Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Donald Trump

Ya Duvar Ya Ohal

ABD Başkanı Donald Trump, olağanüstü hal ilan ederek Kongre’nin iznine gerek duymadan Meksika sınırında “çok hızlı bir şekilde” duvar örebileceğini belirtti.

ABD hükümeti, Kongre’deki Demokratların Meksika sınırında duvar örülmesini de öngören ‘sınır güvenliği’ bütçesini kabul etmeyi reddettiği için 22 Aralık’tan bu yana kısmen ‘çalışıyor’.

Trump, demokratları tehdit ederek ülkede olağanüstü hal ilan edeceğini söyledi.

ABD Başkanı Donald Trump, Meksika sınırına örülmesi planlanan duvar için fon sağlanmadığı sürece bütçe krizinin süreceğini ve ABD federal hükümetinin aylarca kapalı kalabileceğini söyledi.

New York Senatörü Demokrat Chuck Schumer’in ‘Başkan hükümetin aylarca hatta yıllarca kapalı kalabileceğini söyledi’ açıklaması hatırlatılan Trump, “Evet bunu söyledim. O kadar uzun kalacağını zannetmiyorum ama buna hazırım ve üst ve alt meclislerdeki Cumhuriyetçiler adına konuşabileceğimi düşünüyorum. Bunun birkaç günden uzun sürmeyeceğini, (federal kurumları) en yakın zamanda çalışmalarını yeniden başlatacağını umut ediyorum” dedi.

Trump, bütçe krizinin önümüzdeki haftanın başlarında çözüme kavuşabileceği umudunu dile getirdi.

“Oyun oynamıyoruz”

Meksika sınırından ABD’ye suçluların, çetelerin ve insan tacirlerinin yasa dışı yollarla girdiğini savunan Trump, “Bu ciddi bir ulusal güvenlik konusudur. Oyun oynamıyoruz bunu yapmak zorundayız.” dedi.

Kongre geçici bütçede duvar için Trump’ın istediği fonu ayırmadığı için başlayan kriz geçici bütçenin onaylanmaması ile hükümetin kısmen kapanmasına yol açmıştı.

Federal hükümetin kapanmasının üzerinden 14 gün geçmiş olmasına rağmen henüz Beyaz Saray ile Kongredeki Demokratlar arasında bir uzlaşma sağlanamadı.

Üç Söylenti

Trump’ın ani Suriye’den çekilme kararının arkasında bıraktığı tartışmalar hala devam ediyor. Uzmanlar Trump’ı bu karara yönlendiren etmenleri araştırırken Suriye’de kalma taraftarı olanların Başkan’ı çekilme fikrinden caydırma girişimleri de etkili olmaya başladı. Bu vasatta Serdar Turgut ilk elden bilgilere istinaden farklı ihtimalleri dile getiren bir yazı kaleme aldı. İşte o yazı:

Washington’da birimler arası Suriye tartışması

Başkan Trump’ın Amerika’nın tüm ulusal güvenlik camiasını karşısına alarak ve kimseye de danışmadan Suriye’den çekilme kararı aldığını daha önce yazdım.

Aslında her birimin, örneğin Pentagon’un veya dışişleri bakanlığının Suriye’de hedeflediği birbiriyle çelişebilen hedefleri vardı. DEAŞ ile mücadele birimleri ortak kanalda birleştiriyordu.

Trump’ın ani kararıyla çekilmenin başlatılması ortada büyük bir boşluk bıraktı.

Washington’da durum böyle olunca birbiri ardına çelişkili görünen açıklamalar gelebiliyor.

Şu anda her birim Suriye’deki boşluğu kendi önceliklerini öne çıkararak doldurmaya çalışmak için hamleler yapmaya uğraşıyor.

Örneğin yakında Türkiye’de olacak Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton için Suriye’deki öncelikli hedef İran tehdidinin önlenmesidir. Bu nedenle onun başkanlığındaki heyetin Ankara’da konuşurken sürekli İran’ı gündeme getirmeleri şaşırtıcı olmamalı.

Dışişleri bakanlığı için öncelikli hedef Türkiye ile Rusya’nın aralarının bozulacak biçimde Suriye ortamında karşı karşıya gelmeleridir.

Pentagon ise YPG’ye destek konusunda en ısrarcı birim. Çünkü onu Amerikan askeri göndermeden kullanabilecekleri kendi yerel orduları olarak değerlendiriyorlar.

Durum böyle olunca ve birimlerin farklı hedefleri de olunca yanlış haberler, asılsız söylentiler de çok artıyor.

Ortada bir devlet stratejisi bulunmadığından hangi birimle konuşuyorsanız onun birimsel stratejisi size sanki üzerinde anlaşılmış olan ulusal stratejiymiş gibi anlatılabiliyor.

Yalanı gerçekten, ayırıp ayıklamalar yapmak için çok temkinli olmak ve her duyulanı da yazmamak gerekiyor.

ÜÇ SÖYLENTİ

Ancak bir süredir Washington’da dolaşmakta olan üç söylenti var ki bunları belirtmek lazım. Çünkü bunları birden fazla birimden duymuş durumdayım.

Yine söyleyeyim, bunları kontrolü yapılmış gerçekler olarak değil burada çıkarılan söylentiler olarak okuyun. bunların gerçeklik kontrolü en iyi Ankara’dan yapılacaktır.

Bu üç söylenti şöyle:

1- Deniliyor ki Menbiç’in batısında Rusya ile Suriye ortak bir gözlem noktası oluşturdular ve sahada olup biteni buradan izleyip ortak kararlar alıyorlar.

2- Yine deniliyor ki YPG, Suriye merkez yönetimi ile görüşmelerinde kendi kontrollerindeki petrol alanları ve tarım alanlarının Suriye’ye devri karşılığında merkez yönetimden kendilerine Fırat’ın doğusunda Türkiye’ye karşı koruma yapılmasını istemiş.

3- Bu söylenti de çok konuşuluyor Washington’da. YPG, “Biz ilk önce özerklik alalım size geri kalan toprakları devredelim” diyormuş. Suriye ise “İlk önce toprakları verin özerkliği sonradan konuşuruz” demekteymiş. Washington’daki kaynaklar Rusya’nın Suriye’nin teklifine yakın durduğunu da belirtiyorlar.

Washington’daki durumu anlattım size. Dolayısıyla bütün bu denilenlerin birimlerden kaynaklanan söylentiler olduğunu unutmayalım.

Bence asıl doğru haber Rusya ile de görüşen Türkiye’den gelecek bunu bekleyip sadece buna güvenelim. Bu arada buradaki söylentileri de bilmek bize güç katacaktır.

Kaynak: www.haberturk.com

Trump’ın Derdi Suriye Değil

Alman Medyası:

ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme kararı ve Irak ziyareti gibi dış politik hamleleri ve Almanya’da hükümetin AB vatandaşlarını orduya alma planları, Alman basınında öne çıkan yorum konuları.

“Neue Osnabrücker Zeitung”, ABD’nin uluslararası politika sahnesinden çekilme politikasını ve nedenlerini irdeliyor:

“11 Eylül 2001’deki terör saldırıları, ardından gelen Afganistan ve Irak’taki savaşlar ve Libya ile Suriye’deki askeri müdahaleler ABD’yi askeri gücünün sınırlarına dayandırdı. Bunun yanında pek çok ABD vatandaşı kendi ülkelerinde köprüler dökülürken yabancı ülkelerin yeniden inşası için milyarlarca dolar harcanmasını kaldıramıyor. Trump, ülkesinin çıkarları elverdiği ölçüde ABD’yi uluslararası politika arenasından geri çekmek istiyor. Bu nedenle Suriye’de Rusya ile, Kuzey Kore’de Çin ile uzlaşma yolları arıyor. Dünyayı elinde silahla demokrasiye kavuşturmak gibi ahlaki bir hırs da ona her halükarda yabancı.”

“Leipziger Volkszeitung”, ABD Başkanı Donald Trump’ın Irak’a gerçekleştirdiği sürpriz ziyarette yaptığı konuşmaya işaret ederek Trump’ın dış politik çıkışlarının iç siyasi amaçlı olduğu yorumunda bulunuyor:

“Trump’ın Irak’taki konuşmasında dış politik bir çizgi, hatta bir vizyon aramak boş. Tam tersine Trump’ın ifadeleri Kongre seçimleri için yapılan seçim kampanyalarını andırıyor. Başkan, iç savaşın hüküm sürdüğü bir ülkede bile kendi ülkesindeki muhalif politikacıları vatansever olmamakla suçlayabiliyor. Başkomutan, ‘Demokratlar güvenli sınırlarımızın olmasını istemiyor’ diye verip veriştiriyor. Trump’ın sergilediği dış politik aktivizmin gerçek yüzü daha açık bir şekilde ortaya konamaz. Trump’ın asıl derdi Suriye, Irak ya da Afganistan değil. Birdenbire giriştiği bu işler, dikkati iç siyasette aldığı darbelerden başka yöne çekme amaçlı manevralardan başka birşey değil.”

Viyana’da yayımlanan “Die Presse” gazetesinin yorumu ise şöyle:

“Trump’ın, ABD’nin ilelebet dünya polisini oynayamayacağı yönündeki ifadesi meşrudur. Ancak Suriye’de öyle kolayca kendini işin içinden çekip çıkaramaz. Birdenbire sanki oradaki kritik durum kendisini artık hiç ilgilendirmiyormuş gibi yapıp sahayı diğerlerine bırakamaz. Büyük sarsıntı geçirmiş ülkede İsrail ile İran arasında olsun Türkiye ile Kürt güçler arasında olsun yeni kanlı çatışmalar yaşanması potansiyeli büyük. Daha dört yıl önce Kürt birliklerle ABD’nin yanyana IŞİD’e karşı savaştığı Kobani, yeni silahlı çatışmalar yaşanması tehdidiyle karşı karşıya. Ve Washington’ın bunun önüne geçmesi gerekir.

“Frankfurter Allgemeine Zeitung”, Alman hükümetinin nitelikli personel sıkıntısı nedeniyle orduda AB vatandaşlarını görevlendirme planını ele alıyor:

“Şimdiye kadar sadece Alman vatandaşları asker olabiliyordu. Bunun iyi bir nedeni var. Gerektiğinde askerin yaşamını feda etmeye hazır olması gerekir. Bu da herhangi bir işveren için yapılabilecek birşey değildir. Savunma Bakanlığının planları ise ilk etapta sadece yurtdışından doktor ve enformasyon teknolojileri uzmanlarının alınmasını öngörüyor. Bu nedenle hemen ordunun içinde yabancı lejyonlar oluşacağı gibi düşüncelere kapılmanın anlamı yok. Avrupa düzleminde işbirliği yeni birşey değil. Giderek artan nitelikli iş gücü sıkıntısı göz önünde bulundurulduğunda, iyi elemanların orduya nasıl kazandırılabileceği konusunda yapıcı önerilere ihtiyaç var.”

Deutsche Welle Türkçe

Deaş, Gerçekten Yenildi Mi?

ABD Başkanı Donald Trump, DEAŞ’in büyük ölçüde yenildiğini belirterek, Türkiye ve bölgedeki ülkelerin örgütle başa çıkabileceğini belirtti. DEAŞ yenilgiye uğratıldı mı yoksa hala savaşan bir güç mü?

Sosyal medyadaki son birkaç gün içerisindeki açıklamalarına bakıldığında Trump’ın birbiriyle çelişen ifadeler kullandığı görülüyor. Amerikan Associated Press (AP) haber ajansı, Trump’ın açıklamalarının doğruluğunu araştırdı.
Donald Trump, Twitter hesabından çarşamba günü yaptığı açıklamada, “Başkanlığım döneminde Suriye’de bulunmamızın tek nedeni olan DEAŞ’i yendik.” ifadesini kullandı.

We have defeated ISIS in Syria, my only reason for being there during the Trump Presidency.
— Donald J. Trump (@realDonaldTrump) 19 Aralık 2018

AP’nin araştırmasına göre, DEAŞ güçleri hem nicelik hem de nitelik olarak azaldı ama “ölümcül güç” olmayı sürdürüyor. ABD’nin DEAŞ karşıtı ortakları, Amerikan askerlerinin Suriye’den zamansız ayrılışının örgütün yeniden saldırıya geçmesine olanak sağlayacağı uyarısında bulunuyor.
Trump bir gün sonraki paylaşımında kendi açıklamasıyla ters düştü. Trump, “Rusya, İran, Suriye’nin DEAŞ ve diğerleriyle ABD olmadan savaşmak zorunda” oldukları açıklamasında bulundu.
ABD Başkanı Trump cumartesi günü ise DEAŞ’in “kötü bir şekilde yenilgiye uğratıldığını” belirterek, Türkiye’nin de dahil olduğu diğer bölgesel ülkelerin DEAŞ’den kalanlarla kolayca ilgilenebilmesi gerektiğini kaydetti.

….going to be there for three months, and that was seven years ago – we never left. When I became President, ISIS was going wild. Now ISIS is largely defeated and other local countries, including Turkey, should be able to easily take care of whatever remains. We’re coming home!
— Donald J. Trump (@realDonaldTrump) 22 Aralık 2018

IŞİD güçleri Suriye’nin doğusunda Fırat nehri kıyısında hala bir dizi yerleşim yerinin kontrolünü elinde bulunduruyor. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a göre, yaklaşık 15 bin kişinin yaşadığı bu yerleşim yerlerinde 2 bin civarında DEAŞ’li bulunuyor. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün verilerine göre ise, Fırat nehrinin güneyinde kırsal alanda gizlenenlerin varlığıyla DEAŞ’in bu bölgedeki milis sayısı 8 bin.
Öte yandan ana gövdesini YPG/PKK DEAŞ’in tamamen yenilgiye uğratılmadığını savunuyor. YPG perşembe günü yaptıkları açıklamada, “DEAŞ’e karşı savaş henüz sonlanmadı ve örgüt yenilgiye uğratılmadı.” ifadesini kullandı. Örgüt, Amerikan askerlerinin ayrılmasının bölgede yaşayanları saldırgan unsurların hedefine açık hale getireceğini bildirdi.
IŞİD gücünün zirvesine ulaştığı 2014’te Suriye ve Irak’taki toprakların yaklaşık üçte birini kontrol etti. Suriye’de iç savaştan yararlanan örgüt, halifelik ilan etti. Fırat nehri kıyısında şu anda kontrolü altında bulunan yerleşim yerleri, örgütün bugüne kadar yönettiği alanların sadece yüzde birine tekabül ediyor. Ancak Irak’taki son dönemdeki saldırıların DEAŞ’in hala kentsel alanlarda dahi ölümcül saldırılar gerçekleştirebildiğini gösteriyor.

Danışmanlarıyla görüş ayrılığı

Donald Trump’ın kendi danışmanları da DEAŞ’e karşı savaşı, Suriye’nin istikrara kavuşturulmasına bağlı olan uzun soluklu bir mücadele olarak tanımlıyor.
ABD’nin DEAŞ’le mücadele koalisyonu özel temsilcisi Brett McGurk, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada “kimsenin görevin başarıyla tamamlandığını söylemediğini” ifade etti. Donald Trump’ın Suriye’den askerlerin çekilmesi kararının ardından Savunma Bakanı James Mattis, ardından da McGurk görevlerinden istifa etti. Donald Trump, McGurk’ü tanımadığı açıklamasında bulundu.
Trump, perşembe günkü paylaşımında diğer ülkelerin kendilerinin çekilme kararından memnun olmadığını ifade etti. Trump, şu ifadeleri kullandı:
“Rusya, İran, Suriye ve diğer pek çoğu ABD’nin çekilmesinden mutlu değil, yalan haberler tam tersini söylemesine rağmen, çünkü şimdi nefret ettikleri DEAŞ ve diğerleriyle biz olmadan savaşmak zorundalar.”

….Russia, Iran, Syria & many others are not happy about the U.S. leaving, despite what the Fake News says, because now they will have to fight ISIS and others, who they hate, without us. I am building by far the most powerful military in the world. ISIS hits us they are doomed!
— Donald J. Trump (@realDonaldTrump) 20 Aralık 2018

Moskova yönetimi Washington’ın adımını memnuniyetle karşıladı. Bu adım Rusya ve İran’a Suriye’deki nüfuzunu yayma şansı veriyor.
ABD’nin Suriye’deki askeri varlığı Esed rejimi ile Rus ve İranlı müttefikleri için her zaman tartışma konusu oldu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, askerlerini geri çeken Trump’ın “doğru bir şey yaptığını” söyledi. Putin, Birleşmiş Milletler veya Esed rejimi tarafından onaylanmayan ABD askerlerinin bölgede bulunuşunun meşru olmadığını savundu.
Euronews

Çekiliyorlar…

ABD Suriye’den resmen çekilmeye başlıyor.

ABD’nin Suriye’den çekilme kararı resmileşti.

Beyaz Saray Basın Sözcüsü Sarah Sanders tarafından yapılan açıklamada, ABD’nin DEAŞ’I Suriye’de mağlup ettiği ve askerlerin ABD’ye dönmeye başlayacağı ifade edildi.

Sanders, DEAŞ Karşıtı Koalisyon’un varlığını sürdüreceğini, ancak görev şeklinin farklılaşacağını da dile getirdi.

Haber kaynakları, ABD’nin diplomatik personellerinin 24 saat içerisinde Suriye’yi terk edeceğini, askerlerin çekilmesinin ise 60 ila 100 gün arası süreceğini aktardı.

 

G-20 ve Erdoğan-Trump-Putin

Her sene G-20 ülkelerinden birinin ev sahipliği yaptığı toplantıya bu sene Arjantin ev sahipliği yaptı. Toplantı Türkiye açısından Trump ve Putin’in de orada olmaları nedeniyle önem kazanıyor. Putin’le Başkan Erdoğan bu sene içerisinde 8 kez görüşme fırsatı bulmuş olsa bile bazı noktalarda hala belirsizlikler duruyor.

Başkan Erdoğan ile ABD Başkanı Trump’ın 50 dakika süren görüşmesi sona erdi. Türkiye Amerika ilişkileri açısından toplantı çok önem arz ediyor.  Gergin bir süreçten geçen Türkiye Amerikan ilişkileri Brunson’un tahliyesinden sonra yeni bir döneme girmiş olsa bile hala önemli sıkıntılarla karşı karşıya kalınabilir.

ABD’li Rahip Brunson’un tutuklu kaldığı sürenin verilen cezasından düşülüp serbest bırakıldıktan sonra ülkesine dönmesinin ardından, Brunson’u Beyaz Saray’da ağırlayan Trump birkaç kere Türkiye ve Erdoğan’a özellikle teşekkür etmesi, ilişkilerin olumlu bir döneme girdiğinin ilk işaretiydi.

Türkiye ile ABD arasındaki en önemli gerilim alanlarından biri olan PKK/PYD meselesinde de ABD PKK’nın sözde terörist elebaşlarından üçünün başına ödül koyması ilişkileri biraz daha yakınlaştırmanın yanı sıra akıllara, aceba bu da ABD’nin PYD’yi PKK’dan ayrıştırma stratejilerinden biri mi diye getirmedi de değil.

Öte yandan Münbiç ve Suriye’nin doğusundaki PKK/PYD varlığı da önemli görüşme konularından biri olacak. Çünkü ABD’nin burada yer alan terörist unsurlara önemli ölçüde mühimmat gönderdiği artık biliniyor. O nedenle önümüzdeki döneme dair bir anlaşma sağlanamazsa Türkiye ile ABD’nin Suriye’nin doğusunda karşı karşıya gelme ihtimali ortaya çıkabilir. İki ülke de bu durumun gerçekleşme ihtimalinden endişe ettiği için bu sorunla ilgili bir çözüme yaklaşmak istenilecektir.

Diğer taraftan Halkbank davası için Trump’ın Erdoğan’la yaptığı telefon konuyla ilgili ABD Hazine Bakanı’na talimat verdiğini söylemesi Türkiye-ABD ilişkilerinin gelişmesi açısından anlamlı olmuştu. Konuyla ilgilenen uzmanlar da davaya ilişkin olumlu bilgilerin olduğunu söylüyor.

Bunların yanında ABD’nin İran’a uygulamaya başladığı ve Asya’dan Avrupa’ya kadar tüm dünyayı ilgilendiren ambargo konusunda Türkiye kısmen muaf olan 8 ülke arasında yer alıyor. Türkiye’nin bu muaf ülkeler arasında yer alması da bir işaret olarak değerlendirilebilir. Fakat bu muafiyet sınırlı bir süre için geçerli. Bu noktada Türkiye ile ABD arasında bu sürenin bitmesinin ardından görüş ayrılıkları başlaması bir sır değil. G-20 toplantılarında bu konunun da önemli bir yer tutacağı anlaşılıyor.

ABD ile önümüzde duran önemli sorunlara bakacak olursak,

F-35 meselesi, Rusya’dan alınacak olan S-400’ler, Halkbank davası, Münbiç ve Suriye’nin doğusundaki PKK varlığı, Doğu Akdeniz’deki gerilim, FETÖ’nün iadesi, İran ambargosu gibi önemli konular yer alıyor.

ABD ile gerilimi düşüren bu olayların ardından Erdoğan ile Trump’ın yüz yüze görüşecek olması daha büyük bir anlam kazanıyor.

Öğr. Gör. Abdulmuttalip PİLATİN

“CIA Yetiştirmesi İşbirlikçiler Aktif Hale Geldi”

ÖZCAN YENİÇERİ UYARIYOR:

Kaşıkçı olayını hala sonlandıramadık. Neyi tartışıyoruz. Kim öldürdü ve cesedi nerede? Prof.Dr. Özcan Yeniçeri bu meşum hadise ile kendinden çok fazla söz ettirmeyen bir sebebe dikkat çekti. Trump’ın göreve gelmesiyle beraber CIA yetiştirmesi yerli işbirlikçiler aktif hale geldi.

Kaşıkçı İsrail için öldürüldü!

İslam coğrafyasında CIA başta olmak üzere Batılı mahfiller tarafından yetiştirilmiş iş birlikçiler Trump döneminde aktif hale getirildi. Fetullah Gülen’le Türkiye’yi, Sisi ile Mısır’ı, Dahlan ile Filistin’i, Prens Muhammet bin Selman ile Suudi Arabistan’ı tehdit olmaktan çıkarmak için İslam ülkelerini istikrarsızlaştırmak gerekiyordu.

Bölgede meydana gelen olayları bu gelişmeler dikkate almadan anlamak mümkün değildir.

Yoksa sözde Suudi Arabistan’ın gerçekte ise ABD ve İsrail’in prensi durup dururken neden “Türkiye, İran ve Katar’ı şeytan üçgeni”olarak ilan etsin?

Trump’ın Suudi Arabistan ile İsrail’i, İran’a karşı müttefik yapmak stratejisine Prens Selman gönüllü destek oldu.

Sırtını ABD’ye dayayarak Suudi Arabistan’ın içindeki muhalifleri sindirme, öldürme ve denetim altına alma stratejisini devreye soktu.

İlk önce Kral Selman, oğlu Muhammet bin Selman’ın isteğiyle genelkurmay başkanı, komutanlar ve bazı bakanları bir gece darbesiyle görevden aldı. Ardından prens Muhammet bin Selman Dünyanın en zengin Suudisi Prens El-Velid bin Talal’ı bir yolsuzluk operasyonunda tutuklattı, üç ay sonra elektronik kelepçe ile tahliye ettirdi. Prens Selman’ın bu tutuklamada milyarlarca dolar haraç aldığı açıklandı.

ABD/İsrail ikilisinin desteklemediği bir prensin Suudi Arabistan’da kral olması düşünülemez.

Prens Selman bütün gücü elinde tuttuğunu göstermek, kendini destekleyenlere güven telkin etmek zorunluluğunu duyuyordu. Selman, Suud’daki bütün gücü elinde tuttuğunu göstermek için cinayet, şiddet, tutuklama dahil her türlü baskı yöntemlerini uygulamakta tereddüt etmeyeceğini göstermiştir.

