sosyoekonomik ve sosyopolitik süreçlere dâhil olmuşlar, Özallı yılların dışa açılma politikaları aracılığı ile tüketim kültürünün küresel yönünü de tecrübe etmeye başlamışlardır. 1990’lı yıllar Türkiye’de, “İslami sermayenin” güçlü bir ekonomik aktör olarak yükselişini ortaya çıkarmıştır. 1980’lerden itibaren uygulanan neo-liberal ekonomi politikaları, küresel tüketim kültürüne eşdeğer görülebilecek bir kültür inşa etmiştir. Liberal ekonomi politikaları bütün toplum kesimlerini etkilemiş, liberalleşme eğilimleri dindarlar üzerinde de etkili olmuştur. Dindarların devletle ve ekonomi ile ilişkisini aynı paralelde yorumlayan yaklaşımlara göre, Türkiye’de sağ-İslamcı iktidarlar, hep ekonomik fayda-tüketime eklemlenmeyi öncelemiş ancak halkın tepkilerini azaltmak için dini tavizler vermiştir. Buna göre, İslami kesimin piyasa ekonomisi-tüketim kültürü yönünde dönüşmesi aslında sistemle bütünleşmesinin bir işaretidir.

Türkiye’de dindarların, sermaye sahibi olma arzusu, piyasanın sağladığı imkânlardan istifade etme isteği yanında; sermayeyi bir güç olarak ikame etme arzusu ile de ilişkilidir. Zira Osmanlıdan bu yana Türkiye’nin bürokratik yapısı, egemen yapıyı sürdürmenin yolunu arayan sınıflar için sermayeyi önemli bir unsur haline getirmiştir. Dindarlar da kendilerine yönelik siyasi, bürokratik baskıları önlemek için sermayeyi bir güç olarak ikame etmeyi çözüm olarak görmüş olmalıdır. 1990 yıllar daha önce başlayan bir sürecin kemal noktasına doğru yöneldiği, bu anlamda İslami sermayenin güçlü bir ekonomik aktör olarak yükselişinin gözlendiği yıllar olmuştur. Bu durum İslam’ın, kapitalist sistemin siyasal ekonomisinde yer almasına yol açmıştır. Böylelikle İslam, serbest piyasa ekonomisinin ilkelerine açık bir sistem olarak çalışmaya başlamıştır.

Bazı yaklaşımlara göre, Türkiye’de liberal ekonomi politikaları, Özal ve Erdoğan zamanında daha güçlenmiş; böylelikle dindarlar tüketim toplumuna eklemlenme yolunda önemli mesafe almışlardır. Diğer bir deyişle muhafazakârların, sağ-İslamcı kadrolar eliyle tüketim toplumuna eklemlenmesi hızlanmıştır. Bu değişmenin son aşaması AK Parti iktidarı olmuştur. Bu süreç bir tarafıyla dindarların neo-liberal politikalara eklemlenmesi olarak görülebilecek iken bir taraftan da dindarların egemen elitin bir parçası haline geldiğine işaret etmektedir. Ancak dindarların neo-liberal ekonomik politikalara yönelerek sisteme eklemlenmesini; zaten bir süredir yaşanan sürecin zirveye ulaşması olarak görmek daha doğrudur.

Dindarların Ekonomik Dönüşümünün Analizi

Dindarların dönüşümü birkaç yönden analize tabi tutulabilir. Türkiye’nin sınırları dışında da gözlemlenebilecek bu olguya göre birçok ülkede, kendine İslami bir kimlik vermiş olan satış merkezleri, yayınevleri, yatırım şirketleri, fabrikalar ve holdingler kurulmuştur. Metropollerde İslam bankaları vb. ile canlı İslami alt ekonomiler ortaya çıkmıştır. İslami sermayenin piyasaya tahvil edilmesi, bir anlamda bu kesimin radikalleşmeden uzaklaşmasına da sebep olmuştur. Buna göre militan ve partizanlardan oluşan İslamcı karşı seçkinler piyasaya dahil olarak karşı olma özelliğinden sıyrılıp sistem içinde bir çıkar grubuna dönüşmüştür.

