Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Türkiye – ABD İlişkileri

Ne aldık, ne verdik?

Seviye kayboldu, derinlik yok, sığ sularda yüzüp duruyoruz. Kim bilir belki de hep birlikte o tarafa doğru yönlendirilmek isteniyoruz!..

Önce, cevabı verilen bir mektuba takılıp kaldık. Erdoğan’ın, ABD Başkanı Trump’ın gönderdiği mektubu iade edip etmeyeceği, ederse bunu nasıl yapacağı tartışmalarıyla uğraştık. Oysa, o mektup 9 Ekim saat 16:00’da en sert bir şekilde iade edildi. Barış Pınarı Harekatı ile Trump’ın suratına vuruldu. İki liderin basın açıklamasının ardından Erdoğan’a soru soran bir ABD’li gazeteci de durumu tescilledi:

“Başkan Trump size bir mektup yazdı, Suriye’de harekât başlatmamanızı istedi. Ama siz yaptınız!”

Bitti, konu kapandı.

Erdoğan buna rağmen, mektubu götürüp bizzat iade de etti. Üstelik ekine bir de Trump’ın ilişki kurduğu Mazlum Kobani’nin PKK’lı bir terörist olduğuna dair CIA belgesini yerleştirdi. Bütün dünyanın gözü önünde “Amerika terör destekçisidir” mesajını verdi.

Yeter mi? “Yetmez” diyenler geçmişe baksınlar. Sonuç, 5 Haziran 1964 tarihli Johnson Mektubu gibi olmadı. ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’ın İnönü’ye gönderdiği, tehdit ve hakaretlerle dolu mektup iade edildi mi? Tam tersi, Türkiye o mektup üzerine Kıbrıs’a yapmayı planladığı müdahaleyi gerçekleştiremedi. ABD ne dediyse onu yapmak zorunda kaldı.

Nereden nereye! Türkiye’nin geldiği nokta budur işte!

***

Biz meselelere öylesine sığ bakıyoruz ki… Adeta çocukların “Aldım, verdim, ben seni yendim” oyunları çerçevesinin dışına çıkamıyoruz!

Her görüşmenin ardından “Ne aldık, ne kazandık, somut bir şey gösterin” tartışmaları yapıyoruz.

Oysa biz çok büyük bir kazanımın altına imza attık. Tarih boyunca pek çok milletin savaşarak yapabildiklerini masada elde ettik.

“Nedir onun adı?” derseniz, bağımsızlıktır! Çünkü, daha düne kadar ABD’nin dümen suyundan çıkamayan Türkiye, kendi bağımsız politikasını uyguluyor bugün. Kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerde “tamam, ne diyorsanız öyle olsun” ifadeleri geride kaldı artık. Erdoğan’ın, Trump’la birlikte yaptığı basın açıklamasında söyledikleri de bunun dünyaya ilanıdır.

Dikti, netti, tutarlıydı Erdoğan. Karşısında ise net olmayan, çelişki açıklamalar yapan, misafirine sürekli övgüler düzen bir ABD Başkanı vardı. Amerikalı gazeteciler bile gördüler bunu. İşlerine gelmese, hoşlarına gitmese bile Erdoğan’ın hakkını teslim etmek zorunda kaldılar.

***

Tehditlere boyun eğmiyoruz artık…

“Yaptırım” diyorlar, atacağımız adımları engelleyemiyorlar.

Yıllar boyunca yaptıkları gibi “Ermeni Soykırımı” yalanının önümüze koyuyor, sonra da geri adım atmak zorunda kalıyorlar.

Biz düz bir çizgide yürümeye devam ediyoruz. Onlar yalpalayıp ileri geri adımlar atıyorlar. En önemlisi de gücümüzü sahaya indiriyor, sonuç alıyor, ABD ve Rusya gibi iki devi müzakere masasına oturtuyoruz.

Neler kazandık, burada tek tek sıralamayacağım. Ama mesele sadece görüntü ise, biz daha düne kadar “ABD Başkanı, bize randevu verecek mi?” diye tartışırdık. Bugün “Erdoğan, ABD Başkanı’nın davetine gidecek mi, gitmeyecek ?” tartışmaları yapan bir ülke haline geldik.