Prens Selman’ın İsrail yandaşlığı

Prens Selman, İran’a karşı ABD/İsrail’e yanında mevzilenmiştir.

İsraillilerin kendi topraklarında yaşama hakkı olduğunu savunmaktadır. Dahası ABD/İsrail ikilisinin ılımlı İslam projesinin de uygulayıcısıdır.

İsrail, Prens Selman’ın bu tavrına cevapsız bırakmamıştır. İsrail Genelkurmay Başkanı, Prens Selman Suudi Arabistan’ıyla istihbarat paylaşımına hazır olduklarını söylemişti.

İsrail Başbakanı Netanyahu, ‘önlerindeki en büyük engelin çevrelerindeki ülkelerin liderleri değil, Arap kamuoyu’olduğunu söylerken Prens Selman’dan duyduğu memnuniyeti dile getirmiş oluyordu.

Böyle bir iklimde Trump’ın damadı Jared Kushner, Başbakan Netanyahu ve Prens Selman’ı kendi gözetiminde Ürdün’ün başkenti Amman’da buluşturmuştur.

Prens Selman’ın Suud’da etkin hale geldikten sonra İsrai/Suud ilişkileri tarihte görülmediği kadar ileri gitmişti.

Trump ve Netanyahu, Kaşıkçı cinayetinin siyasi sorumluluğu nedeniyle Prens Selman’ın tahta geçme sürecinin zarar görmesine izin vermeyeceklerdir.

İsrail Genelkurmay Başkanı Gadi Eizenkot, geçen yıllarda Suudi Veliaht Prens Selman’la görüşmesinin arkasından yaptığı açıklamalar her şeyi özetliyor.

Eizenkot, İsrail ile Suudi Arabistan arasında Filistin meselesinin de bir mesele olmaktan çıktığını savunmuştu.

Eizenkot, Arap-Yahudi ittifakına yönelik olarak “İran ve Sünni radikallere karşı İsrail ve Suudi Arabistan’ın ortak çıkarları var. Bölgesel istikrar için ortak çıkarlarımız var. Ve ortak bir müttefikimiz var: Amerika. Gerçekler değişti. Filistin meselesi nedeniyle iş birliği yapamadığımız düşüncesi geçmişte kaldı”demişti.

İsrail’in kendisine bu denli yakın bir adamın ne yaptığından ya da yapmadığından habersiz olması düşünülemez.

Kaşıkçı cinayetinin kendisi küçük mesajı büyüktür.

Prens Selman bu cinayetle dostu İsrail’e güven, muhaliflerine de gözdağı vermiş bulunmaktadır.

Kaşıkçı cinayetiyle Prens Selman, duruma hâkim olduğunu, kendisine en ufak bir eleştiri getiren muhalifleri nerede olursa olsun imha etmekten çekinmeyeceğini ortaya koymuş bulunmaktadır.

Prens Selman bu cinayetle “Ilımlı İslam”a evet ılımlı muhalefete hayır demiş olmaktadır.

Kaşıkçı cinayetiyle Prens Selman kendisine karşı ılımlı bir muhalefeti bile zalimce yöntemlerle nasıl bastıracağını ortaya koymuştur.

Bu durum İsrail’in Prens Selman’a olan güvenini daha da artırmıştır.

Kaşıkçı, İsrail’e güven vermek için öldürülmüştür!

Kaynak Yeniçağ: Kaşıkçı İsrail için öldürüldü! – Özcan YENİÇERİ

Trump’ın En Büyük Projesi’ne Kaşıkçı Cinayeti Darbesi

Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın 2 Ekim’de ülkesinin İstanbul Başkonsolosluğu’na girdikten sonra bir daha çıkmaması, tüm dünyanın gözünün bu konsolosluğa ve Suud yönetimine çevrileceği gelişmeleri tetikledi. Oklar adım adım ABD Başkanı Donald Trump’ın belki de görevindeki en önemli projelerden biri olan Suud Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’a döndü. Olayın boyutu sadece kriminal değildi. Çünkü bölgedeki dengeleri değiştirecek stratejik boyutuyla da dikkat çekiyordu…

