Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 26, 2024

Ramazan Pişkin ve Karmaşık Zamanlar

Ailece İstanbul’a gitmiştik. O zamanlar on iki veya on üç yaşlarındaydım. İstanbul’a gitmişken tarihi ve dini mekânları ziyaret etmemek olmazdı.

Gezdiğimiz yerlerden biri de Sultanahmet Camiisiydi. Daha dün gibi hatırlıyorum. Babam ile beraber caminin içini dolaşıyor; muhteşem mimarisi ve manevi havasının karşısında hayranlığımızı gizleyemiyorduk.

Tam o anda bir turist yanımıza yaklaştı ve bize bir şeyler sorudu. Babam Arapça ve Farsça biliyor. Lakin muhatabımız olan turist belli ki Avrupa’nın herhangi bir ülkesinden… Çünkü babamla ingilizce konuşmaya çalışıyordu. El ve mimiklerinden camiiyle alâkalı bir şeyler sorduğu belliydi.

Babam, Avrupalı turiste cevap verememenin ıstırabını yaşıyordu. Istırabı diyorum, çünkü gerçekten hiçbir şey anlatamıyordu! Alnında boncuk boncuk oluşan teri de bunun en büyük kanıtıydı. Neyse ki çok geçmeden camii görevlisi babamın yardımına yetişti. Daha sağlıklı bir şekilde turistle diyaloga geçti ve gereken bilgiyi kendisine verdi. Sonrasında babama dönerek uyarıda bulunmayı ihmal etmedi: “Vereceğiniz yanlış bir bilgi veya göstereceğiniz olumsuz bir intiba samimi olsanız bile kötü sonuçlar doğurabilir” dedi.

Bu sözü üzerine camii görevlisini gayet haklı buluyorum. O vakitten beri tarihi ve dini mekânlarda birden çok yabancı dil bilen, o yerler ve o yerlerin ruhu hakkında bilgi sahibi olan görevliler yetiştirmek gerektiğini sürekli savunuyorum. Çünkü ne kadar samimi olsak da dini ve tarihi mekanlar hakkında fevri olarak yapacağımız bir hata ruhlar üzerinde kapanmayacak yaralar açabiliyor.

Böyle bir girizgahtan sonra şimdi de Ramazan Pişkin hadisesine bakmaya çalışalım. Açıkçası bu konuda yorum yapmayı düşünmüyordum. Fakat bir Diyarbekirli olarak şahsıma sorulan sorular ve olayı merak edenlerin açtığı telefonlar beni bu değerlendirmeyi yapmaya zorladı.

Kamuoyuna yansıdığı gibi; Ramazan Pişkin’i akıl hastanesine yatıran süreç Ulu Camiyi gezmeye gelen bir kadının giyimini eleştirmesi ve şahsı uyarması üzerinden gelişiyor. Kadının şikayetiyle hakkında “taciz” davası açılıyor. Haliyle kendisine ceza veriliyor.

Ve iddia o dur ki… İftira dahi olsa “taciz” davasıyla cezaevine girenlerin içeride çok iyi karşılanmadığı bilindiğinden (Ör; 7. Koğuştaki Mucize Filmi) mahkeme heyeti olayı zihinsel bir tutuma yorumluyor. (Çünkü taciz denilince genelin aklına, mevcut yasalarında etkisiyle bunun sözlü bir uyarı olabileceğinden ziyade her nedense belden aşağı saldırı geliyor.) Kendilerince bu kararın sanığın geleceği hakkında daha iyi olacağına karar kılıyor ve sanığın babasını da şahit tutarak şahsı akıl hastanesine yolluyor.

İlk etapta Ramazan Pişkin’in mesnetsiz akıl hastanesine yatırıldığına yönelik eleştiriler, tabi bu açıklamalarla bu kez farklı bir kanala kayıyor. “Kadının tutumu… Böyle bir davanın açılması… Mahkeme heyetinin olayı değerlendirmesi… İstanbul Sözleşmesi…* Kadının Beyanı Esastır” gibi ibareler olayı bir başka yönde tartışmaya açık hâle getiriyor. Görülen o ki tartışılmaya da devam edilecek.

Şimdilik bunlar burada bir dursun. Aslında ben biraz bu yazıyla Ramazan Pişkin özelinde bu şekilde bir tebliğ ve davet çalışmasının ne kadar sağlıklı olduğunu tartışmak istiyorum. Belki şu zaman diliminde; hele ki Ramazan Pişkin’e reva görülen muameleyi kabul etmeyen binlerce insanın – bazılarının kronik muhalif hastalığından mülhem- duyarlılığı ortadayken maddeleyeceklerimin ne kadarının kayda değer alınacağını; dahası nasıl bir linçle karşılaşacağımı az çok kestirebiliyorum. Fakat yine de umduğum yegâne şey var. O da ifade edeceklerimin, tebliğ ve davet çalışmalarında naçizane müslümanlara bir katkı olmasıdır.

Şunu da belirteyim ki, maddeleyeceklerim, Ramazan Pişkin’in şuan maruz kaldığı olayla sınırlı değildir. Kendisinin İslam’ı anlatma yöntemini dost meclislerinde eleştirmiş ve böyle bir davet ve tebliğ çalışmasının sağlıklı olmadığını defaatle ifade etmişimdir.