Türkiye’de dindarların ekonomik dönüşümü, küreselleşme ile İslam’ın bir arada var olabileceğini göstermektedir. Zira dindarların ekonomik dönüşümüne ve ekonomik liberalleşmenin artmasına paralel olarak, İslam, önemli bir siyasal ve kültürel güç olarak yükselmektedir. Küreselleşme, kültürel çeşitliliği arttırmakta ancak yaşam tarzlarını birbiriyle aynı mekânsal tecrübeyi yaşamaya zorlamaktadır. Bir taraftan da kendini gösteren bireyselleşme ile aktörlerin faaliyet alanları özerkleşmektedir. Bunlara bağlı olarak, İslam’la kurulan sahiplenici ilişkilerdeki farklılaşmalar ve bireyselleşmeler, yeni filizlenen liberal tüketim toplumu bağlamında İslami olan ve olmayan değerler sistemlerinin bir aradalığını doğurmaktadır. Buna göre, 2000’lerden sonra İslami yaşam biçimlerinin ortada kalması yerine İslam ile modern tüketimciliğin melez bir formu ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle dindar orta sınıf, tüketim kültürünün sunduğu bireysellikten faydalanarak hem geleneksel kalıpların dışında hem de Batılı kalıpların dışında yeni bir kimlik inşa etmekte, dinsellik tüketim kültürü içinde yeniden üretilmektedir.

Dindar kesimin yaşadığı ekonomik dönüşümün sonucu olarak dindarlar tüketime yönelik; sınırlı-tepkisel, mesafeli-ikircikli ve tüketimi meşrulaştırma eğilimleri sergilemişlerdir. Bu üç tavır, sonuç olarak dindarların tüketime yönelik yoğun talebini ortaya çıkarmakta, bu talep de tüketim mekânları bağlamında dindarlar ile seküler yaşam biçimlerini aynı mekânlarda buluşturmaktadır. Diğer bir deyişle metalaşma, İslamcılar ile laikleri birbirinden ayrıştıran bir unsur olmaktan ziyade her ikisinin de paylaştığı bir bağlam ve etkinlik alanı olarak ortaya çıkmakta, İslami söylemi benimseyenlerle kendini Batılı, seküler olarak tanımlayanlar benzer tüketim kalıplarında buluşmaktadır.

Türkiye’de dindarların tüketim etkinliğini belirleyen unsurlar; bir kısmı yukarıda belirtildiği gibi küreselleşme bağlamında tüketim kültürünün yaygınlaşması, dindarların ekonomik gelirlerinin ve siyasal ağırlıklarının artmasına da bağlı olarak sınıfsal özelliklerinin değişmesi, liberal kültürün din anlayışlarına olan etkisi, kentli sınıflara dâhil olma ve kent kültürünü benimseme gibi birçok unsurun etkisi altında ortaya çıkmaktadır. Özal dönemi, serbest piyasa koşullarının zenginleşme ve özlenen yaşam biçimine ulaşabilmek için “köşe dönmeyi” meşru bir istek haline getirmiştir. Bu dönemdeki değişimden dindarlar da etkilenmiş ve zenginlik-fakirlik, çalışma-üretme, şükür-kanaat gibi kavramların sosyolojik içeriği değişmiştir. “Zengin Müslüman’ın fakir Müslüman’dan iyi olduğu” felsefesi, bu dönemde dindar-muhafazakâr kesime ekonomik motivasyon sağlayan bir unsur olmuştur.

Dindarların sınıfsal gelişimi, ekonomik unsurlara, kazanca, fakirliğe, çalışmaya bakışlarını da etkilemiştir. Örneğin, dindarların yeni yaşam tarzı ile birlikte metalar ve hizmetler dinsel bir içerik kazanmış, İslami kesim yoksulluğu bir kader olarak tanımlamaktan vazgeçerek tembellik vb. bireysel sebeplerle açıklamaya başlamıştır.

