Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Rüstem Budak

Kaos Nasıl Çıkar?

Milletin vicdanı
ve Devletin aklı
her daim birlikte olmalıdır.
Bunlardan biri olmadığı zaman kaos ortaya çıkar.

Türkiye son yüzyılda bunları birbirinden ayırdı.

Devletin aklı, milletin vicdanını yok saydı.
Milletin vicdanı kendini devletin aklına kabul ettiremedi.

Ama bunların bir araya geldiği dönemlerde ise gerçek anlamda varlığını tamamladı ve misyonunu yerine getirdi.

1919- 1923 döneminde olduğu gibi
Milletin vicdanı ile Devletin aklının bir araya geldiği zamanlarda tarihi yeniden yazdı.

Ancak 1923- 1950 yılları arasında olduğu gibi
Milletin vicdanı ile Devletin aklının birbirinden ayrıldığı ve çatıştığı zamanlarda ise çatışma, kaos ve gerileme eksik olmadı.

An: 15 Temmuz darbesi sabahı İstanbul Büyükşehir Belediyesi havuzunda abdest alan millet. O darbeye direnen milleti, bu darbeyi destekleyen bir akıl yönetmeye talip…
Rüstem Budak

Asıl Tehdit; İslamofobia Değil İslamohobia

İç İnsanlık Düşmanı- Dış İnsanlık Düşmanı yoktur.

İç’tekiler ile Dış’takiler aynıdır. Hem İç İnsanlık Düşman’ına, hem de Dış İnsanlık Düşman’ına karşı; tevhid, adalet, eminlik, güvenlik, güvenirlik, gayret,  strateji, özgürlük ile mücadele edilmelidir, savaşılmalıdır, geriletilmelidir, etkisizleştirilmelidir.

***

Hz. Muhammed’in hayatını eksiksiz şekilde tanımak için yegane kitap: Kur’an-ı Kerim.

Kur’an-ı Kerim; baştan sona peygamberin mücadelesinin özetidir.

Peygamberin hayatını Kur’an’dan değil, temelde rüyalardan, menkıbelerden, senetsiz rivayetlerden öğrenenler Hakikat Peygamberini tanıyamazlar.

***

Yeni Bir Din Dili…

İnsan aklı artık görsellik merkezli olarak inşa ediliyor. Konuşma dilinden din diline kadar her alanda bu dil hâkim olacaktır. Sinema- Resim- Fotoğraf- Dizi Film- Televizyon- İnternet- Reklamlar- Cep Telefonları- Animasyonlar- Klipler… Bu alanı kim doldurursa kitleleri o yönlendirecektir. Müslüman akıl- kalp medeniyeti Hakikat dilini görsellikle ifadesini ortaya koymalıdır. Aksi takdirde sürekli tüketmekten ve piyasanın nesnesi olmaktan öteye gidemeyecektir.

***

Güç Kaynağı…

Başkası tarafından kahramanlaştırılan- beslenen- güçlendirilen kişiler- kurumlar, yine başkaları tarafından aynı şekilde alaşağı edilirler… O zaman dönüp tekrar tekrar bakmak gerekiyor. Güç aldığım kaynak nedir? Mustazaflar mı? Mahrumlar mı? Ezilenler mi? Halk mı? Basiret ve ferasetimiz mi? Adaletli bilginler mi? Allah mı? Yoksa gücümüzün kaynağı; Oligarşiler mi? Güçlüler mi? Zalimler mi? Sermayedarlar mı? Tapınak din adamları mı? Şeytan mı? Sahip olmaktan her daim övündüğümüz güçlerin kaynağına bakalım… Ne kadar güçlü olduğunuzu o zaman anlarsınız…

***

İslam; Tez, Anti Tez ve Sentez’dir.

İslam Tez’dir. Her daim yeni kalan, yenilenen, merkez, ilk olan ve daimi olandır.

İslam Anti Tez’dir. Şirkin, zulmün, fitnenin, kaosun, hilenin, köleliğin Anti Tez’dir.

İslam Sentez’dir. İnsana ait olan ve ruhuna- aklına- kalbine uygun olan herşeyi alır ve sahiplenerek korur- devam ettirir.

***

En Büyük Tehdit; İslamofobia değil İslamohobia…

İslam’ı- Müslümanları tehdit eden şey; İslamofobia değil İslamohobi’dir.

İslamohobia; İslam’ı hayatın içinde dolgu malzemesi olarak kullanmaktır.

İslamohobia; İslamı eğlenceli bir hobi unsuru olarak kullanmaktır.

İslamohobia; İslam’ı çıkarlarına uygun şekilde kullanmaya çalışmaktır.

İslamohobia; İslam’ı gelenekten gelen değerli bir aksesuar olarak yaşam müzesine koymaktır.

İslamohobia; İslam’ı vicdanı rahatlatma aracı olarak kullanmaktır.

***

Kardeş Kavgası…

Bu toprakların değişmeyen kaderi; Habil- Kabil’den bu yana Kardeş Kavgaları… Tarih boyunca iktidarı- mülkü yönetmek- sahip olmak için kardeş kavgaları yaşandı. Bu toprakların kültürü de bu kavgalara çok müsait haldedir. Devlet denilen ilahı ele geçirmek için kardeşlerin fetvalarla boğdurulduğu bir gelenekten gelmekteyiz. Devlet içinde güç elde edenin bu hegemonyaya dönüştürmek için fırsat kolladığı bir geçmişiz var. Daha dün Adnan Menderes’i asanların bugün ellerinde idam ipi geçirilecek boğaz aradığı zamanlardayız.

Kardeş Kavgası dün vardı, bugün var, yarın da olacak… Ama mesele Allah’tan, Adalet’ten, Habil’den, Hüseyin’den yana olmak meselesi…

***

Kutsal Zamanlar…

Günün beş vakti üzerinden tüm günler…
Gecelerin içinden Kadir gecesi üzerinden tüm geceler…
Haftanın günlerinden olan Cuma üzerinden tüm haftalar…
Yılın aylarından olan Ramazan üzerinden tüm aylar…
Yılın bayram günleri üzerinden bayrama dönüşen günler…
Ömürde en az bir defa Hac günleri üzerinden tüm ömür…
kutsanmıştır, değerli kılınmıştır. Kutsallık o an- gece- gün- ay üzerinden hayatın her anını dönüştürme teklifidir.

