Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

ahmet yenilmez

Üzülmeyelim, Unutmayalım ki “Kişi Sevdiğiyle Beraberdir!”

Bugün gibi hatırlıyorum!

TRT’nin ‘’Yılın Genç Girişimcileri’’ ödül töreni için Ankara’da bulunan Arı Stüdyolarındaki ödül törenindeydim, sırasıyla Sayın Numan Kurtulmuş, Sayın İbrahim Eren’den sonra bendenize ödül vermem tevdi edilmiş ve bendeniz sahnede,  ödülü verip birkaç kelam etmek için mikrofonu elime almıştım ki, birden salonda haraketlilik başladı!

Salon hızla boşalıyor, yaptığım konuşmayla kimseler ilgilenmiyor, bir arbede yaşanıyordu!

Orta kulak iltihabı olduğum için, ‘’Her halde zelzele oldu insanlar panik yaptı’’ diye içimden geçirdim, konuşmamı kısa kesip yerime oturup cep telefonumu elime aldığımda, ‘’Reis darbe oluyor biz dışarıda seni bekliyoruz’’ mesajını gördüm!

Neredeyse 25 yıldır TRT’nin çeşitli programlarına misafir olarak katılırım ve her defasında bendenize Kavaklıdere’de bir otelde rezervasyon yapılırken, bu sefer bulmakta zorlandığım Oran’da bir otelde rezervasyon yapılmıştı!

Yanımdaki arkadaşlarımla istişarede bulunmak için otele giderken bir tanesi, ‘’Reis, bu ne biçim otel? Ben Ankaralıyım ben bile burada otel olduğunu bilmiyorum’’ derken biz otele girdik ve televizyonu açıp olan biteni anlamaya çalışırken, o ana kadar hayatımın hiçbir döneminde şahit olmadığım kulaklarımızı sağır edecek şiddette bir ses duyduk, 3-4 dakika sonrasında da ağır bir koku…

Sonradan öğreniyorum ki, az ötemizde Gölbaşı Özel Harekât Merkezi ağır bombardımana tutulmuş, demirden kapılar erimişti!

Doğruca TRT Genel Müdürlüğü binasına gittik ki, çoğu, ‘’Deli Yürek’’ seyrederek büyümüş çengel bıyıklı yürekli gençler göğüslerini tanklara siper etmekteydi.

Bir yandan da telefonum çalıyor arayanlara, ‘’Sokağa çıkın’’ deyip telefonu kapatıyordum!

Ne zaman ki, Sayın Turgay Güler, ‘’İmamları, müezzinleri minarelere sela okumaya davet ediyorum’’ dedi, işin şekli değişmeye başladı!

Günün sabahında, ‘’Başarısız işgal girişimi’’ kontrol altına alınmış, bizler de dönemin Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Sayın Fahri Kasırga Bey’i karşılayıp evine bırakıp, İstanbul’a dönmüştük!

O akşam, İstanbul ve birkaç şehirde kimileri pencerelerden sevinç naraları atmış, telefonla arayanların kimisi de,, ‘’Bu iş tamam’’ diyerek kıs kıs gülmüşlerdi!

Hatırlıyorum da PKK, masum insanları katletmeye ara vermiş, sınır ötesinde konuşlanmıştı!

Aradan üç yıl geçti…

PKK FETÖ PDY terör örgütü kol kola girdi Türk siyasetini dizayn etmeye başladı ve bir nebze de olsa merhale kat etti, en acısı da, 15 Temmuz 2016’da yürekleriyle tanklara karşı koymuş, ancak nefisleri ve ihtiraslarına gem vuramamış, hırsları yüreğini boğmuş insanlarımızı da yanlarına alarak…

Önceki gün, yani Pazar günü Hakkari’den üç şehit haberi geldi!

Önceki gün, yani Pazar günü PKK’nın siyasi dili HDP’li vekiller, ODTÜ’de kesilen kavak ağaçları için ODTÜ’deydiler!