ABD Başkanı Donald Trump, başkan seçildikten sonra yurtdışına yaptığı ilk ziyaret, Suudi Arabistan idi. Ziyarete, Trump, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz ve Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin verdiği “küre pozu” damgasını vurdu. Ziyaret, Trump için oldukça memnun ediciydi. Riyad’dan 280 milyar dolarlık, ABD tarihinin en ciddi anlaşmasıyla ayrılan yeni Başkan, buradan Tel Aviv’e geçmişti. Bu iki ziyaretin ardından Trump döneminin dış politikasının ana ekseninin İran ile mücadele olacağı işaretleri verilmişti. Hemen ardından Suudi Arabistan öncülüğündeki Körfez ülkeleri, İran’a yönelik kıskacı artırmanın yanı sıra bölgedeki dengeleri de etkileyecek adımlar atmaya başladı. Katar’a yönelik ekonomik ve siyasi abluka bunun işaretiydi. ABD ve İsrail’i arkasına alan bu güç, Türkiye dâhil olmak üzere bölge ülkelerinin çıkarlarına taarruza ve PYD terör örgütünü finanse etmeye başladı. Sorunlar derinleşiyordu. Projenin en kilit ismi ise bir süre önce Suudi Arabistan’daki teamüllerin dışına çıkılarak Veliaht Prens olarak ilan edilen Muhammed bin Salman’dı. Her şey ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve bazı körfez ülkeleri için iyi gidiyordu. Onlara direnebilecek tek güç Astana üçlüsünü oluşturan Türkiye, Rusya ve İran’dı. Türkiye’nin, Katar’a desteği, bu ülkeye yönelik adımları zorlaştırıyordu. Ancak Veliaht Prens merkezli politikalardan geri adım atılmıyordu. Arap NATO’sunun kurulması için bile düğmeye basılmıştı. Çarkı bir şekilde döndürüyorlardı. O kadar ki Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon güçleri Yemen’de, çoluk çocuk demeden katliam üstüne katliam yapıyor. Batılı devletler ise bazı vicdan sahiplerinin, “Bu katliamlara ses verin” yönündeki çağrılarına kulaklarını tıkıyordu. Bu durum, 2 Ekim Salı günü değişti… O gün, yani 2 Ekim Salı günü Cemal Kaşıkçı isimli gazeteci, Suudi Arabistan’ın İstanbul Levent’te bulunan Başkonsolosluğu’na giriş yaptı. Kaşıkçı’nın amacı, nişanlısı Hatice Cengiz ile evlenebilmek için Suudi Arabistan’daki eşinden boşandığına dair gereken evrakları almaktı. Ancak Kaşıkçı saat 13:14’te girdiği Başkonsolosluk’tan bir daha çıkmadı. Veya daha doğru ifadeyle belki de canlı ve tek parça halinde çıkmadı… Kaşıkçı’yı bekleyen nişanlısı Hatice Cengiz’in bazı önemli kişileri arayarak olaydan haberdar etmesi sonrasında adeta Veliaht Prens ve onun destekçileri için sıkıntılı günler başladı. Suud hanedanı olayla ilgili tam 18 gün boyunca suskunluğunu bozmadı. Olay bir Başkonsolosluk’ta, yani ilgili ülkenin sınırları içinde yaşandığı için Türkiye, kriminal boyut noktasında tüm uluslararası sözleşmelere göre hareket etti. Ayrıca olayın açıklığa kavuşması için diplomasiyi ve istihbaratı çok iyi bir şekilde kullandı. ABD, günlerce sessiz kaldı. Ancak Türkiye’nin ciddi çabaları sonucunda Batı basını bu olayı sahiplendi ve gerçeğin peşine düştü. Önemli bir ailenin ferdi, Suud yönetimine muhalifetiyle bilinen ve ABD’nin önde gelen gazetelerinden Washington Post’ta yazılar yazan bir gazeteci, bir ülkenin Başkonsolosluğu’na giriyor ve bir daha kendisinden haber alınamıyordu. Dünya tarihinde görülmedik bir olaydı bu… Batı basını, yaptıkları yayınlarla adım adım kendi yönetimlerini köşeye sıkıştırmaya başladı. Washington’dan cılız da olsa ilk tepkiler yükselmeye başlamıştı. Mızrak çuvala sığmıyordu artık. Ve 18 günün sonunda 20 Ekim’in ilk saatlerinde açıklamayı yaptı. Açıklamada, Cemal Kaşıkçı’nın “konsolosluk binasında yaşanan arbede sonucunda öldüğünü” itiraf ediliyordu. Açıklamada “öldürüldü” değil de “öldüğü” ifadesinin kullanılması dikkat çekiciydi. Sanki Kaşıkçı arbede sırasında kendiliğinden ölmüş gibi bir görüntü vermeye çalıştılar. Ancak inandırıcılığı yoktu. Elbette bu konu, olayın kriminal boyutuna giriyordu.

PKK/PYD’ye Destek 
Konusuna Geri Adım Olabilir

Ancak olayın en az kriminal boyutu kadar stratejik bir boyutu da vardı. Bu da tüm okların Trump’ın en büyük projelerinden biri olan Veliaht Prens Muhammed bin Selman’a çevrilmesi ve çerçevede Selman üzerinden yürütülen politikaların sorgulanması oldu. Konuyla ilgili ciddi araştırmalar yapan gazetecilerden Sabah Gazetesi yazarı ve aynı gazetenin Özel İstihbarat Bölümü’nden Ferhat Ünlü, Yörünge’ye, bu çerçevede olayın Suudi yönetimini köşeye sıkıştırdığının altını çizerek şunları vurguladı: “Muhammed bin Selman’ın araması boşuna değil. Adam Türkiye’yi, düşman olarak gören biriydi. Ama birdenbire alttan almaya başladı. Bu durum, elimizin güçlü olduğunu gösteriyor. Bu yüzden, ‘Türkiye, bu süreci poker oyuncusu gibi yönetti’ benzetmesini yapıyorum. Elinin tamamını hiçbir zaman belli etmedi ama güçlü olduğunu hissettirdi. Blöf yapmadığımız da anlaşıldı.”

Bu noktaya gelinmesinde Türkiye’nin Batı basınının dikkatini bu olaya çekmesinin etkili olduğunu belirten Ünlü, Batı’daki Suudi algısının değiştiğini hatırlattı. Ünlü şunları aktardı: “Bu çerçevede her ne kadar diğer Avrupa ülkeleri iştirak etmese de Almanya’nın silah ambargosundan bahsetmesi önemli. Bu durumun sahaya yansıması da olacak. Kral ile oğlu Veliaht Prens, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır’da darbeci Sisi’yle yakın bir çizgide. Ayrıca İsrail’le ciddi ilişkileri var. Bu çizgi Trump’ın, ABD’nin, Pentagon’un doğrudan PKK/PYD’ye desteğinin vekili olarak adamlar. Suudi yönetimi bu politika çerçevesinde PKK/PYD’ye yerel aktör olduğu iddiasıyla Ağustos’ta ve Ekim aylarında ayrı ayrı 100 milyon dolar verdi. Yani Suudi Arabistan terör örgütünü finanse eden bir konuma geldi.” Türkiye’nin bu kötü olayı kullanma gibi bir bakış açısı olmadığını söyleyen Ferhat Ünlü, bu çerçevede Türkiye ile ABD ve Suud yönetiminin ayrı değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. Bu ülkelerin ulusal güvenlik stratejilerini para eksenli oluşturduğunu belirten Ünlü sözlerini şöyle sürdürdü: “Örnek olarak Trump yönetimi, bu tür olayları parasal saiklerle kullanmaya çalışıyor. Çünkü Trump’ın anladığı, bu tür ülkelere çökerek haraç gibi para almak. Suudi Arabistan da bir para ülkesi. Normal bir ekonomisi yok. Gelirinin yarısı petrol. Ekonomi ve vergi sistemi düzgün olmadığı için hanedan halka hesap vermiyor. Adamların tek anladığı, bir yerde kriz çıkarsa fonlamak. PKK/PYD’yi fonlama mantığı da bu. Kaşıkçı olayı bu paradigmayı yerle yeksan etti. Ulusal güvenliğin para gücüyle kapatılacak bir şey olmadığını, bir muhalifin öldürülmesinin aslında ulusal güvenliğe tehdit haline geleceğini gördüler. Para ile bu işi kapatamıyorlar.” Türkiye’nin elinin güçlü olması nedeniyle bölgesel anlamda bazı adımlar atılabileceğini belirten Ferhat Ünlü, “Suudi Arabistan PKK/PYD’ye para yardımını kesmek dahil Suriye sahasındaki stratejiyi ve Katar’a yönelik baskıyı yumuşatmak gibi, Trump’a rağmen bazı değişikliklerle karşı karşıya kalacaklardır” diye konuştu. PKK/PYD’ye yardımın, Türkiye’de büyük rahatsızlık oluşturduğunu hatırlatan Ferhat Ünlü, “Bu konuda hassas ve öfkeliyiz. Türkiye, bu konuda ABD’ye bile dikleniyor, Suudi Arabistan’a hayli hayli yüklenir” dedi.

CIA Ziyareti

Olayın gerek ABD gerek Suudi Arabistan iç dengelerini de etkileyebileceğine dikkat çeken Ferhat Ünlü’nün bu konudaki tespitleri de şöyle: “Suudi Arabistan’da müesses nizamın, bastırılan kesimlerin, hanedanın diğer üyelerinin, bürokraside uzantısı olanların, Trump-Muhammed bin Selman yakınlaşmasından ne kadar memnun olduğu tartışılır. Ayrıca yine ABD’deki müesses nizam unsurlarının, CIA’daki bazı kesimlerin vs. yine Muhammed bin Selman’ın ABD’nin bölgedeki ali menfaatlerini ne kadar savunabileceği ile ilgili de kaygıları var. Zaten aralarında Cumhuriyetçilerin de olduğu bazı senatörlerin hoşnutsuzluklarını dile getirmesi boşuna değil. Dolayısıyla bu Kaşıkçı olayı Trump-bin Selman ilişkisini de patlattı. En azından bu ilişki yara aldı. Evet, bu meseleden daha çok PKK/PYD bağlamında yararlanabiliriz ama şöyle bir sorun var: PKK/PYD’yi sadece Trump değil, Amerikan müesses nizamı da desteklemek istiyor. Bu nedenle o konu da ayrı bir soru işareti.” CIA Başkanı Gina Haspel’in Ankara’ya yaptığı ziyareti de değerlendiren Ünlü, şunları kaydetti: “Türkiye’nin elinde ne olduğunu görmek, bizim taleplerimizi anlamak istiyor olabilir. Ziyareti bu kapsamda değerlendirmek mümkün. Bunları Trump’a iletecektir. Onlar da bizim Suriye, Katar bağlamında ne istediğimizi, Suudi Arabistan konusunda çizgimiz ne gibi soruların yanıtını almaya geldi. Muhtemelen kendisine epey bir ipucu verilmiştir.” Burada önemli bir not daha eklemek gerekiyor çünkü bu görüşme yapıldıktan sonra Haspel’in ABD’ye döner dönmez Trump ile görüştüğü haberleri basına yansıdı. Türkiye’nin bundan sonra olayın sıcaklığını kaybettirmemek, ara ara dünya basınına malzeme vermek gibi adımlar atabileceğinin altını çizen Ünlü, “Bu ses kaydı oldukça mistik, gizemli bir hâl aldı. Onun devamında ne olacağı, biteceğini görmek gerektiğini düşünüyorum” diyerek kaset olayına vurgu yaptı.

İran Boyutu

Meselenin bir de önemli ülkesi İran boyutu da görmezden gelinemez. Suudi Arabistan’ın bölgede en büyük rekabeti yaşadığı İran, olayı, sakin izlemeyi tercih ediyor. İran’ın bu olaya yaklaşımını ve nasıl değerlendirmeler yapıldığını da Ulusal Kanal’ın Tahran Temsilcisi Yakup Aslan ile konuştuk. Kaçıkçı olayına ilişkin İran’da iki görüşün hakim olduğunu belirten Aslan, şu bilgileri aktardı: “Bunlardan zayıf bir destek görenini, reformist olarak tanımlanan kesim dillendiriyor. Reformistlerin amiral gemisi olarak nitelendirilebilecek olan Şark gazetesi, bu olayı Türkiye ile ABD’nin birlikte şekillendirdiğini, bu cinayette ikisinin parmağının olduğunu, nedeninin ise Türkiye’nin bölgede elini kuvvetlendirmek olduğunu ileri süren yayınlar yaptı. Bunlara göre; ABD’nin gözünde Suudi Arabistan ve Türkiye bölgede iki iyi partner. Suudi Arabistan’ın mevcut iç yönetimi, siyasal hareketlilikleri, savaş politikaları nedeniyle ABD’nin iç kamuoyunda oldukça eleştiriliyor. Suudi Arabistan’ın bölgedeki etkinliğinin azaltılarak Türkiye’nin artırması yönünde bir eylem olduğunu yorumluyorlar. Ancak bu söylem Şark gazetesi ve bazı Reformcular haricinde çok kabul görmedi.” Devlet görüşü olarak ilk açıklamayı Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi’nin yaptığını ve “Açıklığa kavuşuncaya kadar yorum yapmayacağız” sözlerini hatırlatan Aslan, ilk ciddi üst düzey açıklamanın da Suud hanedanının olayı itiraf etmesinden sonra 24 Ekim’de İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani tarafından yapılmasına dikkat çekti. Aslan, Ruhani’nin, “olayın aydınlatılmasının, soruşturmanın tarafsız bir şekilde yürütülmesinin önemine atıf yaptığı” konuşmasındaki “tarafsızlık” vurgusuna dikkat çekti.

“İran’daki genel kanaat, Türkiye’nin bu krizi iyi yönettiği, aldığı istihbarat bilgilerini, konuya ilişkin alınan bilgileri an be an hem Türkiye hem dünya basınına servis ettiği, Suudi Arabistan’a, kaçacak bir nokta bırakmadığı yönünde” diye konuşan Aslan, olayın aydınlatılması yönünde Türkiye’nin takdir edilmesi gerektiğine yönelik yorumların da güçlü olduğunu kaydetti. Aslan “Genel görüşe bakıldığında Türkiye’den yana bir hava var” dedi.

‘Olay Petrol Fiyatları Restleşmesini de Etkiler’

İran’da olayla ilgili yapılan analizlerde cinayetin, Suudi Arabistan içinde bir iç mücadeleye evrildiği, bunda Türkiye’nin tutum ve davranışların da etkili olduğu yönünde değerlendirme olduğunu da söyleyen Aslan sözlerini şöyle sürdürdü: “İranlılar, özellikle Suriye ile ilgili Türkiye ve Suudi Arabistan’ın aynı görüşte olmadığını düşünüyor. Suudi Arabistan’ın elini kuvvetlendiren de ABD’nin vermiş olduğu destekti. Bu cinayetin ardından Washington yönetiminin Riyad’a koşulsuz destek vermesi söz konusu olmayacak, dünya kamuoyunun baskıları nedeniyle Suudi Arabistan’a silah satışına çeşitli ambargolar gelecektir. Olay öncesindeki petrol fiyatları restleşmesini de etkileyebilir. Ancak kesin olan bir şey var ki olayda ortaya çıkan bilgiler neticesinde Suudi Arabistan’ın bölgedeki etkinliği azalacaktır. Ancak Riyad yönetimi, İsrail’in güvenliği nedeniyle yine ABD’nin sözünden çıkmayacak bir siyaset izleyecektir, kendi başına buyruk hareket etmesi engellenecektir. Örneğin, petrol fiyatlarını ABD’nin belirlemesi gündeme gelebilir.”

Kaşıkçı olayının Suudi Arabistan tarafından kabul edilmesinin, çok fazla olmamakla beraber İran’ın da işine yarayacağını belirten Yakup Aslan, “Ancak şunun altını çizmekte fayda var: Suudi Arabistan hangi politikaya gelirse gelsin İran’a karşı politikaları sürecektir. Bu da ABD ile paralel yürüyecektir” dedi.

“Gülen Amerikan Ulusal Güvenliği İçin Tehdit”

ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim döneminde ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Jeffrey Gordon: “Fetullah Gülen, hem Türkiye hem de ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturuyor, hemen Türkiye’ye iade edilmeli.” dedi

Washington merkezli Türk Miras Vakfı (Turkish Heritage Organization) tarafından düzenlenen “ABD-Türkiye Güvenlik Ortaklığı ve Mevcut Zorluklar” başlıklı moderatörlüğünü Naskah Zada’nın yaptığı panelde Trump’ın eski danışmanlarından Gordon, ABD Siber Komutanlığı Dış Politika Danışmanı Gina Abercombie-Winstanley, ABD Dış Politika Konseyi Başkan Yardımcısı Ilan Berman ve Emekli General İsmail Hakkı Pekin konuşmacı olarak katıldı.

Amerika’nın en eski Türk gazetelerinden Forum USA muhabiri Trump’ın eski danışmanlarından Jeffrey Gordon’e FETÖ elebaşının iadesi konusunda Türkiye’nin memnun olmadığını ve Başkan Trump’ın bu konuda neler yapması gerektiği sordu.

Başkan Trump’ın seçim döneminde ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Gordon “Fetullah Gülen, hem Türkiye hem de ABD’nin ulusal güvenliğine tehdit oluşturuyor, derhal Türkiye’ye iade edilmeli. NATO müttefikimizi tehdit eden yapılanmaya sahip çıkmamalıyız.” diye konuştu.

Gordon ayrıca, FETÖ’nin kendisine bağlı sözleşmeli okul ve üniversitelerinde vizeleri suistimal etmek ve vergi kaçırmak gibi birçok suç işlediğini ve FBI tarafından konularının soruşturulduğunu dile getirdi.

ABD – Türkiye ilişkileri pozitif yönde ilerliyor

THO’nun gerkeleştirdiği panelde konuşan ABD Dış Politika Konseyi Başkan Yardımcısı Ilan Berman’da ABD’nin, Suriye konusuna Türkiye’nin gösterdiği kadar ilgi göstermediğini, iki ülkenin etkin çalışabilmesi için Washington’ın daha etkili bir politika izlemesi gerektiğini belirtti.

Panelde söz alan Dış Politika Danışmanı Abercombie-Winstanley, “ABD’nin, (terör örgütü) YPG/PYD konusunda Türkiye’nin endişelerini iyi anlaması ve iki ülke arasında güçlü bir iletişimin kurulması gerektiğini” vurguladı.

Trump Yönetimi Kaşıkçı Cinayetini Örtmeye mi Çalışıyor?

Washington DC Merkezli Turkish Heritage Organization Başkanı Ali Çınar, Suudi Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi ile ilgili Amerikan kamuoyunu bilgilendirdi. Türkiye’nin bu konuda hassasiyetle şeffaf bir tutum sergilediğini anlatan Çınar, anti-Türk gruplarının karalamalarına karşı mücadele ettiklerini belirtti.

THO Başkanı Çınar, Washington DC’de bazı grupların Türkiye’yi hedef aldıklarını ve Suudi Arabistan ile ilişkileri zayıflatmak için Kaşıkçı olayını gündemde tutmaya çalıştıklarını ve ABD’de bu olayın kapatılması kulis çalışmaları yapıldığını net şekilde gördüklerini belirtti.

Fox Business, Bloomberg,CNBC, BBC, CGTV olmak üzere Amerikan ve yabancı görsel ve yazılı medyaya konuşan Çınar, Kaşıkçı olayının uluslararası bir konu olduğunu Türkiye’nin yasal ve vicdani olarak konuyu tüm detayları ile dünya kamuoyuna verdiğinin altını çizdi.

Amerika Birleşik Devletlerin’de bu konunun kapatılması ve sembolik yaptırımlar ile geçiştirilmesi konusunda bilhassa Trump Yönetiminin bir eğilim içerisinde olduğu duyumunu aldıklarını söyleyen Çınar, Kongrede hem Cumhuriyetçi hem Demokrat üyelerden Türkiye’ye destek verildiğinin altını çizdi.