Olmadı mı, yine mi yetmez?

Emin Pazarcı/Akşam

G 20 Zirvesi Başarılı Geçti

G 20 Demek, insanlığın gidişatına yön veren ülkeler demek. Bu ülkelerin liderleri periyodik şekilde bir araya gelip kendi aralarındaki ve dünyanın sorunlarını görüşüyor, çözüm önerilerini tartışıyorlar. Bu seneki G 20 Zirvesi Japonya’nın Osaka kentinde yapıldı. 2015 Yılında da Türkiye’de Antalya’da yapılmıştı.

Bu zirvede Cumhurbaşkanı Erdoğan kapsamlı bir konuşma yaptı. Kaşıkçı cinayetinden Mursi’nin ölümüne (ki o da bir cinayetti) varıncaya kadar pek çok konuya değindi. Bunun dışında Putin ve Trump başta olmak üzere 10 ikili görüşme gerçekleştirdi. Görüşme sonrası açıklama yapan Trump, düzenlediği basın toplantısında, Türkiye ile ilgili bir Amerikan başkanının ağzından duymaya alışık olmadığımız sözler söyledi. Amerikan devlet bürokrasisi altımızı oymaya çalışırken, bunun Amerika için de büyük zararlar doğuracağını ve Türkiye’nin pek çok konuda haklılığını görmüş biri gibi cümleler kurdu.

Onun konuşmalarından anladığım; ‘Türkiye bu S 400 leri alacak kardeşim, bunun engellenmesi mümkün değil, hele bu saatten sonra’ demedi ama bu anlama gelen şeyler söyledi. Topu Obama yönetimine attı. Onların suçu, Erdoğan’ın değil dedi. F 35 leri de alamayacağımızı düşünmenin hayal olacağını anlamış biri gibi konuştu. Tabi işler uluslararası tahkime giderse Amerika’nın çuvallayacağının farkında. Amerikan bürokrasisinin tehditleri ya havada kalacak ya da uygulanmaya geçildiğinde Amerika’nın başına büyük dertler açacak. Trump Türkiye’nin hem S 400 leri, hem de F 35 leri söke söke alacağını anlamış biri gibi konuştu.

Trump bunu anlamış olabilir fakat Amerika’da etkili yetkili yerlerde bulunan, Türkiye’yi hala ‘ensesine vur lokmasını al’ günlerinde sanan pek çok geri zekalıya anlatabilecek mi bakalım? Onlar ister anlasınlar ister anlamasınlar, cumhurbaşkanımız Erdoğan Türkiye’nin elindeki bütün kozları masaya koymuş ve restini çekmiş anlaşılan. Rest dediysem bunu ‘Kasımpaşalı’ tarzıyla değil, elindeki kozların değerini bilen bir İngiliz centilmenliğiyle yaptığı kanısındayım. Öyle ki Trump, basına yaptığı açıklamada ‘Ben Türkiye’yi ve Erdoğan’ı seviyorum ama aynı zamanda kendi ülkemi düşünüyorum’ demiştir.

Mesele sadece ağaç pardon (!) S 400 ve F 35 değildir elbet. Doğu Akdeniz’dir. Kudüs’tür. İdlib’tir. Suriye ve göçmen sorunudur. Ve daha pek çok konudur. Erdoğan, başta Merkel, May, Macron ve tabi ki Putin olmak üzere görüştüğü dünya liderleriyle bu konuları masaya yatırmıştır hiç kuşkunuz olmasın.

Bence bu G 20 zirvesi Türkiye’nin şimdiye kadarki elinin en güçlü olduğu zirve idi. Ve cumhurbaşkanımız da bunu çok iyi değerlendirdi diye görüyorum. Ülkemizi başarı ile temsil etti. Başka biri olsaydı; örneğin Kılıçdaroğlu; ya da kuantumcu Muharrem İnce; ya da Ekmel bey; hadi bilemedim İBB toplantısını kuranı kerim okuyarak açan ‘laik’ İmamoğlu…
Bırakın daha iyisini bunun yarısını yapabilir miydi? Elinizi vicdanınıza koyup da söyleyin; pardon söylemeseniz de olur, kendinize bir iyilik yapıp kendi kendinize bir cevap verin. Yaparlardı derseniz o da kabulüm…
Firuz Türker

ABD’nin Türkiye’deki Nüfuzu

İstanbul seçimleri, iki aday arasında geçen belediye başkanlığı yarışı gibi görünse de arka planında tıpkı 31 Mart veya daha önceki seçimler gibi derin küresel hesaplaşma var. Beka meselesi tam da bu.
Çevremize bir bakın…
Akdeniz’de onlarca ülkeden 200’ü aşkın savaş gemisi var.
Suriye’nin İdlib şehri yanıyor.
ABD, Fırat’ın doğusundan çekilmediği gibi silah yığmaya devam ediyor. İran’a yönelik tehditler ve ambargo derinleşiyor.
Kıbrıs’ta bölgeyi de ateşe sürükleyecek sinsi planlar adım adım hayata geçiriliyor.
Ve ABD ile Türkiye arasında tehdide dönüşen S-400 ve F-35 olayı giderek geriliyor.
Bütün bunlar, içeride yaşanan İstanbul seçimleriyle de yakından ilişkili. Öylesine ilişkili ki, süreci yakından takibe alan küresel güçler sadece dış tehditle yetinmiyor, tehdidin dozajını iç siyasi hesaplara göre ayarlıyor.
Bir bakıyorsunuz, “F-35’i vermeyeceğiz” diyerek gerilimi yükseltiyor, bir bakıyorsunuz “İstanbul seçimlerini not ettik” deyip siyasi tehdidi yükseltiyor, sonra dönüp ekonomiyi sarsacak küresel aparatları devreye sokuyor.
Bu noktada ülke adına vahim olan şey ise, başta CHP olmak üzere CHP’yle birlikte hareket eden muhalefetin bu tabloyu ellerini ovuşturarak izlemesi… İçlerinden sevinç çığlıkları atanlar bile var.
Hiç birinin gündeminde bölgeyi kuşatan küresel emperyalizmin hesapları yok. S-400 konusunda ABD ağzıyla konuşanların Akdeniz’de, Kıbrıs’ta neler olup bittiği umurlarında bile değil. Akdeniz’de Türkiye’nin –Yavuz gemisi de dün indi– iki petrol arama gemisi var ve muhalefetten orada bulunmanın tarihi anlamı üzerinde duran yok.
Hiçbiri açık açık ABD’nin PKK-YPG hattını neden silahlandırdığını sorgulamıyor? Aralarında sanki adı konmamış bir anlaşma var. Dün “ekonomi batsın” diye kriz duasına çıkanlar bugün de “ABD Türkiye’yi köşeye sıkıştırsın” diye dua ediyor.
Ve hepsi umutla, ABD emperyalizmi karşısında Başkan Erdoğan’ın pes etmesini bekliyor.
Türkiye’nin böyle bir muhalefet aklına sahip olması siyaset ve gelecek adına insanı ürkütüyor.
Siyasetin büyük oranda “yalan”la beslenen yeni siyasi aktörler üretmesi üzerinde ciddi ciddi durmak gerekiyor. Bu sadece iç siyasi dinamiklerin beceriksizliğiyle açıklanamaz.
Bunda, Türkiye’nin ABD’yle 1947’de kurduğu kirli ilişkinin katkısı büyük.
Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu‘nun söylediği önemli bir sözü vardı; “Bizim tarlayı sürmüşler…” Bu tespitin sadece bir toplumsal kesimle ilgili olduğunu sanmıyorum. Türkiye’de sağsol, laik-dindar her siyasi ve toplumsal kesimin tarlası sürülmüş… Bunun son tipik örneği “solcu” PKK’nın ABD’nin aparatı olması ve bunu arsızca savunması.
Tabi sadece siyaset alanında değil, bugün her alanda sürülmüş tarlaların aktörleri harekete geçirilmiş durumda. Onlara karşı, her toplumsal kesimden “milli ve yerli” olanlar var. Onlar da susmuyor.
Doç. Dr. Barış Doster, ABD-Türkiye ilişkilerini analiz ederken şöyle diyor:
“Şu gerçeği kabul edelim: ABD’nin Türkiye’de sadece dış politika üzerinde değil, iç siyasetten ekonomiye, akademiden işçi sendikalarına, eğitimden medyaya, bürokrasidenorduya, iş dünyasından dini örgütlenmelere dek geniş bir alanda nüfuzu var. Bu da Türkiye- ABD ilişkilerinin sorgulanmasını, ilişkilere eleştirel yaklaşılmasını zorlaştırıyor.”Şu sorunun cevabı önemli;
Acaba ABD geniş alandaki o nüfuzunu bugün nasıl kullanıyor?