***

Hesap soracak!

Bedenin… Ailen… Akıllı telefonun… Arkadaşların… Davan… Evin… Araban… Mazlumlar… Yollar… Elbiselerin… Yediklerin… Ağaçlar… Liderler… Ömrün… Kitapların… Düşüncelerin… Mahallen… Öğretmenlerin… Şehrin… Ülken… Bildiklerin…

Ve Allah…

Hesap soracak!

***

Cenneti ve Cehennemi bu dünyada yaşamak…

Bu dünyada bir tek İnsanlar birbirine Cennetler ve Cehennemler var etmeye çalışıyorlar.

Ev- sokak- okul- cadde- şehir- ülke- kıta- bölge… Anne- baba- bakan- başbakan- müdür- patron- lider- şeyh- arkadaş- kardeş… Zaman ve Mekân içinde birbirimizin; ya cennetiyiz…
ya cehennemiyiz… Siz ne oluyorsunuz? Cennet mi? Cehennem mi?

***

İlk Kaynak…

Kaynağımız Kur’an ve Sünnet’ten lafzından ilk kaynağımız; akıl-kalp- nefis-ruh-vicdan bütünlüğünde fıtrat demek daha doğru olur. “Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.” (Araf-172)

“Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak duygularını yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” (Secde-9) Allah, insana verdiği ruh ve aldığı söz ile tevhidi fıtrat üzerine yaratmıştır. İnsanın arayışı da bunları karşılamaktır. Kur’an, Hadis, Bilgi, Âlem, Tecrübe ile bu tevhidi duruşu- aklı- pratiği kurmaya çalışır.

***

İmanınızı yenileyin… Bilgilerinizi yenileyin… Düşüncelerinizi yenileyin… Amellerinizi yenileyin… Okuduklarınızı yenileyin… Arkadaşlarınızı yenileyin… Liderlerinizi yenileyin… Kurumlarınızı yenileyin… Niyetlerinizi yenileyin… Çalışmalarınızı yenileyin… Algılarınızı yenileyin… Hayır dediklerinizi yenileyin… Evet dediklerinizi yenileyin… Yani; “Ey İman edenler İman edin”(Nisa- 136)

***

Modern zamanlarda bütün dinlerin dindarları azaldı.
Kapitalizm karşısında hepsi geri çekildi.
İnsanlığın acıları yeni dirilişi zorunlu kılıyor.
Din asli ruhuyla büyük bir devrime hazırlanıyor.

Rüstem Budak

Daha Fazla İçtihat Zorunluluğu

Her çağda İslami yenilenmenin neden, nasıl, ne zaman olacağına dair her zaman bir arayış vardır ve var olacaktır. Bir din, şu iki esası birlikte yaşayamazsa var olamaz: 1- Süreklilik, 2- Yenilik. Süreklilik içinde yenilenmeli, yenilenirken sürekliliğini korumalıdır. İslam, Tevhidi çizginin sürekliliğini, yenilenerek sağlamıştır.

İslami yenilenme mümkündür! İslami yenilenme zorunludur! İslami yenilenme kaçınılmazdır! Din de yenilenme olmaz demek kelime oyunudur. Din de yenilenme olur. İhya, inşa, aşma ve inşa iradesi gösterir. Yenilenmeyen dinin zaman içindeki karşılığı yoktur. İslami yenilenme gerçekleşmedikçe İslam’ın bu çağdaki karşılığı, sorunların çözümü,  krizlerin aşılması ve yeni şartları kuşatıp aşması mümkün olamayacaktır.

İslam medeniyeti, bir Fıkıh medeniyetidir. İslami yenilenme için her alanda fıkıh yapılmalıdır. Müslümanları fıkıh- düşünce- pratik üretmekten korkutmak ve tapınaklara mahkûm etmek istiyorlar. Gerici laisist, sol, Batıcı, liberal, ulusalcı kesim Müslümanların siyasal kazanımlarının diğer alanlarda yani toplumsal, kültürel, düşünsel, ekonomik alanda söz söylemesini, düşünsel olarak temellendirmesini ve her alanda fıkıh- düşünce- pratik üretmesini engellemek istiyorlar.

Daha Fazla Fıkhi İçtihat Zorunluluğu

Müslümanlar daha fazla fıkıh üretmelidirler. Bunun için Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı, kanunlarını, tüzüklerini çok iyi bilmelidirler. Şu anda Anayasa’daki kanunlar birer fıkhi içtihattır, dini yorumdur. İslam’ın yaklaşımlarına ters düşen ve karşıt olan neler varsa bunlar dönüştürülmelidir. Aşamalılık ve toplumsal talep merkez alınmalıdır. Yine bireysel ve toplumsal alanda yazılı kanun olması gerektirmeyen hususlarda helal, haram veya diğer tanım gerektiren yorumlar ivedilikle yapılmalıdır.

Tam da bu noktada bir soru: Türkiye’de hangi âlim- aydın- şeyh- hoca- imam Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı ve kanunlarını başından sonuna dikkatlice okumuş, üzerinden düşünmüş ve tezler üretmiştir?

Türkiye Cumhuriyeti  Anayasası, kanunları, yönetmelikleri, tüzükleri  ve diğer tüm çalışma esaslarını belirleyen ilkeler Müslümanlar için İslami Fıkıh’ın konusudur. Propagandalara, manipülasyonlara, illüzyonlara ve envai saldırılara aldırmadan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin  anayasası, kanunları,  yönetmelikleri, tüzükleri, esasları;
âlimler, aydınlar, hukukçular, idareciler ve toplum tarafından İslami esaslara uygunluğu
tartışılarak, konuşularak, değerlendirilerek toplumsal değişime paralel olarak
yenilenmelidir. Şu anda zaten Türkiye bir şeriat (yani bir kanun- kural- yönetmelik- sözleşmeler) ile yönetiliyor. Yaşadığımız bu anayasada İslam’a uygun olanlar var. Olmayanlar var.

Bize düşen, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı İslami düşünce ve pratiklerle dönüşmesini sağlamaktır. Türkiyeli bazı Müslüman çevrelerin en büyük zihinsel handikabı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tanımamaları, anlamamaları ve dönüştürmek için gerekli alt yapıdan yoksun olmalarıdır.

Âlimler, hocalar ve diğer ilim ehli insanlar; fıkıh söz konusu olduğunda yorum yapmaktan korkuyorlar. Bu korkularının bir sebebi konulara vakıf olmamaları, bir sebebi de  ne yazık ki zamanın ruhuna uygun fıkhi içtihatta bulunamamaları ve hukuki zemini ortaya koyamamalarıdır. Bu düşünsel vesayete aldırmadan, Müslümanların daha fazla fıkhi içtihatta bulunmaları zorunludur.

Sosyal medya fıkhı… Ticaret fıkhı… Siyaset fıkhı… Yol fıkhı… Apartman fıkhı… Teknoloji fıkhı… Sermaye fıkhı… Cami fıkhı… Doğa fıkhı… Üretim fıkhı… Çarşı fıkhı… Örtünme fıkhı…
Alışveriş fıkhı… Telefon fıkhı… Sinema fıkhı… Müzik fıkhı… Banka fıkhı… Bitcoin fıkhı… Savaş fıkhı… Eğitim fıkhı… Evlilik fıkhı… Sağlık fıkhı… Moda fıkhı… Hayvancılık fıkhı… Trafik fıkhı… İlaç fıkhı… Hareket fıkhı… Pazarlama fıkhı… Metrobüs fıkhı… Gıda fıkhı… Lokanta fıkhı… AVM fıkhı… Reklam fıkhı… Radyo fıkhı… Televizyon fıkhı… Çalışma fıkhı… İhale fıkhı… Kamu yerleştirme fıkhı… İmar fıkhı… Eğlence fıkhı… Ceza fıkhı… Miras fıkhı… Aile fıkhı…

Her alanda fetvalar verilmeli ve içtihatta bulunulmalıdır. İçtihat kapısı sonuna kadar açıktır.
Yeni ekoller, mezhepler, akımlar ve yaklaşımlar ortaya çıkmalıdır. Daha içtihat kapısının kapalı olduğuna inananlar var! Yeni mezhepler çıkmaması gerektiğine inananlar var!
Laik bir tavırla dinin devlet işlerine karışmaması gerektiğine inananlar var! Hükümler de yenilenir. Kur’an’da birçok hüküm zamanın ve şartların değişimi ile değişmiştir. Vahiy canlı bir tanıktır, İslami yenilenmeye…

Din şu anda pratize ediliyor.  Fıkıh an be an yaşanan tecrübe içinden üretilir. Başta Anayasa olmak üzere her zaman yenilenecek metinler vardır. Önce yazılıp sonra uygulamaya konulmaz. Topluma hiçbir şey zorla dayatılamaz.

Bir dönem fıkhi yorumlar ön plandaydı. Daha sonra zamanı değil denilerek fıkhi yorumlar bir kenara bırakıldı. Âlimler, hocalar, imamlar, hukukçular ve şeyhler fetva vermekten utanır hale geldi. Sohbetlerinde veya konuşmalarında ahlak ve şuur merkezli konuştular, yazıyorlar. Oysa insanlar artık fiili bir cevap ve uygulama bekliyorlardı.

İslami yenilenme için mücadele edilen, değiştirilmek istenen sistemlerin- dinlerin çok iyi tanınması gereklidir. Türkiye’deki alimlerden, şeyhlerden, hocalardan hangisi Kapitalizm, Sosyalizm, Liberalizm, Postmodernizm, Agnostizm, Ateizm, Deizm ve Nihilizm’i tanıyor, biliyor ve sorguluyor? Bu ideolojileri tanıyamayan, okumayan, düşünmeyen alim bu çağa cevap veremez. Türkiye’de alim ve aydın dediğimiz kişilerin %99’u bu konuların cahilidir.

Batı düşüncesi- felsefesi İkbal- Şeriati- Aliya’nın yöntem ve mantığı üzerinden okunmadıkça hiçbir değer ve anlam ifade etmez. Diğer okuma yöntem ve mantıklarının kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Âdem’den bu yana tüm insanlık birikimindeki tevhidi- İslami çizgi bizimdir. Bu çizgi insanlığın var olduğu her coğrafyada farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Batı tecrübesi de insanlık tecrübesidir. Ve bu tecrübede de tevhidi- İslami damar bulunmaktadır. Bunu bilmek, anlamak ve ayrıştırmak Müslüman olarak sorumluluğumuzdur.

Zilletimiz, Batıyı merkez edinmekle başlamadı. Aksine  Batı bizi uykumuzdan uyandırdı. İslam’ı nasıl salt olarak şu andaki İran- Suud- Mısır- Pakistan- Türkiye’ye bakarak ölçemiyorsak, Batı’yı da İngiltere- Amerika- Fransa- Almanya’ya  bakarak ölçemeyiz. Müslüman aydınlar; Batı felsefesi- düşüncesi hakkında ansiklopedik bilgi taşıyıcılığı yapmayı düşünce zannediyorlar. Müslümanlar; felsefe ayrı, din ayrı yaklaşımı üzerinden daha ilk anda çıkmaza düşüyorlar. Bilimleri- ilimleri din içi- din dışı olarak tasnif etmek, krizin temelidir. Yeryüzünde var olan her imaj- imge- olgu- algı din ile ilgilidir. Müslüman aydınlar, halen Batı düşünce birikimi/ felsefesi ile İslam düşünce birikimi/ felsefesi arasında ilgi- ilişki- birlik- ayrışma- çatışmayı kuramıyor.