Önceki gün, yani Pazar günü Dalaman ve Fethiye’deki orman yangınlarını PKK üstlendi!

Önceki gün, yani Pazar günü, 15 Temmuz 2016’daki başarısız işgal girişimi için bir tek mesaj yazmayıp ‘’Bu iş bitti’’ diyenler, ODTÜ’deki ağaçlar için vicdan yapan mesajlar paylaştılar da, üzerinde yaşadıkları vatan için Hakkari’de şehit düşenlere, vicdanları lal oldu, bir tek mesaj atmadılar!

Dün, yani 15 Temmuz 2016’nın 3.seneyi devriyesi pazartesi günü de sustular!

Utançlarından değil…

“Yüreksizler utanmaz ki…

O, en güzel sermayeni hovardaca harcama derim!

Nasıl yani?

Yüreğini diyorum, hovardaca harcama! Gün gelir kendini yüreksizlerin elinde bulursun!…

Unutma ki, yüreksizlerin vicdanı yoktur!”

Yukarıda ki diyalogları, ilk sinema yönetmenim merhum Bahaddin Özcan söylemişti kulaklarıma!

Ne acı ki, bugün Türk siyaseti de vatan toprağı da bizler de yüreksizlerin ellerine düştük!

Hülasa, 15 Temmuz başarısız işgal girişimi devam ediyor!

Vakit, başta kendim olmak üzere titreyip kendimize gelip, ‘’Yüreksizler bu iş daha bitmedi’’ deme vaktidir!

Üzülmeyelim, unutmayalım, ‘’Kişi sevdiği ile beraberdir’’ sözüne iman etmedik mi?

Öyleyse, ilk işimiz, TC 100 Savunma sistemi…

Ahmet Yenilmez/Güneş

Ak Parti ve Sayın Binali Yıldırım’ın Dikkatine!

Aslına bakarsanız bendeniz bugün, bundan tam 48 yıl önce (13 Haziran 1971) kurulan Kültür Bakanlığı ile -yanlış yazmadım, ilk Kültür Bakanımız Talat Halman’dı ve“Kültür Bakanlığı” ayrı bir bakanlıktı- şimdilerdeki Kültür ve Turizm Bakanlığı olduğu hal arasındaki farkı yazarak yazıma başlayacaktım!

Ardından, “Kültür Bakanlığı” dönemlerinde bakanlık yayınlarından tanıdığım, bundan 32 yıl önce bugün (13 Haziran 1987) ebediyete göçen merhum Cemil Meriç’i, devamında da bundan tam 47 yıl önce (13 Haziran 1972) kaybettiğimiz “Büyük Türkiye” eseriyle tanıdığım merhum Dündar Taşer Bey’i yazarak bugün yaşadıklarımıza farklı bir zaviyeden bakmaya çalışacaktım!

Lakin yazmazsam, “Ah, keşke yazsaydım!” dememek için konuyu değiştirmeye, kendimi mesul hissettim!

Öncelikle  başucu kitaplarımdan, “Bu ülke, Umman’dan Uygarlığa” eserleriyle, mürşidimiz büyük insan merhum Cemil Meriç ve uğruna bir ömür koştuğum ve ömrümün son nefesine kadar da koşmaya devam edeceğim, “Büyük Türkiye” hayalimin mimarı, bir çok neslin de mimarı merhum Dündar Taşer Beylere rahmet diliyorum!

Her iki büyük dava adamlarının da hayallerinde doğurup bizlere miras bıraktıkları, “Bu Ülke” ve “Büyük Türkiye” içten ve dıştan şah damarına çökülmüş adeta boğulmak istenmekte!

Öyle ki, artık savaş senaryoları büyük stratejistlerin masasında yazılıp, senaryonun teferruat  gibi görünen konuları  üzerinden, bebek  yüzlü, naylon gülüşlü aktörler üzerinden yapılmakta!

Buyurun, Sayın Binali Yıldırım ve Sayın İmamoğlu (memleketim Ordu’nun Valisi Sayın Seddar Yavuz Bey’e ve hemşerilerime hala özür bekliyorum) televizyon ekranlarında tartışacaklar ya, bu bir araya gelişin moderatörlüğü için adı geçenlere baktım, ne tuhaf ki bir tane olsun bizim mahalle diye adlandırılan (ki bu tasnif benim değil, aksine bizi karşı mahalleye sürenlerin adlandırmasıdır) gazetecilerden bir tek kişinin bile adı geçmedi! Tam aksine taraf olması  bir tarafa, bizim mahallenin tüm moral değerlerine karşı yıllarca mücadele etmiş Uğur Dündar ismini ilk dillendiren de, Sayın Binali Yıldırım oldu!

Mesela, Sayın İmamoğlu Turgay Güler demedi!

Bu durumu da, Sayın Yıldırım’ın kendine güvenine, “Doğru adamı bin eğri bir araya gelse eğemez, ancak kırar” sözünün doğruluğuna bağlıyorum, ancak ne zaman ki, bebek yüzlü, naylon gülüşlü Sayın İsmail Küçükkaya adını duydum, kendimi birdenbire 7 Temmuz 1996 yılında buldum!

6 Temmuz 1996 günü BBP Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu merhum Erbakan başbakanlığında kurulacak hükümete TBMM kürsüsünden, “kerhen” güvenoyu vereceğini (Kendisi ve BBP’li 7 milletvekili Refah Partisi ,Anavatan Partisi’nin hükümet kurmasını istiyordu) açıklamıştı!

Hatta, seçim sathı mahallinde özellikle Sayın Tansu Çiller ve dönemin Doğru Yol Partisi’nin kendisi ve arkadaşları hakkında kullandığı çirkin dile rağmen!

Birgün sonrasında da (7 Haziran 1996) Kanal D televizyonunda, Sayın Fatih Altaylı’nın moderatörlüğünde, “Teke Tek” programı!

Konuklar, Anavatan Partili Güneş Taner, -dönemin Çiller muhalifi Köksal Toptan, Ankara’dan da merhum Muhsin Yazıcıoğlu!

Programda bir an geliyor, stüdyoda bulunan Güneş Taner ve telefonla katılan Eyüp Aşık hakaretlere başlıyorlar!

Bendeniz de dahil ekranların başındakiler, merhum Yazıcıoğlu’nun bu hakaretlere karşılık vermesini bekliyoruz, işin tuhaf tarafı Ankara stüdyosunda bulunan merhum Yazıcıoğlu’nda en ufak bir tepki yok!

O hakaretleri yapan Taner de, Aşık da merhum Yazıcıoğlu’na bu sözlerin söylenemeyeceğini çok iyi bilmelerine rağmen, bu durum normal değildi!

Sonradan öğreniyoruz ki, teknik tedbir alınmış merhum Yazıcıoğlu’nun bulunduğu Ankara’daki stüdyonun ses iletişimi kesilmiş bu hakaretleri merhum Yazıcıoğlu duymamış!

Sonrası mı?

Herkes hak ettiği karşılığı gecikmeden gördü elbette!

İmdi!

Demem o ki, AK Parti ve Sayın Binali Yıldırım çok çok çok dikkatli olmalıdır!

İş sadece moderatörlükle bitmiyor!

Stüdyonun ışık açısı, kamera açısından tutun da canlı yayındaki resim seçici en az moderatör kadar hatta daha da çok önemlidir!

Yayına verilecek Binali Yıldırım ve İmamoğlu resmî çok ama çok önemli!

Özelikle Gezi Parkı olayları ve sonrasında resimler üzerinden yapılan algı operasyonu asla asla asla unutulmamalıdır!

Benden demesi!

Ahmet Yenilmez/Güneş

Ortak İdeolojilerinin Adı Erdoğan Düşmanlığı!

Uzunca bir süredir, yazılarımda, konuşmalarımda, tiyatro sahnelerimde, televizyon programlarında üzerinde durduğum konu, yüz yıl öncesinin finalinin görüldüğü üzerine olmuştur!