Mahmut Övür/Sabah

Dünün Stratejik Müttefikliği ve Türkiye-ABD İlişkilerinin Bugününe Dair

15 Temmuz 2016’da FETÖ tarafından gerçekleştirilen ve sık kullanılan ifade ile “darbe girişimi” olarak nitelendirilen ama aslında açıkça bir “işgal girişimi” olan hadise, Türkiye-ABD ilişkilerinin gerildiği süreçte yakın dönemde vuku bulan ilk ciddi gelişme olmuştur.
Türkiye, demokrasisini ve vatandaşlarını hedef alan bu hain girişime karşı ABD’den müttefiklik ruhuna uygun denebilecek herhangi bir destek görememiştir.

Stratejik müttefiklik kavramı uzun süre Türkiye-ABD ilişkilerinin tanımlanması için kullanılan bir ifade olmuştur. Her ne kadar Türkiye-ABD ilişkilerinin seyri her dönem bu tanımlamaya uygun bir minvalde yürümüş olmasa da hem iki ülkenin dış politika yapıcıları ve karar alıcıları hem de uluslararası ilişkiler disiplini ile hemhal olanlar genel anlamda bu tanımlamadan vazgeçmemiştir. Buna rağmen ilişkilerde zaman zaman görülen gerilim veya hassas dönemler diye tabir edilen demlerde bu tanımlama üzerine gerekli sorgulamalar da yapılagelmiştir. Açıktır ki bugün iki ülke ilişkilerinde gelinen nokta itibariyle bu tanımlama fazlasıyla sorgulanmaya başlanmıştır; dahası bu tanımlamanın artık iki ülke arasındaki ilişkileri ifade etmediği görüşü hâkim durumdadır. İlişkilerin mevcut durumu hakkında bu görüşün hâkim olmasına yol açan ve yakın dönemde cereyan etmiş olayları hatırlamanın, gelinen noktanın sonuç ve yansımalarını irdelemeyi amaç edinen bu yazının değerlendirmesi için uygun olacağı düşünülmektedir. Son birkaç yıllık zaman zarfında Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan gelişmeleri hatırladığımızda karşımıza gergin ve hassas bir geçmişin çıktığını görmekteyiz. İlişkilerin gerilmesine yol açan gelişmeler 15 Temmuz İşgal Girişimi ve Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) lideri Gülen’in iadesinden Rıza Sarraf konusuna; ABD-YPG ilişkilerinden S-400 ve F-35 başlıklarında ele alınabilir.

15 Temmuz İşgal Girişimi ve Gülen’in İadesi

15 Temmuz 2016’da FETÖ tarafından gerçekleştirilen ve sık kullanılan ifade ile “darbe girişimi” olarak nitelendirilen ama aslında açıkça bir “işgal girişimi” olan hadise, Türkiye-ABD ilişkilerinin gerildiği süreçte yakın dönemde vuku bulan ilk ciddi gelişme olmuştur. Türkiye, demokrasisini ve vatandaşlarını hedef alan bu hain girişime karşı ABD’den müttefiklik ruhuna uygun denebilecek herhangi bir destek görememiştir. Zira ABD yönetimi ancak bu terörist girişimin akamete uğrayacağı kesinleşince Türkiye’deki seçilmiş, meşru hükümete olan desteğini açıklayabilmiştir. Hem Türkiye’deki karar alıcılar nezdinde ve hem de Türkiye kamuoyundan tepki alan ABD’nin bu tutumu, Türkiye’nin terörist başı Gülen’in iadesini ABD’den istemesiyle devam etmiştir. Gülen’e yönelik suçlamalar ve iadesi konusunda ABD makamlarına teslim edilen belge ve dosyaların Washington’da Ankara’nın beklediği ciddiyetle ele alınmaması, Türkiye tarafında sürekli bir eleştiri konusu olurken; ABD’ye yönelik tepkileri de beraberinde getirmiş hatta bu hain girişim ile ABD’nin bağlantısına dair görüşler ortaya çıkmıştır.