Doğu- Müslüman toplumlarda- cemaatlerde- tarikatlarda- örgütlerde- devletlerde yapılan her şeyin, İslam olduğu- İslam adına yapıldığı yargısı- iddiası- görüşü batıldır- yalandır- iftiradır. Bunu bir yandan, bu topraklarda yaşayan Müslüman topluluklar; yaptıklarını İslam- Kur’an- Allah- Peygamber adına- onların emri imişçesine yaptıkları yalanını- cehaletini- sahtekârlığını- aldanmışlığını iddia ediyorlar. Bu Müslüman- Cahiliye- Şirk toplumunun devamını sağlıyor. Diğer yandan, Batı medeniyetinin iç ve dış temsilcileri, medyası, sineması, akademisi, aydınları; Doğu- Müslüman toplulukların yaptığı her eylemi, davranışı, tepkiyi İslam’ın emri böyledir, düşüncesi- niyeti içerisinde okuyorlar. Bu hem İslamofobi hastalığını besliyor hem de toplulukların İslam’ın mesajını doğru anlamasına- algılamasına engel oluşturuyor.

Bugünkü Müslümanların İslami anlayış ve pratikleri eksik, yanlış, tahrif, zulüm, donmuşluk, ruhsuzluk barındırıyor. Din insanlar var oldukça güncellenir. İnsanların yaşadıkları yeni sorunlara ve durumlara dair varlık âleminin her unsurunu katarak cevap üretir.

Gelenekten gelen her şey İslami değildir. Bugünkü İslami anlayışımız, insanlığın acılarına derman olamıyor. Bugünkü İslami düşüncemiz, Müslümanların sorunlarına çözüm üretemiyor. Bugünkü İslami tecrübemiz, insanlığın umudu olamıyor. Bugünkü İslami pratiğimiz, kapitalizm başta olmak üzere diğer -izmlere cevap üretemiyor. Bugünkü İslami teorimiz, insanlığın tecrübî birikimini ıskalıyor.

Müslümanlık, inandığımız dinin pratiğidir. İnandığımız dini anlayış ve pratikte de bir problem var ki Müslümanlığımız da sorunlu oluyor. İslam paketlenmiş bir din değildir. İnsanın yürüyüşündeki teori ve pratiğe göre şekil alır. Allah’ın katındaki İslam tam ve kâmildir. Bugün insanların katındaki İslam ise eksiktir. İslam tamdır, deyip kendi eksik, yanlış, hatalı İslam anlayışımızı tam ve kâmil İslam olarak sunuyoruz.

Akıl- Kalp- Nefis- Ruh ve Fıtratı temel alarak vahiy ve tecrübenin rehberliğinde cevap üretecek. Bu cevaplardan en güzeline uyulacak. Şu anda hayatımızın her alanında ifade edemediğimiz birçok şeyde dini yenilenme yaşıyoruz. Bu tanımlamaya korkuyoruz.
Dini birçok alanda yeniledik, yenileyeceğiz. Tevhid ilkesine bağlı kalarak dinde yenilenme sürmektedir.

İslami anlayış, yorum ve pratiklerde farklı yaklaşımlar için ifade özgürlüğüne evet! demeliyiz. Sonuna kadar en zıt ve ileri görüşlerini de paylaşması taraftarı olmalıyız. Bu olmadığı zaman içtihat- yorum olmaz. Ama ne yazık ki bu aklın bir geleceği ve vereceği bir şey yok. Modern zaman karşısında tutunamayan bir akıl! Modern zamanın insanının arayışlarına bu akıl cevap olamaz.

Modern zaman her şeyi yeniden biçimlendiriyor. Ne yazık ki Müslümanlar siyasetten düşünceye, mimariden sanata her alanda bu sistemle hesaplaşabilecek donanımda ve ufukta değiller. Vaaz edip duruyorlar, bir fıkhi yorum üretemiyor, geçmiş bir fıkhi yorumun aynısını bu zamana taşımaya çalışıyoruz.

Tatbik etmek için düşünsel temel ile pratiğin birlikte yürümesi gerekir. Bunlardan biri diğerinin önüne geçtiği zaman yabancılaşma başlar. Müslümanlar var ise İslamileşme vardır. Batı veya Doğu’dan, diğer dünya tecrübelerinden şirk, zulüm, kötülük barındıran hususlar ile etkileşiyoruz. Bunları aşmanın ve ortadan kaldırmanın mücadelesini vereceğiz.

Allah, temel ilke ve hedefleri gözeterek toplumsal, siyasal, kültürel değişimi insanların iradelerini de gözeterek yenilemiştir. Kur’an-ı Kerim İslami yenilenmenin temel ilkelerini hem teorik hem de pratik olarak en güzel şekilde ortaya koymaktadır. Allah, bu sorumluluğu Peygamber hayatta iken ona vermiştir. Peygamber vefat ettikten sonra bu sorumluluk tüm Müslümanlara aittir. Allah, kendi hükümlerini toplumsal değişime paralel değiştirmişse,
biz de ceza, yönetmelik, hüküm, kanunları değişime paralel değiştirebiliriz.

Müslümanlar artık bazı hususları aşmalı ve yeniden inşa sürecini devam ettirmelidirler. Zaman, İslam’ın Zamanı’dır.

Rüstem BUDAK

Daha Fazla Fıkhi İçtihat Zorunluluğu

Müslümanlar daha fazla fıkıh üretmelidirler. Bunun için Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı, kanunlarını, tüzüklerini çok iyi bilmelidirler. Şu anda Anayasa’daki kanunlar birer fıkhi içtihattır, dini yorumdur. İslam’ın yaklaşımlarına ters düşen ve karşıt olan neler varsa bunlar dönüştürülmelidir. Aşamalılık ve toplumsal talep merkez alınmalıdır. Yine bireysel ve toplumsal alanda yazılı kanun olması gerektirmeyen hususlarda helal, haram veya diğer tanım gerektiren yorumlar ivedilikle yapılmalıdır.

Tam da bu noktada bir soru: Türkiye’de hangi âlim- aydın- şeyh- hoca- imam Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı ve kanunlarını başından sonuna dikkatlice okumuş, üzerinden düşünmüş ve tezler üretmiştir?