Bir haftayı aşkın zamandır Avrupa’da Fransa’nın Strasburg şehrindeyim, son yazılarımın konusu da buralarda gördüklerim, şahit olduklarım üzerine oldu!

AB (Avrupa Birliği) Parlamentosunun önündeki PKK çadırı, bir cafede karşılaştığım Konyalı Siyonist derken, sizler olayları içeriden yaşarken ve görürken bendeniz buralarda yaşıyor, buralardan görüyorum!

Size öncelikle şunu yazmak isterim, içerimizde kim kimin yanında, kim kimlerle saf tutmuş, kim kime sövüyor, methiyeler düzüyorsa, buralarda da durum aynı ve bu manzara, burada daha çok acıtıyor  canını insanın!

Dün, karikatürlerle itibarsızlaştırılarak, ‘’Kızıl Sultan’’ iftirasıyla merhum Sultan II. Abdülhamid Han nasıl alaşağı edilmişse, bugün de aynı itibarsızlaştırma Türkiye Cumhuriyeti’nin seçilmiş Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan için yapılmaktadır!

Buyurun, dönemin Fransız basınında çıkan Abdülhamid tasviri!

Hemen yanındaki de hemen hemen aynı dönemlerde, bizim içimizdeki sanatçılarımızın (!) Sultan II. Abdülhamid Han tasviri!

Peki, neydi içte de dışta da bunları kudurtan?

Merhum Sultan, 300 milyon altın borcu, 30 milyon altına indirmiş, okul, yol, liman, fabrika açmaya başlamış, özellikle asli unsura krediler dağıtmaya kendi müteşebbisini oluşturmaya çalışmıştı!

Ardında da 1552 eser bırakmıştı!

İlk iş olarak, başına Yunan’ı bela ettiler!

Yaptırdığı demir yolu sayesinde, Yunan mağlup edildi, lakin Osmanlı hak ettiği savaş tazminatını alamadı, düzelmeye başlayan ekonomisi aksamaya başladı!

Sultan Abdülhamid Han, 27 Nisan’ı 28 Nisan’a bağlayan gece Sirkeci’den bir tren vagonunun içerisinde Selanik’e sürgün edildikten sonra, hızla dağılma başladı!

Peşinden Sevr, derken Mondros dayatması…

En nihayet, yokluk çaresizlik içerisinde yangın yerinden kurtarabildiğimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti!

Buyurun, iktidara gelir gelmez, yaptıkları İMF’ye borcu kapatmak, yol, köprü, hastane, havalimanı, tünel, üniversite açmak olan Recep Tayyip Erdoğan hakkında, Avrupa’da çıkan bir karikatür!

Yüz yıl öncesinde, merhum Sultan II. Abdülhamid Han için çizilen karikatürlere ne de çok benziyor değil mi?

Aslına bakarsanız mesele de bu ya!

Fazla söze ne hacet, bugünkü içte ve dışta ittifak halinde olanların da niyeti, milletimizin geleceğini tıpkı yüz yıl öncesindeki gibi yapmak değil de nedir, Allah aşkına?

Hani, diyor ya Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu, ‘’Sanatçılar artık konuşacak’’(!)

Onlar, hiçbir zaman konuşmadılar ki, hep birileri tarafından konuşturuldular!

Ortak ideolojilerinin adı, dün merhum Sultan II. Abdülhamid Han idi, yüz yıl sonrasında da Recep Tayyip Erdoğan!

Bu ideolojinin hedefi, dün Osmanlı idi, bugün de Türkiye Cumhuriyeti Devleti!

Ahmet Yenilmez/Güneş

Gül ve Cindoruk’u Bir Araya Getiren Nedir?