Şöyle ki;

Madde-1) Kur’an’ın ilk emirlerinden olan “elbiseni temiz tut” ifadesinin bir davetçinin bilmesi gerekiyor. Elbisenin temiz, düzgün, ütülü olmasının fakirlikle alakasının olmadığı bilinen bir gerçektir. Ayrıca bu emir saç-sakal kesiminden, üslup, tavır ve davranışlara kadar bedeni olan bir çok şeyi kapsıyor. Ramazan Pişkin’de istediği taktirde bu emri yerine getirebilir; gücü yetmiyorsa eğer bu emri yerine getirebilmek için kendisini sevenlerden yardım isteyebilir.

Madde-2) Ulu Cami’ye turistik bir gezi amacıyla gelen yerli ve yabancıların orada geçirecekleri zaman bellidir. Birinci maddede ifade edilen ilk intibayla birlikte aşağı yukarı yarım saati geçmeyen gezi/ziyaret esnalarında kime, ne kadar İslam anlatılabilir? üzerinde durulması gereken diğer bir konudur. Yıllara yayılan bir tebliğ ve davetin son demlerinde bile örneklerden sadece biri olan Bir’i Ma’une gibi bir olayın yaşandığını hatırlarsak on beş dakika ya da yarım saatlik bir İslami anlatımın sağlayacağı fayda ne kadar olabilir? diğer bir sorudur.

Madde-3) Bir insanın dininde samimi olması dinini anlatması için acaba yeterli midir? Bugün bir çok örgüt kendisini İslam’a ve İslam’i argümanlara nispet ederek sözümona dininin savunuculuğunu yapmaktadır. Öyle ki bu samimiyet içerisinde bir vakit namazı kaçıranların kafalarının kesilmesi bile söz konusu olmaktadır. Elbette bu söylediğim Ramazan Pişkin için bir kıyas unsuru değildir. Ama dini bir konuda samimiyet sadece yeterliyse kafa kesenin samimiyetine hâlel getirmemek gerekmez mi?!

Madde-4) Gezi amaçlı tarihi ve dini mekânlara gelenlere karşı tutumumuz nasıl olmalıdır? Örneğin bir müslümanın Sümela Manastırını ya da bir katedrali ziyareti esnasında Hristiyan bir misyonerin tebliğ ve davetine muhatap kalmasını nasıl karşılarız? sorularıyla empati kurmak gerektiği açıktır.

Madde-5) Tebliğ ve davetin yeri ve zamanı önemlidir. Vahyin kendisi dahi şartların; yüce ahlâk sahibi bir şahsiyetin, bu şahsiyete destek olacak kişilerin, mekanın ve zamanın uygunluğu neticesinde inzal edildiği söz konusu edilmektedir. Bunları göz ardı etmemek gerekir.

Madde-6) İnsanların dini mekânlara uygunsuz kıyafetlerle gelmesinin kabul edilemeyeceği muhakkaktır. Bunun eleştirisi yada uyarısı elbette yapılmalıdır. Ama bu eleştiri ve uyarı görevi o mekânlarda bulunan yetkilinin haberdar edilerek yapılması daha isabetlidir. Mevcut görevliyi aracı kılarak yapılacak ikaz daha etkili ve daha sağlıklı olacaktır. Yoksa birilerinin kendi üzerine o an için farz-ı ayn olmayan konularda ahkâm kesmesi, hüküm vermesi, mekanın sahibi gibi davranması her ne adına olursa olsun daha büyük sorunların açılmasına gebedir.

Ramazan Pişkin hadisesinde bir diğer husus YouTuberlar meselesidir. Malum, son dönemlerde kendisiyle yapılan röportajlar oldu. Özellikle Diyarbakır’a gelen YouTuberlar daha fazla tıklanma arzusuyla kendisi hakkında farklı başlıklar kullandı. Mesela bu başlıklardan biri “deli mi yoksa veli mi” olduğu yönündeydi. Sosyal medyada bu minvalde kendisiyle yapılan röportajların izlenmesi milyonları buldu. Aslında şuan içine sokulduğu bu durum tıklanma arzularından da azade değildir. Milyonları bulan bir hayran kitlesinin vermiş olduğu özgüvenle zaten usulsüz olduğunu belirttiğim tebliğ ve davet metodunda fazlasıyla aşırıya kaçması ihtimal dahilindedir.

Peki kendisi “deli mi yoksa veli midir?”

A) Deliliğin mihraptaki mahali bellidir. Deli veya meczupun dini temsil noktasında herhangi bir sorumluluğu yoktur. Ki rahatlıkla söylenebilir ki Ramazan Pişkin bir deli de değildir.

B) Ramazan Pişkin peki bir veli midir? Bu sorunun cevabı olsa olsa Allah daha iyisini bilendir demektir. Kendisi Allah’ın sevgili kulu olmak için çırpındığı vakidir. Bunun için kendince bir yol işlemektedir. Ama cümle aralarında ifade ettiğim gibi bu yolun sağlıklı olmadığı da kanaatimce sabittir.

Nihayete ererken…

Rabbimiz hakkı hak bilip hakka tabi olmayı ve batılı batıl bilip ondan uzaklaşmayı nasip etsin. Tebliğ ve davetçilerimize her yönüyle güzel bir örnek olmanın yolunu göstersin. Bu vesileyle tüm eleştirilerime rağmen ağır bir bedel ödediğinden şüphe etmediğim Ramazan Pişkin’i özgürlüğüne kavuştursun. Ve kavuşacağı özgürlük günlerinde daha sağlıklı, daha üsluplu ve daha güzel bir örneklikle tebliğ ve davet çalışmasının yollarını göstersin.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir