Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Nükleer Silah

Rusya’daki Nükleer Kazalar “Nükleer Sabotaj” mı?

Kim ne derse desin Rusya’nın nükleer silahları, ABD silahlarından daha güçlü. Dolayısıyla son günlerde Rusya’nın yaşadığı nükleer kazalar aslında nükleer saldırı ve sabotaj olabilir. ABD’nin daha önce kullandığı bombalar da dahil olmak üzere, atomik bombaların nükleer gücü Rus nükleer silahları ile zaman zaman karşılaştırılıyor. Hiroşima ve Nagazaki’de kullanılan bombaların gücü 15 ve 21 kiloton civarındaydı. Ne yazık ki yeni geliştirilen Amerikan Trident füzesi, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaların gücünden 4 kat daha güçlü.  Kuzey Kore’nin sahip olduğu en güçlü nükleer bomba 250 kiloton iken, Minuteman adı verilen en güçlü Amerikan bombası 473 kiloton.  Çin’in Dongfeng-31 füzesi ise 1000 kiloton olarak biliniyor ve neredeyse rakibi ABD’nin bombasından 2 kat daha güçlü.

Rus füzeleri, ABD ve Çin füzelerini, “Sulu dereye götürür, susuz geri getirir”…

Amerikalı ve Çinlilere verilecek en kötü haber ise bu ülkelerin sahip olduğu füzelerin Rus füzeleri yanında nal topladığı.  Rusya tarafından geliştirilmiş Sarmat 50.000 kilotonken, denizaltılı süper torpedo Status-6 100.000 kiloton.  Tüm bu çalışma sonucunda Rusya, ABD nükleer silahlarının 5.5 ve 11.1 kat üstünde. Dahası da var… Putin; füze savunma sistemlerine yakalanmayan yapıya sahip bir silahın geliştirildiğini söyledi. Rusya’nın geliştirme aşamasında olan insansız sualtı araçlarından, uçak gemilerinden ve bunların nükleer savunma sistemlerini de açıkladı.  Rus­ya’nın nük­le­er gü­cü, Sovyetler Birliği’nden miras. Rus güvenlik uzmanlarına göre nükleer silahlanma; Rus­ya’nın ye­ni­den kü­re­sel dü­ze­nin bü­yük oyun­cu­su ola­rak ta­rih sah­ne­si­ne çık­ma­sı­nın ve je­opo­li­tik mü­ca­de­le­si­nin en önem­li ga­ran­ti­si. Bu bağlamda ABD ve Rus­ya’nın ger­gin­li­ği ar­tı­rı­cı açık­la­ma­ları, ‘So­ğuk Sa­vaş’ın bi­ti­miy­le be­ra­ber çö­züm­süz ka­lan bir­çok so­ru­nun her iki ta­raf için de prob­lem oluş­tur­ma­ya baş­la­dı­ğı­nın ve ye­ni bir iliş­ki bi­çi­mi­nin ge­liş­ti­ril­me­si ge­rek­ti­ği­nin işa­ret­i olarak görülebilir.  Rus je­opo­li­tik­çi­le­ri; NA­TO’nun ge­niş­le­me fa­ali­yet­le­ri ve ABD’nin fü­ze kal­ka­nı pro­je­si­ne kar­şı ön­lem­ler al­mak için nük­le­er si­lah­lan­ma fa­ali­yet­le­ri­ne da­ha faz­la önem ver­me­si ge­rek­ti­ği ve ye­ni tek­no­lo­ji­ler­le bu alan­da üs­tün­lü­ğü el­den bı­rak­ma­ma­sı gerektiğini, Rus­ya’nın da­ha faz­la güçlenmek zorunda olduğunu sıklıkla belirtiyor.