Ne zaman ki, bakar ve görürsek…

Ne zaman ki, resme genel bakmayı becerebilirsek…

Ne zaman ki, dünün bugünü hazırladığını, bugünün yarını hazırlayacağını, idrak edersek…

Ne zaman ki, mesleksiz insanın aç, aç insanın mağdur, mağdur insanın mahkûm, mahkûm insanın da köle insan olduğu gerçeğini, beynimizin en orta noktasına çakarsak…

Ne zaman ki, bütün bunların da, ‘’Akletmekten’’ geçtiğini, akletmemiz gerektiğini, akletmenin Allah’ın bize verdiği en büyük nimet olduğunu, akletmediğimiz takdirde her türlü kumpastan, her türlü tezgâhtan kurtulamayacağımızı, bir kısır döngünün içerisinde birbirimizi, dolayısıyla da kendimizi tüketeceğimizi fark edersek…

Ne zaman ki, bütün bunların da, ‘’Aklının ve vücudunun kullanım hakkının kendi iradesinde olduğunun bilincinde bireylerin sayısını, arttırmaktan geçtiğini unutmazsak…

İşimiz çok ama çok kolaylaşacak, çünkü kim bizim neyi görmemizi isterse onu görüyor, kim bizim neye inanmamızı isterse ona inanıyoruz.

Nasıl mı?

Buyurunuz, Sayın Abdullah Gül…

11.Cumhurbaşkanımız…

Bendenize, ‘’Sayın Gül’ün cumhurbaşkanlığı dönemiyle alakalı ne hatırlarsın? ‘’ diye sorsanız iki şey derim!

İlki, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, ‘’Bizim Cumhurbaşkanı adayımız Abdullah Gül kardeşimdir’’ sözü, diğeri de, bırakın Türk demokrasi tarihini, dünya demokrasi tarihine eşi benzeri görülmeyecek bir kayıt olarak geçen 367 garabeti!

Neler yaşandı, uzun uzadıya anlatmayacağım.

Koskoca anayasa profesörleri, sözüm ona ne demokratlar tanıdık biz bu süreçte!

Merhum Yazıcıoğlu ve Sayın Devlet Bahçeli Bey’in cesaretiyle aşabilmişti bu ülke, o zor günleri!

Sayın Gül’ün şahsına ait internet sitesine girdim, sitedeki başlık şöyleydi, ‘’Türkiye ‘yi, seçimleri tartışmalı bir ülke haline asla getirmemek gerekir’’!

Kim diyor bunu, kendisine kadar 226 ile cumhurbaşkanı seçimi yapılırken kendisi zamanında birden oyunun kuralı değiştirilip 367 garabeti yaşayan Abdullah Gül!

İşin enteresan tarafına bakınız ki, Halk TV’de, 226 kıstasıyla seçilen merhum Süleyman Demirel’in sözde yol arkadaşı, ancak Sayın Gül zamanında birden, ‘’226 olmaz 367 gereklidir’’ diyen Hüsamettin Cindoruk’ta kelime kelimesine aynı şeyi söylüyor(!)

İstanbul seçimleri ne olacak?

Bırakınız, İstanbul seçimlerini, bu ülke 10 cumhurbaşkanını 226 ile seçmişken 11.cumhurbaşknını 367 mecburiyetiyle seçerek, seçilmiş 10 cumhurbaşkanını tartışılır hale getirdi de, bu ülkeye bir şey olmadı!

‘’İstanbul seçimi ne olacak?’’ süreci nihayetinde hukuk sürecinde seyretmekte, üzerinde asıl düşünülmesi gereken, Abdullah Gül ile Hüsamettin Cindoruk’u bir araya getiren şey nedir?

Sakın kimse bana, ‘’Adalet duygusu’’ demesin!

Ahmet Yenilmez/Güneş

Beka Sorunu Devam Ediyor!

Aha buradan, herkesin dilinin ucuna gelip de demediği, ya da diyemediği bir şeyi bendeniz diyorum, Türkiye’de siyaset dizaynı yapılmaya çalışılıyor!