Papaz Brunson’un Tutuklanması

15 Temmuz İşgal Girişimi sonrasında yürütülen soruşturma ve operasyonlar kapsamında 2016 yılı Aralık ayında İzmir’de tutuklanan ABD’li Papaz Andrew Craig Brunson, iki ülke ilişkilerinde gerilimin tırmanmasına yol açmış hatta ABD Başkan Donald Trump, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Vaşington ziyaretinde konuyu gündeme getirirken; mikroblog sitesinden de Brunson’un serbest bırakılması gerektiğini belirten bir mesaj paylaşmıştır. Brunson’ın yargılanması devam etmektedir.

Korumalar Hakkında Tutuklama Kararı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Mayıs 2017’de gerçekleştirdiği Vaşington ziyaretinde Türk Büyükelçiliği önünde toplanan ve Türkiye’ye ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a slogan ve hakaretlerle saldıran terör örgütü destekçilerine müdahale eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın korumaları hakkında ABD yargısınca tutuklama kararı ve ülkeye giriş yasağı çıkarılmış; ABD Kongresi de Türkiye’nin korumalar için almayı planladığı 1 milyon 200 bin dolar değerindeki ABD yapımı silahların satışını iptal etmiştir. İki ülke ilişkilerinde görülen gerilimin artmasına sebep olan bu olayda son olarak 11 koruma hakkındaki davanın düşürüldüğü açıklanmıştı.

Metin Topuz’un Tutuklanması

ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nda görevli olan Metin Topuz’un FETÖ’nün 17/25 Aralık kumpasına yönelik yapılan soruşturmalar kapsamında  “anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs”, “devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri, siyasal veya askerî casusluk maksadıyla temin etmek” ve ‘’Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs’’ suçlarından tutuklanması iki ülke ilişkilerinde yeni bir gerilimi doğurmuştur. ABD’nin Türkiye’deki büyükelçisi Jonny Bass tutuklanma ile ilgili olarak skandal denilebilecek açıklamalarda bulunurken;  Topuz’un tutuklanmasından dört gün sonra ABD, Türkiye’den yapılan vize başvurularını askıya aldı. Türkiye’nin mütekabiliyet esasınca karşılık verdiği bu hamle bir süre ilişkilerdeki gerginliğin tırmanmasına yol açarken; daha sonra taraflar karşılıklı olarak normal vize prosedürüne geçiş sağladı.

Rıza Sarraf Olayı

FETÖ’nün 17/25 Aralık’taki kumpasını ABD’de sürdürme gayretleriyle manipüle ettiği ve İran’a uygulanan yaptırımların ihlal edildiği iddiasıyla ABD’de tutuklanan Rıza Sarraf’ın yargılandığı sözde dava ve sonrasında bu davada yine ABD’de tutuklu bulunan Halkbank eski genel müdür yardımcısı Hakan Atilla’nın tek sanık haline gelmesi ile süreç Türkiye karşıtı bir hamle haline getirilmeye çalışılmıştır. Bu olay Türkiye ve ABD ilişkilerindeki gergin tonu bir nebze daha artırırken; son olarak Mehmet Hakan Atilla söz konusu kumpas davasından 32 ay hapis cezası almıştır.

F-35’ler

Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi alacak olması ve son olarak Papaz Brunson’un Türkiye’deki tutukluluğunun devamı üzerine ABD’de bazı senatörler, geçtiğimiz günlerde F-35’lerin Türkiye’ye teslimatını engellemek için Senato’ya bir yasa teklifi sunmuştu. Bundan sonra ABD’nin F-35’ler konusunda Türkiye’ye ambargo uygulayabileceğine dair iddialar gündeme gelmiş; konuyla ilgili son olarak Savunma Sanayii Müsteşarı Prof. Dr. İsmail Demir, Türkiye’nin de proje ortağı olduğu F-35’ler için ilk teslimatın 21 Haziran’da olacağını belirtmiştir.

YPG’ye Destek ve Yardımlar

ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin sınırlarını tehdit edip, sınır illerini hedef alan ve Türkiye’ye dönük saldırı ve tacizlerde bulunan terör örgütü PYD/YPG/PKK ile yakın iş birliğine gitmesi ve binlerce tırlık yardımda bulunması, Türkiye ile ABD ilişkilerinde görülen gerginliği zirveye taşıyan önemli bir unsur olmuştur. Türkiye’nin uyarılarına rağmen ABD’nin hala yardımlara devam etmesi gerilimi artırırken, Münbiç konusunda başlatılan temas süreciyle birlikte yen bir dönem başlamıştır.

ABD’nin Kudüs Hamlesi

ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıma hamlesi ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması ilişkilerin son dönemde gerilmesine yol açan önemli bir başka husus olmuştur. Yaşanan tüm bu gelişmelerin yanında ABD yönetim organlarından birbiriyle çelişecek düzeyde farklı açıklamaların gelmesi, iki ülke arasındaki ilişkilerin gerginliğini yükseltmiştir. ABD ile yaşanan bu gergin sürece karşılık Türkiye’nin Rusya başta olmak üzere komşu ülkelerle olumlu iş birliği örneklerini hayata geçirmesi, Türkiye için bir kez daha Batı’da merkez ve eksen kayması tartışmalarını gündeme getirmiştir. Oysa Türkiye’ye bu eleştiriyi yöneltenler Türkiye’nin kendisini merkeze alan ve 360 derece eksene sahip çok yönlü ve aktif bir dış politika güttüğünü görmezden gelmektedirler. Zira Türkiye bu süreçte Singapur’dan Sudan’a Rusya’dan Suudi Arabistan’a İngiltere’den İran’a Moğolistan’dan Bosna’ya kadar pek çok kıta ve ülkede yoğun bir diplomasi yürütmüş ve geniş bir yelpazede örnek iş birliği modelleri geliştirmeyi başarmıştır. Türkiye’yi eksen kayması vb. gibi argümanlarla itham edenlerin gözden kaçırdığı veya görmek istemediği bir başka husus da Türkiye’nin tüm ittifak anlaşmalarına ve komşularına karşı sorumluluklarını yerine getirdiği gerçeğidir. Ancak buna rağmen ABD’nin üstelik Türkiye gibi NATO ülkesi bir müttefikine karşı bu müttefikinin ulusal güvenliğini tehdit eden bir terör örgütü ile yakın iş birlikleri geliştirmesi, bu terör örgütünü desteklemesi dahası Türkiye’nin sınırlarından dolayı NATO’nun güney sınırlarını da tehdit eden bir terör örgütü ile ortaklık yapması, bu ülkenin terörle mücadeledeki samimiyetinin sorgulanmasını gerektirecek boyutlara ulaşmıştır. ABD açıkça müttefiklik ruhuna aykırı hamleler yapmaktadır.

Kudüs konusunda Türkiye’nin yapmış olduğu tüm çağrı ve uyarılara rağmen ABD’nin attığı adımlar, bu ülkeyi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki oylamada görüldüğü üzere dünyada yalnızlığa iterken; İsrail’in işlediği vahşete ortak etmiş; Filistin-İsrail çatışmasının çözümü noktasında ABD’yi bir arabulucu değil aleni bir taraf haline getirmiştir. Ayrıca Kudüs konusundaki gelişmeler, Birleşmiş Milletler’in reforme edilmesi çağrılarının ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde Türkiye’nin sıklıkla dile getirdiği ‘‘Dünya 5’ten büyüktür.’’ iddiasının gittikçe güç ve vücut bulduğu bir ortamı doğurmuştur. ABD ile yaşanan tüm bu gelişmeler, iki ülke ilişkilerinde görülen gerginliğin tırmanmasına sebep olurken özellikle Türkiye kamuoyundaki ABD algısının da olumsuz bir şekle bürünmesine yol açmıştır.