Amerikalılar, Rusya’nın nükleer silahlanmasını adım adım takipte…

Pentagon‘un ‘Nükleer Durum İncelemesi’ dünyada mevcut nükleer silahlanmanın hangi boyutlara ulaştığını göstermesi açısından önemli bir nükleer silahlar raporu. Rus hükümetinin, yarım asrı aşkın bir sürede en güçlü nükleer silahı geliştirdiğini doğruluyor. Pentagon’un ‘Nükleer Durum İncelemesi’nde yer alan bilgilerde Rusya’nın nükleer silahlı denizaltısında yeni kıtalararası, otonom bir torpido geliştirdiği bilgisi var.  Rusya’da ‘Çok Amaçlı Okyanus Sistemi Statüsü-6’ olarak bilinen silahın varlığı, ilk olarak Kasım 2015’te Rus televizyonundan, daha sonra Aralık 2016’da Sarov sınıfı denizaltının bir testinden sızdırıldı.  Ocak 2018 tarihli Nükleer Durum İnceleme raporunda, silah Rusya’nın su altı nükleer cephaneliğinin bir parçası olarak listelendi.  Sızdırılan Rus belgelerindeki iddialara göre Kanyon, 6 bin 200 mil (yaklaşık 10 bin km) menzili, maksimum 3 bin 280 feet (yaklaşık 85 m) derinlik kapasiteli ve 100 knot (yaklaşık 185 km) hızında çok uzun menzilli bir otonom su altı aracı. Kanyon, 100 megatonluk bir termonükleer silah olarak dehşet verici duruyor. Hiroşima’ya atılan atom bombası 16 kiloton TNT’ye eşdeğerdi, bu ise 100 milyon ton TNT’ye eşdeğer.  Şimdiye kadar test edilen en güçlü termonükleer silah olan Çar Bombası’nın iki katı kadar güçlü.

Rus nükleer silahları, Amerikalıların korkulu rüyası!..

100 megatonluk bir bombanın New York City’ye düşmesi halinde 8 milyon insanın direkt ölmesi, 6 milyondan fazla insanın yaralanması söz konusu. Füze, kıyı bölgelerine saldırmak, şehirleri, deniz üslerini ve limanları yok etmek için tasarlandı. Kullanılması durumunda mega bomba, suyun radyoaktif kirliliğini artıracak ve yapay bir tsunami oluşturacak.  Etkilenen alanlar, 100 yıl insanlığın kullanımına kapalı kalacak. Daha da kötüsü, savaş başlığının radyoaktif izotop olan Kobalt-60 ile kaplandığı yönünde iddialar var.  Bu kıyamet silahı Amerikan balistik füze savunmalarına, özellikle Alaska ve Kaliforniya’da bulunan konum bazlı füze önleyicilerine yönelik tasarlandı. Kanyon’un menzili ve patlayıcısı mevcut torpidolardan çok daha güçlü olmasını sağlıyor. Kanyon, 1,7 metre genişliğinde ve 24 metre uzunluğunda. Bu ne demek biliyor musunuz?  Balistik füzeye sahip bir Bulava denizaltısından iki kat daha büyük. Rusya, Kanyon’u Sarov sınıfı bir Rus donanması denizaltısından test ediyor. Türünün tek örneği olan Sarov’un kendi torpido tüpleri yok, bunun yerine nükleer silahı, gövdeye basınçla bağlı AUV ile dışarıda tutuyor.

Arktik Okyanusu’nda Losharik Nükleer Denizaltısında yangın çıkmıştı!..

Geçtiğimiz Temmuz başında dünya kamuoyu; Arktik Okyanusu’nun Rusya kısmında kalan Barents Denizi’nde deniz tabanının incelenmesi sırasında Rus donanmasına ait nükleer enerjiyle çalışan AS-12 Losharik tipi araştırma denizaltısında çıkan yangın haberi ile sarsılmıştı. Yangın’da 14 denizci zehirlenerek can verdi. Normal denizaltılar 600 metre derinliğe inerken, Losharik’in 2 bin 500 metreye inebilme özelliği mevcut. 2010 yılında hizmete giren Losharik denizaltısı Rusların en gelişmiş ve en gizli tutulan denizaltısı olarak biliniyor. 2012 yılında Rusya’nın Arktik’teki deniz tabanında hak iddia etmesi ve burada egemenlik hakkının olduğunun kanıtlanmasını amaçlayan bir araştırmada kullanılmıştı.

ABD, Rus denizaltıları ve casus gemilerinin bölgedeki aktivitelerinden rahatsızlık duyuyor…

Yangın haberinin Washington ve Brüksel’e ulaşmasının hemen sonrasında üst üste yapılan acil toplantıların gündemi, olayın arka planında ne olduğuydu? Olayla aynı saatlerde ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, New Hampshire eyaletine yaptığı seyahatini ‘acil durum’ koduyla iptal ettirilmesi üzerine Washington’a döndü.  Rusya Devlet Başkanı Putin de tüm programını iptal ederek Savunma Bakanı’yla acil görüşme gerçekleştirmişti. Çin Komünist Partisi’nin Merkez Komitesinin olağanüstü gerekçeyle toplanması da uluslararası platformlarda önemli gelişmelerin olduğu şeklinde yorumlanmıştı. İran’ın yüzde 4.5 seviyesindeki zenginleştirilmiş uranyum stokunun 370 kilograma ulaştığını yani stok limitini aştığını açıklamasının ardından İsrail hiç beklemeden  “Savaşmaya hazırız” uyarısında bulundu. Tüm bunlar nükleer tehlike iddialarını gündeme getirdi. Barents Denizi’nde meydana gelen nükleer denizaltındaki yangında olası bir sızıntıdan endişe ediliyordu. Yangının ardından bölgede nükleer sızıntı olduğu yönünde iddiaların yayılmasının ardından Norveç Radyasyon ve Nükleer Güvenlik Dairesi, bölgede çok yüksek radyasyon seviyelerinin gözlemlenmediğini belirtti.  Norveç Radyasyon ve Nükleer Güvenlik Dairesi, Rus yetkililerin kendilerine denizaltıda gaz patlaması olduğu yönünde bilgi verdiğini duyurmuştu.  Rusya Savunma Bakanlığı ise bunu yalanladı. Rusya’nın en gelişmiş ve en gizli tutulan denizaltısı AS-12 Losharik yıllardır ABD’nin takibindeydi. 2010 yılında hizmete giren AS-12 Losharik denizaltısı nükleer enerjiyle çalışan, Ruslar’ın en gelişmiş ve en gizli tutulan denizaltısı. İlk kez 2012’de Rusya’nın Arktik’teki deniz tabanında hak iddia etmesi ve burada egemenlik hakkının olduğunun kanıtlanmasını amaçlayan bir araştırmada kullanılmıştı.   Denizaltı 2012’de o dönem Arktik’teki denizin 2 bin 500 metre altında, deniz tabanında örnek toplamıştı. Denizaltı, 6 bin metreye kadar inebiliyordu. Bu inanılmaz bir özellikti. Amerikalıları ve müttefiklerini endişelendiren ise bu Rus efsane nükleer denizaltısının olası görevlerinden birinin okyanus tabanında bulunan iletişim hatlarının bozulması olabileceği varsayımıydı. AS-12 Losharik denizaltısı, resmi olarak Kuzey Filosu’na ve doğrudan Rusya Savunma Bakanlığı’nın Derin Deniz Araştırma birimine bağlı.  Rus denizaltısında çıkan yangın, Sovyet sonrası Rusya’ya ait nükleer denizaltı Kursk’un 2 patlamanın ardından battığı ve 118 mürettebatın tamamının hayatını kaybettiği trajik kazayı hatırlattı.  12 Ağustos 2000’deki kaza, Rusya’nın en çok can kaybının yaşandığı donanma olayı olarak kayıtlarda yer aldı.

Sibirya, Krasnoyarsk bölgesi, Achinsk kentinde patlayan cephanelik, orman yangınını başlattı!

Aksilikler zinciri nedense Rusların peşinde. İster istemez insana “Bu işte bit yeniği var” dedirtiyor.  Nükleer enerjiyle çalışan AS-12 Losharik tipi araştırma denizaltısındaki kazadan sonra Sibirya’daki Krasnoyarsk bölgesindeki Achinsk kenti yakınlarında çıkan yangında 3 milyon hektarlık orman kül oldu. Patlamalar ve yangın, bir kamyondaki eski bir top mermisinin havaya uçmasıyla tetiklendi.  55 bin top mermisi infilak etti.

Rusya’yı etkisi altına alan orman yangını, Sarov’daki Nükleer Araştırma Merkezi’nde…

2002 yılındaki sayıma göre nüfusu 87 bin 652 olan Sarov; Rusya’da Nijniy Novgorod Oblastı’nda dışarıdan ziyarete kapalı bir kasaba. Sarov’a sadece özel izinlerle girilebiliyor. Turistler ve hatta Sarov’da yaşamayan Rus vatandaşları bile şehre izinsiz giriş yapamazlar. Sarov; 1946-91 yılları arasında Arzamas-16 olarak adlandırıldı.  Sarov; ‘Soğuk Savaş’ döneminde (1947-1991) Arzamas-16 olarak adlandırılan Sarov, Sovyetler Birliği’nin nükleer silah çalışmaları merkeziydi. Birliğin geliştirdiği ilk nükleer silahın temeli de burada atıldı. Sovyetler Birliği’nin nükleer silah çalışmaları burada yapılmıştı. Şehirde biri yeraltında olmak üzere dokuz kilise bulunuyor. Sarov Manastırında yaklaşık 300 rahip inzivada.  Rusya’yı etkisi altına alan orman yangını Sarov’daki Nükleer Araştırma Merkezi’ni de etkiledi.  Rusya’nın nükleer araştırma ana üssüne ev sahipliği yapan Severodvinsk kentindeki Sarov kasabası yakınlarındaki bir askeri üste meydana gelen patlamada 5 görevli can verdi.  Kuzey Kutbu’nda nükleer enerji ile çalışan bir füze denemesi sırasında yaşanan patlamanın ardından bölgede radyasyon seviyesinde artış tespit edildi.  Rusya Atom Enerjisi Kurumu Rosatom; patlamanın, ülkenin en kuzeyinde yer alan Arhangelsk bölgesi açıklarındaki deniz platformunda gerçekleştirilen füze motoru denemesi sırasında, roketin yakıtının alev alması sonucu meydana geldiğini, denizdeki elementlerin etkisiyle patlamanın şiddetlendiğini bildirdi. Rusya için büyük öneme sahip olan tesis etrafında tedbirler artırıldı.  Yangın sonucu ortaya çıkan ısının, Çernobil’den kalma toprağa yerleşik radyoaktif parçacıkları açığa çıkarabileceği ihtimali uzmanları harekete geçirdi. Bölgedeki radyasyon seviyesinde kısa süreli bir artış gözlemlenmesiyle bölge sakinleri paniğe kapılarak iyotlu ilaçlar satın aldı.  Patlamanın Rusya’nın nükleer enerjiyle çalışan sınırsız menzilli ‘Burevestnik füzesiyle’ ilgili olabileceği tezi tartışılıyor.  -5 Ağustos 2019, Sibirya, Rusya – Askeri tesisteki patlama- Nitekim Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, geçtiğimiz Şubat ayında sözü geçen füzeyle alakalı testlerinin başarıyla devam ettiğini belirtmişti.

Ruslara kim taktıysa, nükleer sabotajların faili odur!..

ABD ve İngiltere, Rusya’nın nükleer gücünü “kontrol edilemez” bulduğundan ülke güvenlikleri açısından kendilerine yönelmiş en büyük tehdit kapsamında değerlendiriyor.  Bu iki ülkenin, nükleer silahlanma kapasitesi ve mevcut nükleer silah envanteri, Rusya’nın yanında abartı olmasın ama solda sıfır.  Bu nedenle Rusya’nın yaşadığı nükleer kazaların nükleer sabotaj olma olasılığı çok yüksek.  Şimdi soralım hangi küresel güç Rusya’yı nükleer kazalarla terbiye ediyor?

Ömür Çelikdönmez

ABD’nin Nükleer Silahları İnsanlığı Tehdit Ediyor

ABD, II. Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş döneminde önce Hitler’le daha sonra da Sovyetler Birliği ile baş edebilmek adına iktidar gücüne dayalı bir mantıkla Armageddon Savaşını yani dünyada büyük bir nükleer savaş çıkararak düşmanlarını imha edecek bir kıyamet günü senaryosunu gerçekleştirmek için teknoloji ve bilimi finanse ederken, kendi halkını da yanıltıcı ve yalan haberlerle onyıllardır oyalamaktadır.

İçinde bulunduğumuz Kudüs krizi sürecinde, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere çeşitli Batı Avrupa devletleri ve İsrail devletinin işbirliği yaparak karşımıza diktiği terör duvarlarıyla devletimiz ve milletimizle omuz omuza vererek mücadele etmeye çalışıyoruz. Kuzey Kore’nin nükleer saldırılarından şikâyet eden Donald Trump yönetiminin, aslında II. Dünya Savaşı döneminden beri nükleer silah ve teknolojilerini geliştiren bir devletin vatandaşları olmaları oldukça çarpıcı ve bir o kadar da insanlık dışı bir tablodur.

Kıyamet Silahı

Daniel Ellsberg, ABD’nin kurum ve örgütlerinde çalıştığı Vietnam Savaşı sırasında devletin gizli belgelerini açıklayan, halktan gizlenen kirli çamaşırları ve Watergate Skandalını, Pentagon Papers (Pentagon Belgeleri) adı altında yayınlayarak Richard Nixon’ın başkanlıktan düşmesine sebep olan bir aktivisttir. Ulusal Güvenlik Örgütü yanında diğer kurumlarda da istihbarata erişimi olan birisidir. Nükleer savaş planlayıcılarından birisi olarak görev yaparken, Amerikan halkından gizlenen ve 1940’lardan beri süregelen nükleer savaş planlarını öğrenince bunları ifşa etmeyi gerçek bir vatandaşlık görevi sayar. Son aylarda piyasaya çıkan ve başlığı Kıyamet Silâhı anlamına gelen The Doomsday Machine: Confessions of a Nuclear War Planner (2017) kitabında, Roosevelt, Truman, Eisenhower, Kennedy ve Johnson gibi devlet başkanlarının bilgisi dahilinde üretilen ve geliştirilen nükleer silahları Kıyamet Silâhı olarak adlandırır. Nükleer Savaş planlarıyla yeni bir Hitlerci totaliter devlet anlayışını destekleyen ve milyonlarca insanı birkaç saat içerisinde imha edecek öldürme kapasitesini zaman zaman devlet başkanlarından bile gizlemeyi başaran bir derin devletin bu siyasetini, özellikle de tarihimizin bu en kritik ve zorlu ulusal mücadele döneminde çok iyi anlamamız gerekmektedir.

ABD, II. Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş döneminde önce Hitler’le daha sonra da Sovyetler Birliği ile baş edebilmek adına iktidar gücüne dayalı bir mantıkla Armageddon Savaşını yani dünyada büyük bir nükleer savaş çıkararak düşmanlarını imha edecek bir kıyamet günü senaryosunu gerçekleştirmek için teknoloji ve bilimi finanse ederken, kendi halkını da yanıltıcı ve yalan haberlerle onyıllardır oyalamaktadır. II. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ve İngiliz bombardıman uçakları Almanya’da sadece fabrika ve askeri hedefleri vurduklarını kamuoyuna açıklarken aslında sivilleri de hedef aldıklarını halktan gizlemişlerdir. Bu yalanları devlet kurumlarındaki görevlerinde öğrenen Ellsberg, bu bombaların içerdiği beyaz fosfor ve napalm türünden maddelerin, insan cildine yapışarak yakma özelliği taşıdığını da anlamakta gecikmez. Aslında bu bombalama pratiği Nazilerin yaptığı “terör bombası” (s. 24) uygulamasını taklit eden bir uygulamadır.

Nazilerin yaptığı bombanın tehlikelerini farkeden Yahudi bilim adamı Leo Szilard, Albert Einstein’dan Başkan Roosevelt’e bir mektupla bu Alman tehlikesini bildirmesini rica eder. Böylelikle, Başkan Roosevelt’in başlattğı Manhattan Projesi’nde çalışan bilim adamlarının, Amerikan devletinin Almanlardan daha güçlü olmak için değil de devleti dış tehlikelerden korumak yalanıyla kandırıldıkları çalışma başlatılmış olur. Hitler insanları kısa sürede imha edecek bombaların üretilmesi taraftarı olduğundan nükleer bomba üzerine yıllarca sürecek çalışmayı mantıksız bularak durdurmuştur. Kendisi için bir tehlike olmadığı hâlde nükleer silah yapımının 1940’lardan itibaren geliştirilmeye devam etmesi, ABD’nin savunma hakkının saldırı hakkına evrildiğini gösterir.

Alman tehlikesinin bittiğini gören Manhattan Projesi çalışanlarından Szilard ve diğer bilim adamları, geliştirilen nükleer bombanın düştüğü çevrede yaratacağı büyük tehlikeyi görerek Japonya’ya karşı kullanımdan devleti caydırmaya çalışır. Hiroşima ve Nagazaki, sadece ABD’nin dış tehlikelerden korkularını bertaraf etme amacını gütmemiştir.

Gerçekte var olmayan bir tehlikenin sanal “korkusu” Amerikan halkında yaratılan ve halkın duygularını sömürerek manipüle eden bir siyaset anlayışını günümüze kadar getirmiştir.

Dünyayı Kurtarma Miti

1957’lerden itibaren Sovyetler Birliği’nin başlattığı Sputnik dönemi ise ABD’deki savunmasız bırakılma korkusunun somut bir örneği olarak kurgulanmıştır. Bu dönemdeki gelişmeler, tam olarak hangi ülkenin dünya liderliğini ve jandarmalığını üstleneceği kaygısı yanında ABD’nin sadece kendi halkını değil, aynı zamanda dünyayı da kurtaran bir mesih rolünü üstlenmesini de kolaylaştırmıştır. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere ülkeye gelebilecek stratejik tehditlere karşı çalışma yapan kurumlarda olası saldırılardan çok buna cüret edenlerden “intikam almaya yönelik” (s. 39) çalışmalar yapılmakta idi.

Amerika’yı ve dünyayı büyük bir nükleer savaş tehlikesinden koruma miti üzerine temellendirilen korkuları gidermek için Hitler’i arattırmayacak “terör bombacılığı” çalışmasıyla, kurulan kıyamet düzeneği çoktan işlemeye başlamıştı. Bundan daha korkutucu olanı Başkan Eisenhower’ın 1959’da nükleer denetimden sorumlu olan Amiral Harry D. Felt’e verdiği gizli
bir mektuptur. Felt’in Daniel Ellsberg’e söylediğine göre bu mektup, Washington’daki Eisenhower ile Hawaii’de görev yapan Felt arasındaki iletişim kesilirse, Felt’e devlet başkanı adına nükleer savaşı başlatmak için bütün yetkileri devrediyordu.

Eğer iletişim bir arıza nedeniyle kopacak olsa bunu bilmeyen bir kişi savaşı başkan adına başlatmış olacaktı. Bu ince nokta bütün nükleer dönem boyunca, Amerikan kamuoyundan titizlikle saklanmıştı. Amerikan halkı bugüne kadar nükleer savaşa girme karar ve yetkisinin sadece devlet başkanına ait olduğuna inanmıştır. ABD’nin nükleer gücünün başkan yerine başka birisine teslim edilmesi, o sözkonusu kişiye adeta “ilâhî imha gücünü” (68) vermektedir.

Bunun ne anlama geldiği açıktır: korkulardan örülü duygulanım siyasetini bir adım ileri götüren devlet çarkı, istenilen bir anda savaş başlatabilecek siyasal yönetim sistemini kurmuştur. Amerikan halkı bunu bilmese bile. Ellsberg, bu durumun, sorumsuzca davranan bir kişinin elinde büyük bir tehlike arzedeceğini farklı başkanlara açıklasa da günümüze dek değişen bir şey olmamıştır. 22 Ekim 1962’de Sovyetlerin Küba’ya yerleştirdiği füzeler dolayısıyla Sovyetler ile ABD arasında başlayan kriz, Başkan John F. Kennedy’nin verdiği beyanatla birlikte tehlikeli bir süreci başlatır. Çünkü Küba’daki füzelerin Batı’daki devletlere atılması durumunda, Sovyetler Birliği’ne karşılık verileceği kararı kesinleşmiştir.

Küba krizinin perde arkasındaki gerçeği gizli belgelerden açıklayan Ellsberg, Kennedy’nin ültimatomu ile verilen birkaç günlük müddet bitmeden Kruşçev’in füzeleri geri çekmesiyle kendi ülkesinde yenik bir lider olarak görülmeyi sineye çekmesini şöyle açıklar: ABD’nin elindeki nükleer silahları Sovyetler’e karşı kullanması halinde neler olabileceğini düşünerek ecel terleri döken Kruşçev gibi Kennedy de aynı kaygıları paylaşır. İki ülke arasında basit bir olay gibi görünen Küba krizi, dünyayı felakete sürükleyecek bir nükleer savaşın eşiğinden son anda dönüldüğünü göstermesi bakımından çok korkutucudur.

Aslında Kruşçev, Kennedy’ye yazdığı özel mektubunda dünyayı “termonükleer savaş felâketine” (219) götüren bir yanlıştan geri dönülmesi isteğini yineler.