İçten dıştan birileri el ele vermiş bir kahraman çıkarmaya çalışıyorlar, Ekrem İmamoğlu’nu…

Kuran okuyor, sülalesinde hemen hemen her ideolojiden insan var, dahası İstanbul seçim sathı mahallinde kulaktan kulağa, Ülkücü olduğuna dair haberler bile yayıldı!

Ticaretin hem de müteahhitliğin içinden gelmiş, ağzı laf da yapıyor, genç, küfredenlere bile tebessümle bakıyor, yetmiyor sarılıyor, yetmiyor evlerine çay içmeye bile gidiyor!

Bendeniz kendisini ilk gördüğümde aklıma kim geldi, biliyor musunuz?

Robot Sophia!

Hani, şu dünyada dolaştırılan meşhur Robot Sophia!

Fazlası var eksiği yok!

Futbol da oynamış, yetmemiş ulusal bir kanalda futbol yorumculuğu yapmış(!) hani, futbol yorumculuğunu da ihtiyacı olduğundan, para kazanmak için yapmadığı da belli, çünkü adam dededen, babadan zengin! Futbol yorumculuğu, tam da Sayın Aziz Yıldırım’ın cezaevine girdiği döneme rastlamakta(!)

Adam özene bezene seçilmiş desem yalan değil!

On parmağında on marifet…

Hani, Sayın Kılıçdaroğlu kendisini bizlere takdim ettiğinde de şaşırmıştık!

Öyle ya, Sayın Kılıçdaroğlu’nun elinde son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Sayın Cumhurbaşkanı’nın karşısında İstanbul’da kıyasıya yarışmış bir Muharrem İnce vardı!

Lakin, zat-ı muhterem bile seçileceğine inanmazken, Sayın Kılıçdaroğlu kesin bir dille, ‘’Kazanacaksın’’ demişti!

Vallahi, bendeniz Sayın Kılıçdaroğlu ve zat-ı muhteremin yalancısıyım!

Sayın Kılıçdaroğlu, seçim gibi bir konuda bu kadar kesin bir dil kullanılamayacağını bilecek tecrübeye sahip olduğu halde, bu konuda bu kadar kesin bir dille konuşması bir güvene dayanmaktaydı elbette!

Bir de, kulaktan kulağa seçim sathı mahallinde  ve dahi televizyon ekranlarında, CHP adına konuşanların bizzat ağızlarında bir şey dolaşıyor ki o da, ‘’Kılıçdaroğlu 2023’de CHP’nin başında olmayacak’’!

İmdi kulaklarınızı daha çok açın!

Bu alenen bir kahraman çıkarma operasyonuydu, çünkü seçim sandıklarında, çizelgelerde ve Büyükçekmece ilçesindeki usulsüzlüklerin bilerek yapıldığına inanıyorum!

Seçim sonuçlarında aradaki fark bu kadar yakın çıkmasaydı, yani İmamoğlu arkada çıksaydı hemen nerede ne yapıldığı bilinen yerlerden ortalık ayağa kaldırılacaktı ve ortaya bir mağdur kahraman çıkarılacaktı!

İmamoğlu %001 ile önde çıktı, Ak Parti titiz bir inceleme ile yapılan tezgâhı ortaya çıkardı, şimdi de yine çok bağırarak, aba altından sopa göstererek mağduriyetten bir kahraman çıkarma telaşına düştüler!

İstedikleri neticeyi aldıklarında da, hemen sistem tartışmaları ve kaos…

Bakınız, bundan tam 99 yıl önce bugün (11 Nisan 1920) Meclisi Mebusan İngilizlerin baskısıyla kapatıldı!

Çünkü Meclisi Mebusan, dayatılan Mondros Mütarekesini reddetmişti!

99 yıl sonra bugün de, 15 Temmuz’da TBBM’yi bombalayanlar ve bombalatanlar bu ülkenin bekası üzerinde planlar yapmakta!

Herkes aklını başına almalı, hukuk çerçevesinde bu milletin namusu her bir “oy” un akıbeti cesaretle aranmalıdır!

Beka sorunu devam ediyor!

Ahmet Yenilmez/Güneş