Türkiye Cumhuriyeti  Anayasası, kanunları, yönetmelikleri, tüzükleri  ve diğer tüm çalışma esaslarını belirleyen ilkeler Müslümanlar için İslami Fıkıh’ın konusudur. Propagandalara, manipülasyonlara, illüzyonlara ve envai saldırılara aldırmadan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin  anayasası, kanunları,  yönetmelikleri, tüzükleri, esasları;
âlimler, aydınlar, hukukçular, idareciler ve toplum tarafından İslami esaslara uygunluğu tartışılarak, konuşularak, değerlendirilerek toplumsal değişime paralel olarak yenilenmelidir. Şu anda zaten Türkiye bir şeriat (yani bir kanun- kural- yönetmelik- sözleşmeler) ile yönetiliyor. Yaşadığımız bu anayasada İslam’a uygun olanlar var. Olmayanlar var.

Bize düşen, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı İslami düşünce ve pratiklerle dönüşmesini sağlamaktır. Türkiyeli bazı Müslüman çevrelerin en büyük zihinsel handikabı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nı tanımamaları, anlamamaları ve dönüştürmek için gerekli alt yapıdan yoksun olmalarıdır.

Âlimler, hocalar ve diğer ilim ehli insanlar; fıkıh söz konusu olduğunda yorum yapmaktan korkuyorlar. Bu korkularının bir sebebi konulara vakıf olmamaları, bir sebebi de  ne yazık ki zamanın ruhuna uygun fıkhi içtihatta bulunamamaları ve hukuki zemini ortaya koyamamalarıdır. Bu düşünsel vesayete aldırmadan, Müslümanların daha fazla fıkhi içtihatta bulunmaları zorunludur.

Sosyal medya fıkhı… Ticaret fıkhı… Siyaset fıkhı… Yol fıkhı… Apartman fıkhı… Teknoloji fıkhı… Sermaye fıkhı… Cami fıkhı… Doğa fıkhı… Üretim fıkhı… Çarşı fıkhı… Örtünme fıkhı…
Alışveriş fıkhı… Telefon fıkhı… Sinema fıkhı… Müzik fıkhı… Banka fıkhı… Bitcoin fıkhı… Savaş fıkhı… Eğitim fıkhı… Evlilik fıkhı… Sağlık fıkhı… Moda fıkhı… Hayvancılık fıkhı… Trafik fıkhı… İlaç fıkhı… Hareket fıkhı… Pazarlama fıkhı… Metrobüs fıkhı… Gıda fıkhı… Lokanta fıkhı… AVM fıkhı… Reklam fıkhı… Radyo fıkhı… Televizyon fıkhı… Çalışma fıkhı… İhale fıkhı… Kamu yerleştirme fıkhı… İmar fıkhı… Eğlence fıkhı… Ceza fıkhı… Miras fıkhı… Aile fıkhı…

Her alanda fetvalar verilmeli ve içtihatta bulunulmalıdır. İçtihat kapısı sonuna kadar açıktır. Yeni ekoller, mezhepler, akımlar ve yaklaşımlar ortaya çıkmalıdır. Daha içtihat kapısının kapalı olduğuna inananlar var! Yeni mezhepler çıkmaması gerektiğine inananlar var!
Laik bir tavırla dinin devlet işlerine karışmaması gerektiğine inananlar var! Hükümler de yenilenir. Kur’an’da birçok hüküm zamanın ve şartların değişimi ile değişmiştir. Vahiy canlı bir tanıktır, İslami yenilenmeye…

Din şu anda pratize ediliyor.  Fıkıh an be an yaşanan tecrübe içinden üretilir. Başta Anayasa olmak üzere her zaman yenilenecek metinler vardır. Önce yazılıp sonra uygulamaya konulmaz. Topluma hiçbir şey zorla dayatılamaz.

Bir dönem fıkhi yorumlar ön plandaydı. Daha sonra zamanı değil denilerek fıkhi yorumlar bir kenara bırakıldı. Âlimler, hocalar, imamlar, hukukçular ve şeyhler fetva vermekten utanır hale geldi. Sohbetlerinde veya konuşmalarında ahlak ve şuur merkezli konuştular, yazıyorlar. Oysa insanlar artık fiili bir cevap ve uygulama bekliyorlardı.

İslami yenilenme için mücadele edilen, değiştirilmek istenen sistemlerin- dinlerin çok iyi tanınması gereklidir. Türkiye’deki alimlerden, şeyhlerden, hocalardan hangisi Kapitalizm, Sosyalizm, Liberalizm, Postmodernizm, Agnostizm, Ateizm, Deizm ve Nihilizm’i tanıyor, biliyor ve sorguluyor? Bu ideolojileri tanıyamayan, okumayan, düşünmeyen alim bu çağa cevap veremez. Türkiye’de alim ve aydın dediğimiz kişilerin %99’u bu konuların cahilidir.

Batı düşüncesi- felsefesi İkbal- Şeriati- Aliya’nın yöntem ve mantığı üzerinden okunmadıkça hiçbir değer ve anlam ifade etmez. Diğer okuma yöntem ve mantıklarının kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Âdem’den bu yana tüm insanlık birikimindeki tevhidi- İslami çizgi bizimdir. Bu çizgi insanlığın var olduğu her coğrafyada farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Batı tecrübesi de insanlık tecrübesidir. Ve bu tecrübede de tevhidi- İslami damar bulunmaktadır. Bunu bilmek, anlamak ve ayrıştırmak Müslüman olarak sorumluluğumuzdur.

Zilletimiz, Batıyı merkez edinmekle başlamadı. Aksine  Batı bizi uykumuzdan uyandırdı. İslam’ı nasıl salt olarak şu andaki İran- Suud- Mısır- Pakistan- Türkiye’ye bakarak ölçemiyorsak, Batı’yı da İngiltere- Amerika- Fransa- Almanya’ya  bakarak ölçemeyiz. Müslüman aydınlar; Batı felsefesi- düşüncesi hakkında ansiklopedik bilgi taşıyıcılığı yapmayı düşünce zannediyorlar. Müslümanlar; felsefe ayrı, din ayrı yaklaşımı üzerinden daha ilk anda çıkmaza düşüyorlar. Bilimleri- ilimleri din içi- din dışı olarak tasnif etmek, krizin temelidir. Yeryüzünde var olan her imaj- imge- olgu- algı din ile ilgilidir. Müslüman aydınlar, halen Batı düşünce birikimi/ felsefesi ile İslam düşünce birikimi/ felsefesi arasında ilgi- ilişki- birlik- ayrışma- çatışmayı kuramıyor.

Doğu- Müslüman toplumlarda- cemaatlerde- tarikatlarda- örgütlerde- devletlerde yapılan her şeyin, İslam olduğu- İslam adına yapıldığı yargısı- iddiası- görüşü batıldır- yalandır- iftiradır. Bunu bir yandan, bu topraklarda yaşayan Müslüman topluluklar; yaptıklarını İslam- Kur’an- Allah- Peygamber adına- onların emri imişçesine yaptıkları yalanını- cehaletini- sahtekârlığını- aldanmışlığını iddia ediyorlar. Bu Müslüman- Cahiliye- Şirk toplumunun devamını sağlıyor. Diğer yandan, Batı medeniyetinin iç ve dış temsilcileri, medyası, sineması, akademisi, aydınları; Doğu- Müslüman toplulukların yaptığı her eylemi, davranışı, tepkiyi İslam’ın emri böyledir, düşüncesi- niyeti içerisinde okuyorlar. Bu hem İslamofobi hastalığını besliyor hem de toplulukların İslam’ın mesajını doğru anlamasına- algılamasına engel oluşturuyor.

Bugünkü Müslümanların İslami anlayış ve pratikleri eksik, yanlış, tahrif, zulüm, donmuşluk, ruhsuzluk barındırıyor. Din insanlar var oldukça güncellenir. İnsanların yaşadıkları yeni sorunlara ve durumlara dair varlık âleminin her unsurunu katarak cevap üretir.

Gelenekten gelen her şey İslami değildir. Bugünkü İslami anlayışımız, insanlığın acılarına derman olamıyor. Bugünkü İslami düşüncemiz, Müslümanların sorunlarına çözüm üretemiyor. Bugünkü İslami tecrübemiz, insanlığın umudu olamıyor. Bugünkü İslami pratiğimiz, kapitalizm başta olmak üzere diğer -izmlere cevap üretemiyor. Bugünkü İslami teorimiz, insanlığın tecrübî birikimini ıskalıyor.

Müslümanlık, inandığımız dinin pratiğidir. İnandığımız dini anlayış ve pratikte de bir problem var ki Müslümanlığımız da sorunlu oluyor. İslam paketlenmiş bir din değildir. İnsanın yürüyüşündeki teori ve pratiğe göre şekil alır. Allah’ın katındaki İslam tam ve kâmildir. Bugün insanların katındaki İslam ise eksiktir. İslam tamdır, deyip kendi eksik, yanlış, hatalı İslam anlayışımızı tam ve kâmil İslam olarak sunuyoruz.

Akıl- Kalp- Nefis- Ruh ve Fıtratı temel alarak vahiy ve tecrübenin rehberliğinde cevap üretecek. Bu cevaplardan en güzeline uyulacak. Şu anda hayatımızın her alanında ifade edemediğimiz birçok şeyde dini yenilenme yaşıyoruz. Bu tanımlamaya korkuyoruz. Dini birçok alanda yeniledik, yenileyeceğiz. Tevhid ilkesine bağlı kalarak dinde yenilenme sürmektedir.

İslami anlayış, yorum ve pratiklerde farklı yaklaşımlar için ifade özgürlüğüne evet! demeliyiz. Sonuna kadar en zıt ve ileri görüşlerini de paylaşması taraftarı olmalıyız. Bu olmadığı zaman içtihat- yorum olmaz. Ama ne yazık ki bu aklın bir geleceği ve vereceği bir şey yok. Modern zaman karşısında tutunamayan bir akıl! Modern zamanın insanının arayışlarına bu akıl cevap olamaz.

Modern zaman her şeyi yeniden biçimlendiriyor. Ne yazık ki Müslümanlar siyasetten düşünceye, mimariden sanata her alanda bu sistemle hesaplaşabilecek donanımda ve ufukta değiller. Vaaz edip duruyorlar, bir fıkhi yorum üretemiyor, geçmiş bir fıkhi yorumun aynısını bu zamana taşımaya çalışıyoruz.

Tatbik etmek için düşünsel temel ile pratiğin birlikte yürümesi gerekir. Bunlardan biri diğerinin önüne geçtiği zaman yabancılaşma başlar. Müslümanlar var ise İslamileşme vardır. Batı veya Doğu’dan, diğer dünya tecrübelerinden şirk, zulüm, kötülük barındıran hususlar ile etkileşiyoruz. Bunları aşmanın ve ortadan kaldırmanın mücadelesini vereceğiz.

Allah, temel ilke ve hedefleri gözeterek toplumsal, siyasal, kültürel değişimi insanların iradelerini de gözeterek yenilemiştir. Kur’an-ı Kerim İslami yenilenmenin temel ilkelerini hem teorik hem de pratik olarak en güzel şekilde ortaya koymaktadır. Allah, bu sorumluluğu Peygamber hayatta iken ona vermiştir. Peygamber vefat ettikten sonra bu sorumluluk tüm Müslümanlara aittir. Allah, kendi hükümlerini toplumsal değişime paralel değiştirmişse, biz de ceza, yönetmelik, hüküm, kanunları değişime paralel değiştirebiliriz.

Müslümanlar artık bazı hususları aşmalı ve yeniden inşa sürecini devam ettirmelidirler. Zaman, İslam’ın Zamanı’dır.

Rüstem Budak

Ekrem İmamoğlu Kimdir?

İstanbul ile ilgili hiçbir projesi olmayan…

Türkiye’nin sorunları hakkında hiçbir görüş, teklif ve çözüm önermeyen…

“Her şey çok güzel olacak” derken aslında yaptığı ve yapacağı hiçbir şeyi olmadığı için repliklerle algı oluşturmaya çalışan…

Herkesin aradığı FETÖ’nün siyasi ayağını teşkil eden…

Sadece halkın içinde gezip, sahte gülücüklerle propaganda yapan…

İttifak yaptığı HDP’yi açıkça söylemeyip, daha söylemediği birçok şey gibi gizli ajandası olan…

Mazbatayı aldığı gün dahi FETÖ- ABD’nin şehit ettiği insanları anmayan ve FETÖ’nün umudu olan…

FETÖ’nün kanalı STV’de yorumculuk ve Beylikdüzü belediye başkanlığı sırasında diktiği Makaryos heykeli dışında hiçbir şeyle gündeme gelmeyen…

Uyumlu, uyutulmuş, uydurulmuş bir Türkiye için emperyalistler tarafından desteklenen…

Beylikdüzü belediye başkanlığında “Beton Ekrem” olarak anılan ve belediyecilikte sıradan bir profil çizen…

Ekrem İmamoğlu bu halka yutturulamaz!

Böylesi sahte, banal, vizyonsuz, kullanışlı bir profil üzerinden Türkiye dizayn edilemez.

Rüstem Budak

Medeni Vefat Etti

Cezayirli siyaset adamı, alim ve aydın Abbas Medeni vefat etti.

İlk defa bir darbenin nasıl yapıldığına şahit olmuştuk.

Ülkede seçimler yapılıyor, seçimi kazanan parti ülke içindeki oligarşik yapıların ve küresel emperyalizmin istediği parti olmuyor.

Öncesinde algı operasyonları ardından darbe…
Dağılan ülke, katledilen canlar, iç kargaşa ve kaos…

Batı ve Türkiye’deki bazı kesimler o dönemde Cezayir’de yapılan darbeyi desteklediler.

Türkiye’de bazı kesimler Cezayir darbesini Refah Partisinin yükselişine paralel olarak örnek gösterdiler.

Abbas Medeni mutedil tavrını hep muhafaza etmeye çalıştı.

Allah rahmet eylesin.

Verdiği mücadelesine selam olsun.

Rüstem Budak

İstanbul Türkiye’yi Tehdit Ediyor

Korkuları, endişeleri çoğaltan bir şehirdir artık İstanbul. Rızık korkusu, güvenlik korkusu, trafik korkusu, ev korkusu, çocuk korkusu, çevre korkusu, mahalle korkusu, zaman korkusu, pahalılık korkusu. Giderek büyüyen ve çoğalan korkular İstanbul insanını çepeçevre sarmaktadır. Korkuların sarmalında ümitler tükenmektedir.

İstanbul, bu toprakların kaderini elinde tutan, şekillendiren, yönlendiren bir karaktere, ruha, güce ve iradeye sahiptir. Tarih boyunca İstanbul’un konumu, birikimi ve tecrübesi bu toprakların kaderiyle paralel olmuştur. Son yüzyılda yaşanan siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel değişimlerle birlikte İstanbul’un yeni çizgisi artık Türkiye için imkân, güç, denge, fırsat olarak anlam kazanmamaktadır. Artık İstanbul, Türkiye’yi tehdit etmektedir. Bu tehditler giderek artarken bunun bir çatışmaya dönüşme ihtimali de bulunmaktadır.

İstanbul’u, Cumhuriyet ile birlikte farklı bir süreç beklemekteydi. İmparatorluk bakiyesi bu şehir, başkent olarak Ankara’nın ilan edilmesiyle birlikte göreceli önem kayması yaşadı. Ankara’nın başkent ilan edilmesi bir nevi İstanbul’u koruyucu bir bariyer işlevi gördü. Ancak son elli yılda o bariyer aşıldı. Cumhuriyet aklı, Ankara’yı inşa ederken, İstanbul’un değerini düşürüyordu. İstanbul’un esas tehdit hüviyeti kazanması Cumhuriyet aklının İstanbul gibi nadide bir şehrin geleceğini planlamaktan yoksun bir halde olmasından kaynaklanıyordu. İstanbul’u alelade bir şehir olarak düşünmeye çalışan, bu da yetmezmiş gibi Ankara ile kıyaslayarak negatif ayrımcılık yapan anlayış sebebiyle bu şehir, adeta Türkiye için bir tehdit olacak noktaya gelmiştir.

İstanbul, nüfus olarak büyük bir yığılmaya maruz kaldı. Karadeniz, İç Anadolu ve Doğu Anadolu merkezli göç, nüfus patlaması oluşturdu. İstanbul, sadece Türkiye içinden değil bu hinterlandda bulunan ülkelerden de büyük göçler almaya devam ediyor. Oysaki İstanbul böylesine büyük bir nüfusu barındırmaya elverişli bir şehir değildir. Denizlerle çevrili bir coğrafyada narin ve kırılgan bir yapıya sahiptir. Bu nüfus akış İstanbul’u hoyrat, kaotik, dağınık, estetikten yoksun bir hale sokmuştur. Gelen insanlar düzenli bir yerleşim planlaması ile değil yağma ve rant merkezli dönüşüm ile yerleşmişlerdir. Bu nüfus yoğunluğu ev, mahalle, çarşı, park, okul, işyeri, fabrika gibi yerleşim alanlarını neredeyse tanımsız hale getirmiştir.

İstanbul’da büyük enerji sömürüsü yaşanmaktadır. İnsanın varoluşsal enerjisi ve iradesi hayatın her alanında büyük bir dönüşümü gerçekleştirmek için vardır. Oysa İstanbul’da insan enerjisi ve iradesinin işlevli, gelişmeye açık, yenilikçi ve derinlikli bir hüviyeti yoktur.

İnsanlar varoluşsal olarak kendilerini tehdit altında görüyorlar ve İstanbul’un yüklediği yükü taşımaya çalışıyorlar. İstanbul’un ortaya çıkardığı enerjiyi yaşamadan, kendi enerjilerini de tüketerek anlamsız bir bocalama içerisinde yaşam mücadelesi veriyorlar.

Türkiye halen İstanbul merkezli bir yatırım ve dönüşüm sürecini devam ettirmeye çalışıyor. Marmara bölgesi merkezi çekim alanı olma hüviyetini sürdürüyor. Bu durum, mevcut yükün daha çok ağırlaşmasına yol açıyor. Sermaye hareketliliği İstanbul merkezli olarak sürmektedir. Haliyle Türkiye’nin yükü de İstanbul’un üzerine binmektedir.

İstanbul’da yaşayan ve yaşam dinamiğine göre büyüyen insanlar başka bir şehirde yaşayamamaktadır. İstanbul’un yoğunluğu, hareketliliği, değişkenliği insanları İstanbul’a bağımlı kılmaktadır. Buraya alışan insanlar iş ve yaşamını İstanbul dışında sürdürememektedirler. Yaşam standartları yönünden eşsiz bir gibi görünen ama birçok gerçeği örten İstanbul, insanların gerçeği görmesini engellemektedir. İstanbul’un bu ayartıcı karakteri insanları bu şehre mahkûm etmektedir. Kişiyi kendine âşık ettiren ama bir türlü vuslata erdiremeyen sevgiliye dönmüştür İstanbul.

İstanbul ile Anadolu arasında dengeli bir ilişki oluşturulamamaktadır. İstanbul’un kendi dışındakini taşra olarak nitelemesi ve bu kibrini ısrarla sürdürmesi hakikat perdesinin aralanmasını da engellemektedir. İstanbul’un Anadolu taşrasına karşı takındığı kibri bırakması zor gözükmektedir. Taşradan gelecek en küçük eleştiriye bile tahammülü yoktur İstanbul’un. Bu durumda hemen taşrayı susturmaya ve geriliğini ifade ederek mahkûm etmeye çalışmaktadır. Anadolu’nun kendisini taşra olarak görüp İstanbul’a verdiği paye de bu bakış açısını derinleştirmektedir.

İstanbul’a Mahkumiyet

İstanbul aydınları, gazetecileri, yazarları büyük bir akıl tutulmasına mahkûm etmektedir. Öncelikle mesele olarak İstanbul gündeme gelmemektedir. İstanbul’a yönelik edebi tefekkür oluşmamaktadır. İstanbul aydını imparatorluk bakiyesi gelenek ile birlikte çevreyi- taşrayı düzeltmeye ve yön vermeye çalışır. Ama hep kendisini unutur. Düşünce ve edebiyatta İstanbul’un yaşadığı krize dair izlenimler, hissiyatlar, tavırlar, duruşlar ve söylemler çok güçlü bir şekilde yer almaz. Neredeyse herkes bir gün geldiği köye dönmenin beklentisi içindedir. Oysa köye-taşraya-çevreye hiçbir zaman dönemeyecektir.

İstanbul düşünce-ideoloji gettolarından oluşmaktadır. Bu gettoların birbirinden haberi yoktur. Farklı ve zıt kesimler arası diyalog oluşmadığı için fikirsel olarak bir mayalanma da söz konusu olamamaktadır. Konuşulmayan, tartışılmayan, paylaşılmayan, sese ses verilmeyen bir zeminde düşünce oluşmaz. Gettolar birbirlerini güneş geçirmez camların ardından seyrederler. Diğer gettoların kitap ve gazetelerini takip etmezler. Cevap vermek zorunda kaldığı zaman perde arkasından kime ve niçin cevap verdiğini bilmeden konuşur. Ortak, kesişen, birleşen yollar bulunmamaktadır. Yolları kesişmeyenler, kendi mahallesinde düşünce konformizmi içinde konuşmaya devam eder. İstanbul düşünce ve ideolojik katmanlar arası diyalogu ortadan kaldırmaktadır.

İstanbul’da trafik birincil gündem olmaya devam etmektedir. Trafikte yaşam, trafikte zaman, trafikte psikoloji, trafikte israf, trafik stres, trafikte düşünce, trafikte sosyal ilişki, trafikte diyalog, trafikte mesai. Her bir olgu için ayrı bir açıklama mümkündür. Trafik olgusu insan ruhunu, enerjisini, düşüncesini emen büyük bir vakum halini aldı. Atılan onca adıma rağmen birincil sorun olmaya devam ediyor.

Her şehrin yapısı ve kültürü, inşa edilmek istenen kimliği, kişiliği ve dinamizmi etkiler. İstanbul’un Müslüman kimliğe katkısı farklı düzeylerde oluşuyor. Dini yaşamın, şehrin kimliğine aksettiği semboller bu katkıyı belirgin kılıyor. Camiler, türbeler, medreseler, dergâhlar, çarşılar vd. diğer mekânlardan tutun, ev-mahalle-cadde-sokak döngüsüne kadar bu etkiyi okumak mümkündür. Yeni İstanbul, hızlı bir şekilde Müslüman kimliğinden uzaklaşıyor. Şehir hayatıyla giderek yabancılaşan camiler, yabancılaşmayı besleyen evler, kapitalizme kurban edilen çarşılar, insana yer kalmayan sokaklar, metalik yorgunluğa mahkûm caddeler. Nostalji, bireyi ve insanı, yeni statükoya mahkum etmekten öteye geçemiyor.

Korkuları Çoğaltan Şehir

Korkuları, endişeleri çoğaltan bir şehirdir artık İstanbul. Rızık korkusu, güvenlik korkusu, trafik korkusu, ev korkusu, çocuk korkusu, çevre korkusu, mahalle korkusu, zaman korkusu, pahalılık korkusu. Giderek büyüyen ve çoğalan korkular İstanbul insanını çepeçevre sarmaktadır.

Korkuların sarmalında ümitler tükenmektedir. Sürekli savunma, korunma, tedbir, endişe ağında tereddütlü bir hal ile yaşamaya çalışmaktadır İstanbullu.

Artık İstanbul’un Türkiye’yi daha fazla tehdit etmesinin önüne geçilmelidir. Anadolu’nun her ili, ilçesi ve köyü yaşam, emek ve kalite yönünden değerli kılınmalıdır. İstanbul’dan Anadolu’ya bir göçü başlatacak adımlar atılmalıdır. Tarihsel olarak İstanbul hiçbir zaman bu kadar tehdit edici bir noktaya gelmemişti. Bu tehdidi bertaraf edecek mimari, insani, iktisadi, kültürel ve sosyal zeminler oluşturulmalıdır.