Öte yandan Robert Kennedy ise kardeşi John F. Kennedy’nin duygularını özetlerken, onu korkutan en önemli tehlikenin Amerika ve dünyada böyle bir savaşta ölecek çocukların ve gençlerin, gelecekte “bir seçimde oy kullanma, seçilme, bir devrim yapma ve kaderlerini belirleme haklarının” (219)
ellerinden alındığı bir dünyanın, çok yakın bir gelecekte gerçek olması yani Kıyamet Günü’nün gelmesi ihtimaliydi.

Bu olay Ellsberg’e şunu göstermiştir: nükleer silahları sorumlu bir biçimde kullanmayan ülkeler, dünyaya tehlike saçmaktadır ve bu sadece nükleer silahları ellerinde bulunduran İsrail, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore gibi daha küçük ülkelerle sınırlı kalmayan bir tehlikedir. Küba krizinin ardında yatan gerçek, Ellsberg’e göre, “süper güçlerin sorumluluk duygusuyla hareket eden liderlerinin elinde bulunan nükleer silahlar” bazen “uygarlığın devamına
halel getirecek tehlikeler doğurmaktadır” (221).

Nükleer Tehditler

Bütün bunlar gösteriyor ki 15 Temmuz 2016’da bastırılan işgal hareketinden bu yana memleketimizi terörize eden Batılı güçlerin bize nükleer savaş açma konusunda Orta Doğu coğrafyasını tehlikeli bölge olarak dünyaya sunmak amacıyla ellerinden geleni yaptıkları yadsınamaz. İçinde bulunduğumuz ve tehlike sinyallerinin sürekli görüldüğü bir dönemde, Kuzey Kore’nin olası bir saldırısına karşı savunma hakkını (!) kullanmak isteyen ABD’nin elinde bulunan nükleer silahların imha kabiliyeti sadece Kuzey Kore ile sınırlı değildir.

Bütün gücünü silahlarından alan devletler, 3. Dünya ülkelerine “ihraç” ettikleri eğitim sistemi ile zihinlerini sömürgeleştirdiklerini ve direnemeyecek ölçüde pasifize ettiklerini sandıkları insanların beyin ve direnme gücünün kendilerine karşı bir silah gibi yöneldiğini de görmek zorundadırlar. ABD’de Rıza Sarraf ve Halk Bank davalarını Türkiye’ye karşı şantaj aracı olarak kullanan sözde yargı mensupları ya da Kudüs’ü İsrail’inn başkenti yapma gücünün olduğuna inanan bir devlet başkanı, bu dünyada bizlerle ve Orta Doğu’da bulunan bütün halklarla birlikte yaşamayı öğrenmek zorundadır.

Öte yandan Filistin’de küçük çocukları kafeslere kapatıp, Nazilerin toplama kamplarında kendi dedelerinin yaşadığı sindirme taktiklerini uygulamayı bir başarı zanneden İsrail devlet güçleri, gerek kendi ülkelerinin sağduyulu insanlarının gerekse ABD ile dünyanın her tarafında gözünü budaktan sakınmayan fikir ve sanat insanlarının aktivizmine son veremeyeceklerini, yani bütün dünya nüfusunun tarihsel belleklerini yok edemeyeceklerini ve onları toptan öldüremeyeceklerini de unutmamalıdırlar.

ABD yönetiminde bulunan yetkililer de aynı şekilde tarih boyunca Amerikan halkına söylenen yalanların ortaya çıkması korkusuyla yaşamak zorunda kalacaklarını unutmamalıdırlar. Bu korku, sanal korkular yaratıp termonükleer savaş silahları geliştirmeye ve birgün onları kullanacakları hayaliyle hiç yaşamadıkları coğrafyalarda savaş ve katliam yapmaya hiç benzemez.

ABD yönetimi ve yetkilileri yanında Amerika’nın ve İsrail’in sağduyu sahibi halkları da bilmelidir ki eğer ABD bizzat kendi devletinin sınırları içerisinde nükleer silahsızlanmayı gerçekleştirebilirse, Orta Doğu ülkelerine ve orada yaşayan Müslümanlara karşı Amerikan kamuoyunda yazılı, görsel ve dijital medya aracılığıyla ürettiği korkuları bertaraf edebilirse, İsrail sürekli orantısız güç kullandığı savunmasız insanlara şiddet uygulamaya bir son verirse sadece bu coğrafyada yaşayan bizler değil aynı zamanda bütün dünya ülkeleri de huzura kavuşacaktır.