Tüketim Toplumunda Dinselliğin Dönüşümü

Modern kent hayatında tüketim kültürünün kodlarıyla daha fazla yüz yüze kalan dindarlar, zamanla bu kültürü özümsemeye ve içselleştirmeye başlamıştır. Kent kültürünün farklı kesimleri aynı mekânlarda buluşturması, dindarların tüketim alışkanlıklarının melezleşen birlikteliğini doğurmuştur. Bu tecrübe dini ilke ve pratiklerde anlam farklılaşmasına yol açmakta; örneğin, örtü hem dini bir sembol olarak hem de görünmenin aracı olarak kamusal alanda yerini almaktadır. Böylelikle modern kent hayatında dindar yaşam biçimleri ile seküler yaşam biçimlerini ayırmak zorlaşmaktadır. Bu değişim aynı zamanda örtülü olanlarla olmayanlar arasındaki mesafenin daraldığını göstermektedir. Tüketim kültürü kadının kamusal görünürlüğünü arttırırken aynı zamanda kadınları sınırlayan İslami retoriğin aşılmasına-aşınmasına da kapı açmıştır. 

Dindarların inanç ve değer dünyası tüketimin, dindarlar için ne anlama geldiği ve tüketim kültürünün nasıl anlamlandırılacağı sorununu gündeme getirmiştir. Bu tartışmalar, dindarların tüketim kültürü ile ilişkisini sorgulayan ve iç rahatsızlıklarını ortaya koyan bir söylem doğurmuştur. İnşa edilen bu söylem, inancın gölgesinde sürdürülmek istenen bir yaşamın dünya nimetlerine bakışının ne olduğu, Allah’ın verdiği nimetlerden istifade etmenin ne mahzuru olacağı ya da israf ile cimrilik arasındaki dengenin nasıl tutturulacağı gibi sorular arasında sürüp gitmiştir. Bu tartışmalar arasında, dindarlık-tüketim ilişkisinin ideal biçiminin nasıl olması gerektiği en önemli konulardan biri haline gelmiştir. Helal turizm, helal gıda, İslami moda, tesettür giyim vb. kavramlar bir taraftan bir arayışın işaretlerini ortaya koyarken bir taraftan da bozulma, dönüşüm, değişim bağlamında değerlendirmelere konu olmuştur.

Bazı analizlere göre dindarlar; tüketimi meşrulaştırmak için inandığı biçimde yaşamak yerine yaşadığı biçimde inanmaya başlamıştır. Diğer bir deyişle maddi koşullar dinin yorumlarını ve algılanma biçimini farklılaştırmıştır. Buna göre dindar bireylerin tüketim alışkanlıkları seküler yaşam tercihine sahip bireylerle benzeşmekte, dindar kadınlar modayı seküler kadınlardan daha fazla takip etmekte; parayla ve tüketim kalıplarıyla tanışan dindarlar yeni davranış kodları geliştirmektedir. Bu süreçte İslami simgeler, bir taraftan kimliğin diğer taraftan metalaşmanın aracı olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak tüketim kültürünün telkinleriyle İslami kaynaklı değerlerin çatışması bireylerde belirli bir gerilim oluşturmakta; bu gerilim sonucu dindar orta sınıf kendi inanç, davranış ve yaşam biçimini modernliğin ilkeleri doğrultusunda meşrulaştırma arayışına düşmektedir. Meşrulaştırma hedefiyle dinin kapitalist ekonomik düzenle uzlaştırılması arayışı önemli güçlükler oluşturmakta, bu güçlüğü de en fazla dindar, varlıklı bireyler hissetmektedir.

Sonuç olarak İslam ve kapitalizm gibi bir araya gelmesi imkânsız birliktelikler, kendisine kavramsal bir zemin inşa etmektedir. Bir başka deyişle Türkiye’de İslamlaşma ve sekülerleşme birlikte tecrübe edilmiştir. Ancak bu süreçte İslami aidiyetler ve kimlikler de ilginç dönüşümlere sahne olmuştur. Tüketim kültürü dini değer ve sembollerin içini boşaltmış, İslami kesim dünya ile imtihanını kaybetmiştir. Bu kesim banka kredisine zihinsel olarak mesafeli olsa da tüketimden vazgeçmemekte, örtünme pratiğine gösterişçi bir anlam yüklemekte, tüketim toplumunun öncelikleriyle dini öncelikler arasında sıkışmaktadır. Tüketim kültürünü hayatının bir parçası haline getiren dindarlar, modernitenin muskaları olan kredi kartlarına yakınlarından daha fazla güvenmekte; bireylerin kara gün için faizden kaçınmak için biriktirdiği “yastık altındaki” birikimler, dindar-muhafazakâr siyasetçiler eliyle faiz piyasasının nesnesi haline getirilmektedir.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir