Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Ahmet Kekeç

Türkiye Düşmanı HDP’li Hâlâ Suskun!

Hatırlar mısınız, bilmem… İki hafta kadar önce, bu sütunda, HDP Mardin milletvekili ve aynı zamanda “Türkiye düşmanı” Tuma Çelik’ten söz etmiştim.

Tuma Efendi, Pontus Rum Soykırımı’nda (!) hayatını kaybedenleri anan bir mesaj paylaşmış ve “Adaleti, geçmişle yüzleşerek sağlayabilir ve barışı inşa edebiliriz”gibilerden boyunu aşan büyük laflar etmişti.

Ben de sormuştum:

Bahsettiğin soykırım ne zaman gerçekleşti Tuma Çelik? 1453’ü mü esas alıyorsun, yoksa 1461’i mi? 1453 İstanbul’un fethine işaret ettiğine göre, baz aldığın tarih Rum Pontus İmparatorluğu’nun tarihe karıştığı 1461 olmalı.

Böyle mi?

Böyleyse, 1461’de kime ne olmuş? Bize bunu detaylandır. Kaç kişi öldürülmüş ya da sürülmüş? “Soykırım” diyebileceğimiz hangi olaylar gerçekleşmiş?

Hayır, günümüzü (yani millî mücadele döneminde bölgede meydana gelen asayiş olaylarını) işaret ediyorsan, yine iddialarını somutlamalısın.

Millî mücadele dönemindeki “soykırım” nasıl gerçekleşmiş?

Hangi coğrafi bölgelerde?

Kayıp oranları nedir?

Dahası, soykırım kararı hangi “tamim”e ya da genelgeye dayanmakta?

Tuma Efendi bu sorulara cevap vermedi.

Sadece “Süryani” olduğunu hatırlattı.

Biz Tuma Çelik’in dinî ve ırkî kökenini merak etmemiştik oysa…

Bize ne!

Süryani de olabilirdi, radikal bir Kürt solcusu da olabilirdi, sonradan hidayete eren (!) devrimciler gibi Mecusi de olabilirdi.

Biz Tuma Çelik’ten, iddialarını kanıtlamasını ve hangi “somut” bilgiler eşliğinde o yüzleşmeyi yapmamız gerektiğini açıklamasını istemiştik.

Durum sonradan anlaşıldı.

Tuma Çelik’in neden sorulara cevap vermek yerine Süryaniliğini hatırlatma gereği duyduğu sonradan anlaşıldı.

Meğer içi boş “müddei” Tuma Çelik, çift kimlikli (çift pasaportlu) bir vatandaşımızmış ve bir iddiaya göre görevle Türkiye’ye gönderilmiş.

Süryani cemaatinden de tepki almış…

Daha doğrusu, Türkiye’deki Süryani cemaati, birkaç kez, “Biz Tuma Çelik’in siyasi faaliyetlerini desteklemiyoruz, kendisi artık bizden biri değildir” diye açıklama yapmak zorunda kalmış.

Tuma Çelik kim ya da kimler tarafından Türkiye’ye gönderildi?

Bilemeyiz elbette ama bu soruya verilecek cevap, bundan sonra, bir “istihbarat”konusudur.

Fırıldak AKP’lilere uyarımdır
Gazeteniz ve bütün yayın mecralarınızla Ekrem İmamoğlu’nu destekliyorsunuz… İyi ediyorsunuz da… Bu yaptığınız, konjonktürel değil, stratejik bir hata…

Savunduğunuz siyasete zarar veriyorsunuz…

Dahası, varlığınızı varlığına adadığınız siyasetçiyi (Ahmet Davutoğlu’nu) zor durumda bırakıyorsunuz.

Biraz akıllı olun…

Davutoğlu’nuz, istikbalde, Erdoğan’la değil Ekrem İmamoğlu’yla yarışacak. Daha doğrusu, İmamoğlu’nun kendini beğendirdiği hususiyetleriyle rekabet edecek ve varlığını dış dünyaya anlatmak (“anlatmak” ve “beğendirmek”) zorunda kalacak.

Dolayısıyla, bundan sonra rakibiniz Erdoğan değil, İmamoğlu’dur…

Gözden düşürmeniz gereken yapı da AK Parti değil, CHP’dir.

Bunu bilin de “çevrenize” ona göre zarar verin.

Hazır konu açılmışken, VIP hadisesini kurcalayan yazar için de bir iki cümle sarf etmek isterim:

Bu kadar “çirkin” olmayı nasıl başarıyorsun bilmiyorum ama bugüne kadar gördüğüm en çirkin, en hesapçı, en “sinsi” adamların başında geliyorsun. Keşke yüzündeki “tevazu”maskesi düşse de, insanlar içindeki “fücuru” görebilseler!

Ahmet Kekeç/Star

Soldaki Küçük Tatlı Çocuğun Tiksindiren Halleri…

Ben Fuat Uğur’un köşesinde gördüm… Bir fotoğraf… Ekrem İmamoğlu’nun 4-5 yaşlarındaki hali…

Fuat da, Ekrem İmamoğlu’nun sosyal medya hesabından almış.

Fotoğrafı yayınlarken şunları söylüyor İmamoğlu, “Albümü karıştırırken çocukluk fotoğrafımı buldum. Soldaki küçük tatlı çocuk benim…”

Bu açıklamanın yanına bir de gülücük işareti yerleştirmiş.

Bakıyoruz fotoğrafa…

İki çocuk var.

Biri (soldaki) 4-5 yaşlarında, diğeri (sağdaki) 7-8 yaşlarında…

Herhalde küçük Ekrem ve abisi…

Fakat fotoğrafta, baktıkça insanı halden hale sokan önemli bir detay var:

Küçük tatlı Ekrem, sol eliyle abisinin cebini karıştırıyor; daha doğrusu abisinin cebinden bir şeyler “aşırıyor”; suratında pişkin bir ifade… (4-5 yaşlarındaki bir çocuk nasıl “pişkin” bir ifade takınabilir, bunu nasıl başarır? Muamma… Ama küçük tatlı Ekrem bunu başarmış.)

Diyesi ki Fuat Uğur, “Küçük tatlı Ekrem, elini yanındaki kendinden büyük çocuğun cebine atmış. Bir şeyler aşırmakta; suratındaki ‘çaktırmama’ifadesiyle. Bayram el öpmelerinde toplanan şekerler olabilir mi bu? Kim bilir, belki de. / Ancak fotoğrafı gören herkesin aklına, soldaki küçük tatlı çocuğun, bugün ‘Oyları çalmakla’ suçlanan bir partinin belediye başkan adayı olması ve kendisinin ‘Beylikdüzü Belediyesi’ndeki icraatları’ nedeniyle ister istemez aynı düşünce gelmekte: ‘Demek ki bu işlere ta o zaman başlamış. Kardeşinin cebine el atan oylara da el atmış mıdır? İnsan 7’sinde neyse 70’inde de odur. Anlaşılan ta o zamandan Yetenekli Bay İmamoğlu olmaya adaymış’vb…”

Başkaları nasıl değerlendirir, bilmem ama ben o fotoğrafta, özellikle küçük tatlı Ekrem’in “çaktırmamaya” çalışan yüz ifadesinde şunu gördüm:

Bu çocuk hiç “üzülmemiş…”

Bir diğer ifadeyle, aşırı şımartılmış.

Bebekliğinden başlayarak, hep, kazanması (yöntemi ne olursa olsun kazanması ve “sahip olması”) öğütlenmiş.

Dünkü yazımda muhterem babasıyla muhaverelerini anlatmıştım:

Babası bizimkine (yani genç müteahhit ve “pazarlamacı” Ekrem İmamoğlu’na) soruyor: “Bugün ne yaptın evlat?”

Bizimki sevinçle, “10 daire sattım baba!” diye cevap veriyor.

Babası, bu cevap üzerine kızıyor: “Niçin 15 daire satmadın?”

Bebekliğinden başlayarak sürekli “kazanmış” (AVM sahibi bile olmuş) ama “kaybetmek”nedir (fakir düşmek nedir) hiç bilmemiş birini, “kaybetmek” diye bir şey olduğuna, hayatta insanın başına böyle şeylerin de gelebileceğine ikna edemezsiniz.

Küçük tatlı Ekrem belki de bu nedenle (bebekliğinden itibaren, kazanmaya ve “sahip olmaya” alıştırıldığı için) elini rahatlıkla kardeşinin cebine atıyor. Bunun “suç” ya da “ayıp”olabileceğini düşünmüyor.

Küçüklük fotoğrafı yayınlamak… İyi hoş da… Ben yine de Ekrem İmamoğlu’nun “kendi kendini takdimini” biraz “sorunlu” buldum.

Biraz değil, epey sorunlu buldum…

İki açıdan sorunlu:

Birincisi, “lapsus” çağrışımı yaptığı için… İstemeden de olsa, bilinçaltını dışa vurmuş oluyor.

İkincisi de şu:

Normal bir insan (normal bir insansa gerçekte) çocukluk resmini karşısına alıp, “Ay, küçükken ne şeker tatlı şeymişim ben!” demez.

İlle de bizi çocukluğuna götürecekse, normal bir fotoğrafını seçip yayınlar…

Böylesi çok basit olmuş!

HAMİŞ
Ekrem İmamoğlu, “Ordu Valisi basitlik yapıyor dedim” diye savunma yapmış. “Basit”demiş ama en az 20 yerde konuşma yaptığı için sesi kısılmış, ilk üç harfi çıkaramamış, dışarıdan “İtlik yapıyor” diye anlaşılmış.

Bir açıklama karşısında ilk kez bu duyguyu yaşadım:

Tiksindim!

Ahmet Kekeç/Star

Hoşgörü Gösterisi ve Mansur Yavaş’ın Beceriksizliği!

Alışkanlık haline getirdiler; “eleştirel” bir cümle duyar duymaz hemen mahkemeye koşuyorlar.

Mahkeme ne diyecek?

Bu iki yiğidin derdine nasıl deva olacak?

Mahkemeye verdiklerinde, vaki ve muhtemel eleştirileri önleyebilecekler mi?

Hayır…

Kendi kendilerini küçük düşürecekler, vatandaşın gözünde biraz daha yıpranacaklar.

“İki yiğit”ten muradım, İstanbul Büyükşehir’in “seçilmediği” halde “seçilmiş gibi” yapan belediye başkan adayı Ekrem İmamoğlu’yla, Ankara’nın Hitit Güneşi düşkünü belediye başkanı Mansur Yavaş.

Bu iki CHP’li yiğit de, muhaliflere göz açtırmıyor… Ama “hoşgörülü başkan” ve “hoşgörülü başkan adayı” rolü oynamayı ısrarla sürdürüyorlar.

İmamoğlu’ndan başlayalım:

Kendi kendini küçük düşürmekte mahir bu arkadaş, hakkında eleştirel ifade kullanan bütün gazeteciler hakkında üçer beşer dava açtı…

“Sevimsiz” bir adamdı.

İyice sevimsizleşti… Bazılarında da tiksinti uyandırmaya başladı…

Bir de “yalan…”

Ortaya çıktı ki, peynir ekmek gibi yalan söylüyor… Bu konuda genel başkanından daha mahir…

Hatırlayalım: Kendisi hakkında “Pontus” iddiasını ortaya atan Yunan gazetesi için, “Adını sanını dahi bilmem… Kıytırık bir internet sitesiydi” demişti.

Resimleri (belgeleri) ortaya çıktı…

İmamoğlu “Adı sanı bilinmeyen kıytırık bir internet sitesi”ne değil, Yunanistan’ın en tanınmış üç gazetesinden biri olan “Ethnos”a konuşmuş.

Öyle böyle konuşma değil…

Gazetenin muhabirini davet etmiş… Bir tam gün beraber olmuşlar… Resimler çektirmişler… Yarenlik etmişler… Gülüşmüşler…

İster misiniz, “hoşgörü” maskeli İmamoğlu, bu satırlarım üzerine de mahkemeye koşsun, “Bana yalancı dedi… Davacıyım…” desin.

Bekliyorum…

Hitit Güneşi sevdalısı Mansur Yavaş’a gelince…

Bu arkadaş da galiba “sıkıntıya” düşünce mahkeme kapısı aşındırıyor…

Fakat Mansur Yavaş’ın daha temel bir problemi var…

Ne gibi?

“Beceri” gibi…

Ankara’yı hangi hizmetlerle tanıştıracağını bilemediğimiz Mansur Yavaş, “devri sabık”yaratmayı bile beceremiyor. İddiasının altında kalıyor.

Oysa en iddialı olduğu konuydu bu…

Ne demişti?

“Melih Gökçek’in 1 katrilyon liraya yaptığı ihaleyi, 188 milyon liraya tamamladım…”

Rakamlar oldukça dikkat çekici…

Bakalım öyle miymiş?

Melih Gökçek’in 1 katrilyon liraya yaptığı ihaleyi, “becerikli” Mansur Yavaş’ımız 188 milyon liraya mı tamamlamış?

Önceki gün Melih Gökçek sosyal medya hesabından açıklama yaptı. Daha doğrusu, “müddei” Mansur Yavaş’ı ispata davet etti.

Şöyle dedi:

“Benim zamanımda yapılan ihale seninkinden pahalı ise ben bundan sonra siyaset yapmayayım. Ama senin ihalen benimkinden pahalı ise belediye başkanlığından istifa et. Var mı cesaretin?”

Sonuç mu?

Hitit Güneşi sevdalısı Mansur Yavaş (Çünkü Ankara’ya yapacağı en büyük hizmet, Hitit Güneşi’ni getirmek) sustu.

Bir şey daha:

Aynı Mansur Yavaş, seçimden önce, “Belediye Başkanı olursam hafriyattan 5 milyar para kazanacağım” demişti.

Belediye Başkanı oldu…

Şimdi “Hafriyat gelirin ne?” diye soruyorlar.

Verdiği cevap şu:

“Bu konu sonsuz ticari sır kapsamındadır.”

Yalan da parayla değil ya… Salla gitsin!

Ahmet Kekeç/Star

Türkiye Düşmanısın, Hem de Terbiyesizsin!

Birkaç gün önce bu sütuna konuk olmuştu. HDP Mardin Milletvekili Tuma Çelik

Pontus Rum Soykırımı’nda hayatını kaybedenleri saygıyla andığına ilişkin sözlerini paylaşmış, kendisini “müddei” olduğu konuda açıklama yapmaya çağırmıştım.

Tuma Efendi, “Adaleti, geçmişle yüzleşerek sağlayabilir ve barışı inşa edebiliriz”diyordu.

Bu genelgeçer cümleye kim itiraz edebilir ki?

Hem geçmişimizle yüzleşmek, hem de geçmişimizin hatalarını tekrar etmemek zorundayız. Ama bu yüzleşmeyi de “sahih bilgiler” üzerinden yapmalıyız.

Tuma Efendi, sosyal medya hesabından cevap vermiş.

Daha doğrusu “terbiyesizlik” yapmış… “Cahil gazeteci” filan gibi laflar ediyor… Müddei olduğu (ispatla yükümlü bulunduğu) konulara hiç girmiyor.

Benim cehaletim, kendisi hakkında “radikal solcu Kürt” demiş olmam.

Kürt değilmiş…

Süryani’ymiş… (Görüyor musunuz cehaleti!)

Hem çekirdekten Süryani’ymiş, hem de ESU (Avrupa Süryaniler Birliği) Türkiye temsilcisiymiş. Ayrıca “Süryanice-Türkçe” yayın yapan “Sabro” gazetesinin genel yayın yönetmeniymiş.

Ne fark eder?

İster radikal solcu Kürt, isterse “Türkiye düşmanlığını” temellük etmiş azınlıklardan olsun, bu durum Tuma Efendi’nin aynı radikal sol küvözden yetiştiği ve meselelere “öyle” baktığı gerçeğini değiştirmiyor.

Bu “parlak kariyerli” terbiyesiz HDP milletvekiline yönelttiğim eleştiriler ortada…

İçinde “Pontus Rum soykırımı” geçen haksız ve vicdansız cümleler kurmaktan sarfı nazar etmiyor, bu konuda oldukça cesur ama bu girişiminin nerelerden alınmış “kararlarla”örtüştüğünü, bunun “Türkiye düşmanlığı”ndan başka bir işlev görmediğini/görmeyeceğini gözlerden kaçırıyor.

Çünkü Tuma Efendi bu görüşünde yalnız değil: Yunanlılar da 19 Mayıs 1994 tarihinde meclislerinden geçirdikleri sözde “Pontus soykırımı” kararıyla, Türkiye’yi Ermeni soykırımı meselesinde olduğu gibi, uluslararası arenada baskı altına almak için özel bir “çalışma”başlatmışlardı.

Tuma Efendi’nin “oralara” selam gönderme cehdinin Türkiye’ye pislik atmaktan başka bir işlevi yok.

Bizi aydınlatması gerekiyor:

Bahsettiği soykırım ne zaman gerçekleşmiş? 1453’ü mü, yoksa 1461’i mi esas alıyor?

1453 İstanbul’un fethini işaret ettiğine göre, Rum Pontus İmparatorluğu’nun tarihe karıştığı 1461’i baz alıyor olmalı.

Böyle mi?

Böyleyse, 1461’de kime ne olmuş? Kaç kişi öldürülmüş ya da sürülmüş? Ortada “soykırım”diyebileceğimiz ne var?

Hayır, günümüzü (yani millî mücadele döneminde bölgede meydana gelen asayiş olaylarını) işaret ediyorsa, yine iddialarını somutlamalı.

Daha önce de sormuştum… Yine soruyorum:

Millî mücadele dönemindeki “soykırım” nasıl gerçekleşmiş?

Hangi bölgelerde?

Kayıp oranları nedir?

Dahası, soykırım kararı hangi tamime ya da genelgeye dayanmakta?

Tuma Efendi, madem aynı zamanda “araştırmacı-gazeteci”, araştırıp baksın bir: Millî mücadele döneminde, Karadeniz bölgesinde Rum ve Ermeni çetecilere karşı alınmış “tedbirler” dışında, azınlık diyebileceğimiz bir “varlığa” yönelik hangi tenkil ya da yok etme hareketi gerçekleştirilmiş?

Demek ki neymiş?

Radikal solcu Kürt de olsan, Süryani de olsan, yaptığın eylemin adı, hazinesinden maaş aldığı Türkiye Cumhuriyeti devletine “düşmanlık” yapmakmış, başka da bir şey değilmiş.

Ahmet Kekeç/Star

CHP Belediyeleri FETÖ’nün Çiftliği mi?

Samsun’daki “liderler fotoğrafı” güzeldi… En azından, Kemal Kılıçdaroğlu’nun şerrinden emin olundu, bu fotoğrafa dâhil edilerek…

Çıkıp abuk-sabuk konuşacaktı.

Can sıkacaktı.

Konuyla ilgisi olmayan laflar edecekti…

Çift taraflı ajan ve silah tüccarı Parvus’u yeniden yedirmeye kalkacak mıydı, “Parvus Efendi en önemli değerimizdir, Erdoğan onu niçin ihmal ediyor?” diyerek?

Bunu bilemeyiz ama okuduğu son kitap “İnce Memet” olan bir entelektüelden beklenen potları kıracaktı, Parvus olmasa bile, onun ayarında bir ajanı kaktırmaya çalışacaktı. (Kılıçdaroğlu, üstelik, Parvus Efendi’nin ismini Nazım Hikmet’in yanına yazdırmak istiyordu. İlginçtir, Nazım eyyamını ekmek parasına dönüştürmüş hiçbir entelektüelden ses çıkmadı.)

Parvus dedim de, aklıma geldi…

En az onun kadar “liberal” fikirlere sahip Fetullah, Afrika’daki Türk okullarına İngiliz, Fransız, Amerikan bayrağı asılması talimatını vermiş.

Maksat, bu okulların Türkiye’ye devredilmesini engellemek… Maarif Vakfı yetkilileri geldiğinde, “İngiliz, Fransız ve Amerikan egemenliğindeki okulları devralmaya çalışıyorsunuz” demek ve yerel yöneticilerin kafasını karıştırmak.

Fetullah bu işleri yapıyor…

Emrindeki ajanlar da CHP’de cirit atıyor…

En son, “belediyeler imamı” (şu an tutukludur) Erkan Karaarslan’ın marifetleri düştü ajanslara…

CHP’li belediyeleri sağmal inek gibi sağan Karaarslan, Beylikdüzü’ne de şöyle bir uğramış, Ekrem İmamoğlu’ndan “hizmet bedeli” olarak külliyatlı miktarda para almış.

Detayını Akşam gazetesi yazarı Kurtuluş Tayiz’den okuyalım: “İmamoğlu, 2016’da aldığı hizmet üzerinden Erkan Karaarslan’a toplamda 2 milyon 100 bin TL para aktarmış belediyenin kasasından. Evet bir hizmet almış, karşılığını ödemiş Beylikdüzü Belediyesi. Bundan daha normal bir alışveriş olamaz. Tabii, hangi hizmeti aldığı, verdiği paraya değip değmediği burada önem kazanıyor. Neymiş o hizmet? Erkan Karaarslan ‘Belediyenin gelirleri nasıl artırılır’konulu bir konferans vermiş. Yani Karaarslan ‘para nasıl kazanılır’ı anlatmış ve bunun için 2 milyon 100 bin TL’yi cebe indirmiş. Karaarslan’ın konferansından sonra Ekrem İmamoğlu’nun verdiği paranın karşılığında gelirlerini kaç misli artırdığı sorusu haliyle merak konusu. İmamoğlu çıkıp ‘Erkan Karaarslan’dan çok yararlandık, gelirlerimiz beş misli arttı, acayip gelir artırıcı yöntemler geliştirdik’diyebilir. Akıl edebilirse gazetecinin biri, her gün ayrı bir kanalda ağırlanan İmamoğlu’na bu soruları yöneltebilir.”

Hangi gazeteci (daha doğrusu muhabir) böyle bir soru yöneltir?

Böyle bir muhabir var mı?

CHP adayı, umumiyetle, kendi çalıp kendi oynuyor.

Daha doğrusu imajına halel getirecek sorulardan uzak duruyor.

İnsanlarla bire bir temas kurmaktan (ve onları kucaklamaktan) hoşlanıyor ama hoşuna gitmeyen sorularla karşılaştığında “cevap” seçeneğini kullanmıyor, mahkemeye koşuyor.

Cevap seçeneğini kullanacaksa, ben de aynı soruyu yöneltmek isterim.

FETÖ’nün “belediyeler imamı” Erkan Karaarslan’dan aldığınız hizmetin karşılığını nasıl “kâr”a ve “gelir”e dönüştürdünüz? Belediyenin kasasına kaç milyon lira girdi?

Çıkanı biliyoruz…

FETÖ’cü Karaarslan’a tamı tamına 2 milyon 100 bin lira para aktarmışsınız…

Bu harcamanızın karşılığını aldınız mı?

Delikanlı gibi cevap mı vereceksiniz?

Dava mı açacaksınız?

Ahmet Kekeç/Star

Bu TÜSİAD Ne Zaman Adam Olacak?

Eğitim-öğretim meseleleriyle alakasını bilmediğimiz ünlü işverenler topluluğu TÜSİAD,yıllarca “katsayı”, “İmam Hatip Liseleri”, “laiklik” diye zırlayıp durdu.

Bu merakını, bazı üyelerinin “komprador” tıynetine mi borçlu?

Gazete ilanıyla hükümet düşürmüş bir örgütten söz ediyoruz…

Ecevit bile (ikinci dönem Başbakanlığında örgütle iyi ilişkilerini sürdüreceğine, yani örgütün dediklerini yapacağına söz vermiş Ecevit bile) bunların şerrinden kurtulamadı… “Düşürülmüş hükümet”in Başbakanı olarak, kalan hayatını pişmanlıklarla, burukluklarla geçirdi…

Ülkemize yönelik dış tazyik arttığında kafa çıkaran (kolpacı ülkelerle senkron oluşturmakta mahir) bu “en ünlü işverenler örgütü”IMF’yle hesabımızı kestikten sonra da kafa çıkardı; “Yeni bir stand-by anlaşmasının zamanıdır” diye hükümete baskı uygulamaya başladı.

IMF’den aldığımız borcun son taksitini ödemişiz…

Çatlak ses yok…

Ekonomiyi nasıl yürüteceğimize dair akıl satan yok…

Enflasyon düşük oranlarda seyrediyor…

Nakit sıkıntısı yok…

Döviz rezervi en üst düzeyde…

İlaveten, yatırımlar hız kazanmış; köprüler, barajlar, tüneller, havaalanı inşaatı, altyapı ve kentsel dönüşüm çalışmaları…

Bu yatırımlar konusunda kredi sıkıntısı da yok…

Böyle bir dönemde, TÜSİAD kalkıyor, “Niçin IMF’yle yeni bir kredi anlaşması imzalamıyorsunuz” diye hükümete baskı yapıyor.

Basındaki kalemler de durumdan vazife çıkarmakta gecikmiyorlar tabii.

Gazete köşelerini tutmuş kazurat takımı, koro halinde, “Bu iyi bir gidişat değil; hükümet IMF’yle derhal bir stand-by anlaşması imzalamalıdır; ekonomik kriz kapıda…” diye yazılar yazıyor.

Bunlar, “Kriz bize teğet geçecektir” diyen Erdoğan’la kafa bulan yazarlar…

Erdoğan’ın, “IMF’ye ihtiyacımız yok kardeşim” beyanlarına rağmen baskılarını sürdürüyorlar.

Hatta biri (“Sakın silah bırakmayın” diye terörist ayartan Hasan Cemal) şunları yazıyor: “Erdoğan’ın ekonomik krizi baştan beri kötü yönettiğine ilişkin kanaat gittikçe yaygınlaşıyor. (…) Erdoğan’ın ekonomi takımına dönük eleştirel yaklaşımları fazlasıyla tepki topluyor iş dünyasında. Onlardan birinin sözleri şöyle: ‘IMF ile bir an önce anlaşma yapılmasında fayda var. Çok gecikildi. Geçen mayıs ve haziranda yapılmış olsaydı, Türkiye’ye 40 milyar dolar gelebilirdi. Şimdi ancak 20 milyarda kalacağız.’ Güncel soru: IMF ile anlaşma kapıda mı? Öyle gözüküyor, süreç hızlandı. Bir bankacı şöyle dedi: İlle de yumurtanın kapıya dayanması mı lazım? Bu yola daha önce gitseydik, çok daha iyi olurdu.”

Bu yazının yazıldığı tarih, 2008…

Hayal gücü geniş yazar “iş çevreleri”nden, “bankacı dost”tan söz ediyor ama ne ortada gidişattan yakınan iş çevreleri, ne de ekonomimizin iyiliğini düşünen bir “bankacı dost”var; sadece, o en ünlü işverenler örgütünün (daha doğrusu uluslararası finans çevrelerinin) suflörlüğünü yapıyor.

Demek istiyor ki, “Yatırımcı (girişimci) üzerinden Türkiye’ye para çekmeyi bırakın. Büyük bir ekonomik kriz geliyor. Ayrıca bu kadar yatırım yapmanıza da gerek yok… Taze para istiyorsanız IMF ne güne duruyor?”

Kriz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da “öngördüğü” gibi teğet geçti. Ama melanet cephesi boş durmadı. Önce “Gezi” ayaklanması, sonra 17/25 girişimi, ardından“darbe”kalkışması…

TÜSİAD’ın değerli üyeleri o kalkışmalar sırasında, eylemcilere bedava internet erişimisağlamakla meşguldü. Bazıları otellerini ve kafelerini çapulculara açmışlardı.

Geçen hafta itibariyle, “kolpacı ülkelerle” birlikte yeni bir saldırıya geçtiler.

Hükümetin istihdam politikalarına destek sözü vermişlerdi, usulünce ortalıktan toz oldular…

Şimdi kalkmış içinde “istihdam” ve “demokrasi” geçen cümleler kuruyorlar.

Utanmıyorlar da…

Fatih Altaylı’nın kullandığı bir kalıp vardır, “Ne zaman adam oluruz?” diye…

TÜSİAD kendi ülkesi lehinde pozisyon alsın…

O zaman adam oluruz!

Ahmet Kekeç/Star

İmamoğlu Benden 10 Bin TL İstiyor

Şarkıcı Murat Boz, buna 100 bin TL bağışlamış…

İyi para…

Başlığı “İmamoğlu” koydum ama asıl soy ismi “Müdafa”dır… Ekrem Müdafa yani.

Ekrem Efendi, mahkemeye başvurmuş, “Müdafa” olan soy ismini “İmamoğlu” diye değiştirmiş.

Neden acaba?

Benim bir tahminim var ama yazamam… Eleman çünkü, zırp pırt dava açıyor… “Tahammüllü ve hoşgörülü siyasetçi” elbisesini çıkarıp, “asabî hasım” kılığına giriyor.

Ki, “asabî hasım”, tam da onu tanımlayan bir ifade.

Çünkü Ekrem Müdafa, sadece dava açmıyor… Mukabil davalara da muhatap oluyor…

Bugüne kadar sayısız davanın “sanığı” olmuş…

Dökümünü Akit yazarı Ali Karahasanoğlu verdi…

Öyle ki, hakkında “zimmet davası” bile açılmış… Bazılarında beraat etmiş.

Şimdi sıkı durun:

Etrafa “hoşgörü” gülücükleri saçan Ekrem Müdafa hakkında açılan davaların 5’ini, “hakaret ve tehdit davası” oluşturuyor… Yani, muhataplarına küfredip tehditler savurmuş. (Gazete yapan arkadaşlara çağrımdır. Şu adam hakkındaki dosyalara bir baktırın. Kimlere hakaret etmiş, hangi tehditleri savurmuş, bir görelim…)

Demek ki, Ekrem Müdafa, o kadar da “hoşgörülü” ve “saygılı” bir adam değilmiş.

Demek ki hep maskeyle dolaşıyormuş.

Bu durumu da tespit ettikten sonra, gelelim Ekrem Müdafa’nın para talebine…

Hatırlayacaksınız, Ekrem Müdafa, bundan bir süre önce, seçimde sarf etmek üzere, bir “yardım kampanyası” açmıştı. Kampanyanın alt sınırı 20 TL… İsteyen, daha fazla parayla katkıda bulunabiliyor.

Nitekim Murat Boz, kapıyı 100 bin TL’den açtı. (Acun’dan aldığı paraları İmamoğlu’na bağlıyor. Kârlı bir yatırım…)

Murat Boz’un açtığı kapıdan hangi sanayicimizin ve TÜSİAD üyesinin gireceği merak konusudur. (Her şeyi sanatçılardan beklemeyelim… Onların gücü, şimdilik, “Her şey çok güzel olacak” diye toplu fotoğraf çektirmeye yetiyor. Gezi çapulunda eylemcilere otelini açan ya da bedava internet erişimi sağlayan işadamlarımızdan da “hareket” bekliyoruz.)

Fakat bu “yardım” işinde bir gariplik var…

Ekrem Müdafa, öyle zannettiğiniz gibi, “fakru zaruret” içinde olan ve seçmenden gelecek 20 TL’ye muhtaç bir siyasetçi değil. Bakmayın her gün 60-70 iftara katılmasına… Zengin bir işadamı… Hem inşaatçı, hem tanınmış bir müteahhit… (“İkisi de aynı şey” demeyin.)Bir ara “köfte salonları”na sahipti. Belki devam ediyordur onlar… Aynı zamanda AVM’ci… Yani “AVM ortağı…”

Bu serveti nasıl edindiğini sormuyorum.

Şunu soruyorum:

Bu kadar “varlık” içinde seçmenin 20 TL’sine göz dikmek uygun mudur?

Bu satırların yazarından da 10 bin TL istiyor…

Hayır, “bağış” değil…

Mahkemeye başvurmuş, hakkımdaki yığınla ceza davasına ek olarak, bir de “tazminat davası” açmış. Kazanırsa, hem 10 bin TL’mi alacak, hem de beni hapse yollayacak…

Kendisine bir teklifim var.

Kabul ederse, 10 değil, 20 bin TL vereceğim.

Malum, FETÖ’cü hesaplar, sürekli Ekrem İmamoğlu lehinde paylaşımlarda bulunuyor. Öyle ki, “Her şey çok güzel olacak” sloganı bile, ilk kez, bir FETÖ’cü tarafından tedavüle sürülmüştü.

Sadece FETÖ’cüler değil…

PKK’lılar da sürekli İmamoğlu lehinde paylaşımlarda bulunuyor.

Geçen hafta Bese Hozat ve Duran Kalkan“Desteğimiz İmamoğlu’na…” diye açıklama yaptılar.

Teklifim şu:

Ekrem İmamoğlu, çıkıp, isim vererek, “Sizin desteğinize ihtiyacım yok, düşün yakamdan!”diyecek ve başta Fetullah olmak üzere o teröristleri elinin tersiyle itecek!

Ahmet Kekeç/Star

CHP Adayı Neden Hiç FETÖ Demiyor?

Geçen haftayı nispeten “sakin” geçirdik. Benim açımdan sakin geçti… Çünkü adresime gelen Basın Konseyi varakalarına ve suç duyurularına üç günlüğüne ara verildi.

Bir diğer ifadeyle, üç günüm rahat geçti.

Sebep?

Ekrem İmamoğlu üç gün kadar ortalıkta görünmedi de, ondan…

Kıbrıs’a gitmiş…

Kıbrıs’ta kimlerle temas ettiğini bilmiyoruz… En azından ben bilmiyorum… Bu seyahatinin, yaklaşmakta olan İstanbul seçimiyle ilgisi olmadığı ortada… Kampanyaya üç gün ara verdiğine göre, demek ki Kıbrıs seyahati ya da ziyareti İstanbul seçiminden daha önemli…

Benim açımdan önemi, dediğim gibi, hakkımda yaptığı “seri” suç duyurularına üç günlüğüne ara vermiş olması.

Bu yazıyı okuduktan sonra yine avukatlarını ve nazar boncuklu basın danışmanını görevlendirecek, iki koldan (Basın Konseyi ve savcılık üzerinden) sıkıştırmaya devam edecek.

Konumuz şu:

Ekrem İmamoğlu, halkla bire bir teması seviyor; çarşıda pazarda dolaşmak, halkla ve esnafla yarenlik etmek, onun seçim stratejisi… Bire bir temasta herkesi ikna edeceğini, bir diğer ifadeyle kendisini sevdireceğini düşünüyor…

Bazı yerlerde sevdiriyor da.

Herkesi kucakladığına/kucaklayacağına ikna ediyor; yalan söylüyor ama bu da stratejinin bir parçası.

Hayır, İmamoğlu’nun “yalancılığından” (çünkü herkesi kucaklayan İmamoğlu bu satırların yazarına sürekli dava açıyor) söz etmeyeceğim; var olan dosyalara bir yenisini daha eklemekten başka bir işe yaramayacak bu. Yaşlandım, düştüm; şu “düşmüş” ve “hasta”halimle mahkemelerle uğraşamam.

İlginçtir…

Halkla bire bir teması seven ve onlarla her şeyi paylaşan İmamoğlu, iki konuya hiç girmiyor ya da çok az giriyor:

BİR– PKK…

İKİ– FETÖ…

Konuşması gerektiğinde acele birkaç cümle kuruyor (özellikle PKK’yla alakalı), ama FETÖbahsine ve bu örgütün 15 Temmuz’da başımıza açtığı gailelere hiç girmiyor…

Neden?

Yeni bir “suç duyurusuna” konu olmayacağını bilsem, Ekrem Efendi’nin Samanyolu TV’de yorumculuk yaptığı şanlı şike operasyonu günlerine gönderme yapıp bir “cevap” bulmaya çalışırdım ama İmamoğlu “spekülasyonlar” ve “anıştırmalar” için de suç duyurusunda bulunuyor. Boş yok…

O zaman spekülasyon ve anıştırma yapmayalım…

Şunu yapalım:

İmamoğlu’nun FETÖ konusunda niçin kırılgan ya da suskun olduğunu (daha doğrusu niçin böyle bir görüntü verdiğini) soralım.

Samanyolu TV’nin eski yorumcusu İmamoğlu, “Hain FETÖ örgütü” lafı dışında, bu örgütle ilgili içimizi serinletecek bir tavır içine girmedi… Ya da biz görmedik… Darbe günü (yani 15 Temmuz günü) Brüksel’deydi. Darbenin “yenilgiye” uğrayacağını bile bile (çünkü darbenin yenilgiye uğrayacağı, köprü geçişe kapandıktan bir-iki saat sonra belli olmuştu), sosyal medya hesabından bazı paylaşımlarda bulundu ve darbeye direnen halkı “içeri”sokmaya çalıştı. Daha sonra, bu tutumunu tavzih edecek bir eylemde bulunmadı. “Serinliğini” korudu.

Bu serinlik, sadece İmamoğlu’na has bir durum değil.

Neredeyse bütün CHP’lilerde (CHP yönetici kadrolarında) var bu “serinlik” ya da “aldırışsızlık…”

İşte en serin CHP’lilerden Artvin Arhavi Belediye Başkanı Vasfi Kurdoğlu’nun marifeti:

Mazbatasını alır almaz, ilk icraatı, belediye binasının girişinde bulunan 15 Temmuz kahramanı Ömer Halisdemir’in fotoğrafını indirmek oluyor.

Tepki üzerine bir hafta sonra fotoğrafı yerine koyuyor ama bu kararından dolayı belli ki çok mutsuz…

Tıpkı “Hain FETÖ örgütü” demek zorunda kalan bazı arkadaşlar gibi…

Ahmet Kekeç/Star

Ne Yazarsam Yazayım, Dava Mı Açacaksın?

Yeni bir hasmım türedi: Ekrem İmamoğlu

Ne yazarsam yazayım, önce illegal “Basın Konseyi”ne, sonra mahkemeye koşuyor. (Basın Konseyi’nden alacağı “kınama” kararının, mahkemede elini güçlendireceğini düşünüyor. Hangi hakla gazeteci yargıladığını bilmediğimiz Basın Konseyi de bu oyuna figüranlık yapıyor. Basın adına yüz karası…)

İyi de yazsam, kötü de yazsam, İmamoğlu “mahkemeye koşma görevini” ihmal etmiyor.

Şöyle bir rakam vereyim:

Muhterem, “mazbatalı-mazbatasız”, Büyükşehir Belediye Başkanlığı yetkisini kullanmaya başladıktan sonra, hakkında yazdığım bütün yazılar için dava açtı.

Soruyorum: “Militanlarınızı mı sokağa dökeceksiniz?” Çünkü, seçimler iptal edilirse, YSK’yı ve Türkiye’yi “sokak”la tehdit ediyordu.

Hemen mahkemeye koşuyor…

Soruyorum: “Samanyolu TV’de program yaptığın dönemde, Fenerbahçe’yi ‘şikecilikle’ itham ediyordun. Bugün hangi yüzle Fenerbahçe’nin maçına gidiyorsun?”

Hemen mahkemeye koşuyor…

Soruyorum: “Yüzünde hoşgörü gülümsemesi var ama hoşa gitmeyen gazeteci ve yazarları Basın Konseyi aracılığıyla susturmaya çalışıyorsun. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?”

Hemen mahkemeye koşuyor…

Uzatılabilir…

Hülasa, Ekrem İmamoğlu, hakkındaki ithamlarım ve sorularım için mahkemeye gitti.

Hoşlanmıyor.

Sorularla “sıkıştırılmaktan” hoşlanmıyor.

FETÖ kanallarında program yaptığının “bilinmesinden” hoşlanmıyor.

Ramazan ayında, teravih saatine çalgılı çengili Ramazan konseri koyduğunun “hatırlatılmasından” hoşlanmıyor.

Hakkında 2016 yılında FETÖ soruşturması açılmış bulunduğunun faş edilmesinden hoşlanmıyor… (Bu soruşturmaya ne oldu? Bilebildiğim kadarıyla, dosya henüz kapanmadı. Yani, İmamoğlu henüz aklanmadı. Dosya “açık” durduğuna göre, her an bir sürprizle karşılaşabiliriz.)

İstiyor ki, hep “güzelliklerini” analım…

İstiyor ki, Yasin-i Şerif’i nasıl patlattığını ve cami cemaatiyle nasıl ünsiyet kurduğunu yazalım.

Hadi yazalım da, hem Yasin-i Şerif okuyup hem Ramazan ayının en önemli ritüeli haline gelmiş dini yayınlar fuarına yasak getirmek, yani yer göstermemek de ne oluyor?

Hadi hep “güzelliklerini” analım da, teravih saatine konser koymak ve hoşa gitmeyen gazetecilerin “tecziyesini” istemek de ne oluyor?

Bir şey daha:

Neredeyse 40 yıldır yazı-çizi işleriyle uğraşıyorum, 28 yıldır da aralıksız köşe yazarlığı yapıyorum; İmamoğlu evsafında birini ne gördüm, ne duydum:

Arkadaşımız fena halde “yaralı”; zayıf taraflarıyla kamuoyu önünde “görülmekten”hoşlanmıyor; daha doğrusu yaralarının hatırlatılmasını istemiyor, hatırlatanlardan da ölümüne nefret ediyor ve “takıntılı” bir halete giriyor.

Bu satırların yazarına da takmış durumda…

Daha önce yüzlerce siyasetçi hakkında yazdım, binlercesiyle muhatap oldum… Hakkımda davalar açtırdım… Ama İmamoğlu gibi takıntılısına rastlamadım…

Bu süreçte bir şey daha tecrübe ettim:

İmamoğlu en çok FETÖ anıştırmasına (bir aralar Samanyolu TV’de program yaptığının ve hakkında FETÖ soruşturması açıldığının hatırlatılmasına) bozuluyor.

En ağır sözleri söyleyebilirsiniz, en ağır eleştirileri yöneltebilirsiniz…

“Siniri alınmış hoşgörülü adam”ı oynayacaktır…

Ama FETÖ anıştırması yapmamalısınız.

Bu işe neden bu kadar çok bozuluyor, ben de bunu anlamıyorum işte!

Ahmet Kekeç/Star

Yasin-i Şerif’li Çalgı Çengi

Hakkında FETÖ’cülükten 2016 yılında soruşturma açılan Ekrem İmamoğlu’nun “gelir-gelmez” ilk icraatları şunlar oldu:

BİR– İBB’nin veri tabanını (yetkisiz ve “güvenlik soruşturmasından” geçmemiş kişilere)kopyalatmak…

Bu acayip icraat, neyse ki mahkeme engeline takıldı.

İKİ– İki avukat görevlendirip, dört gazetecinin “susturulmasını” sağlamak…

Ekrem İmamoğlu, hoşa gitmeyen gazetecileri susturmak için, illegal “Basın Konseyi”yle iş tutuyor.

Bu kuruluş, biliyorsunuz, 12 Eylül darbesinin bir ürünü olarak doğdu ve darbecilere nazire olsun diye “konsey” ismini aldı.

Kendini mahkeme yerine koyarak suç işleyen bu kuruluş, 2000’li yılların başında FETÖ’nün kontrolüne girdi. Kripto FETÖ’cüler açısından hâlâ cari ve işe yarar bir kuruluştur.

ÜÇ– İstanbul Büyükşehir Belediyesi tabelasının üzerine “TC” rumuzunu çakmak…

Böyle yaparak, acayip “Kemalist” bir eylem koymuş oluyor. PKK’dan aldığı oyları “TC”rumuzuyla mı aklayıp paklayacak?

Oysa refiki belediyelerde yıllardır “TC” ibaresi kullanılmıyor…

En Kemalist bilinen Eskişehir ve İzmir belediyelerinde bile böyle bir uygulama yok.

Ne demek istiyor Ekrem Efendi? “En eklektik benim” mi demek istiyor? Bu nasıl bir kafadır! Bu nasıl bir “kendini gösterme çabası”dır! Bu nasıl bir sahteciliktir!

Kendisi bilir… Yarın “ortaklıkları” bozulduğunda PKK ve HDP’lilere bunun hesabını nasıl vereceğini, “TC”yi nasıl tevil edeceğini kendisi düşünsün.

DÖRT– 37 yıldır devam eden ve Ramazan aylarının en kayda değer kültür etkinliği haline gelmiş geleneksel “Dini Yayınlar Fuarı”na son vermek.

Bu fuar Ekrem İmamoğlu’nu niçin rahatsız eder?

FETÖ’nün, daha doğrusu FETÖ’yle iltisaklı yayınevlerinin ve kimi mahfillerin bu fuardan rahatsız olduklarını öteden beri duyup duruyorduk.

FETÖ, iç işleyişini denetleyemediği organizasyonlara iyi gözle bakmaz. Hadi bunu anladık… Ekrem İmamoğlu’na ne oluyor? Bu arkadaşımız niçin dini yayınlar fuarından rahatsız?

Durumuna açıklık getirmek için şöyle diyebilir: “İşletmeci mantığıyla baktığımız için, bu etkinliği esnaf açısından kârlı görmedik, umum istek üzerine bu yıl fuarı kaldırdık…”

İyi de, her şey para mıdır kardeşim?

Her şey kârlılık mıdır?

BEŞ– Ramazan konserleri…

Evet, yanlış okumadınız. “Gelir gelmez” dini yayınlar fuarını kaldıran Ekrem İmamoğlu’nun beşinci icraat kaleminde “Ramazan konserleri” yer alıyor.

Konserler için Maltepe sahili ayrılmış…

Koliva, Paul Dwyer&The Bandits gibi “Ramazan’ın ruhuna” uygun sanatçılarımız, Maltepe sahilinde “halkımızla” buluşarak, Ramazan’ın ruhuna “en uygun” etkinliği gerçekleştirecek.

Fakat küçük bir sorun var…

İcabında “Yasin-i Şerif” okuyarak bazı dindar gönüllerde taht kuran Ekrem İmamoğlu’nun küçük bir problemi var… Yasin-i Şerif okuyup “göz boyadığınızda” her şeyi halletmiş olmuyorsunuz: İnsan hiç değilse Ramazan konserlerinin saatine hassasiyet gösterir. Yani, teravih saatine konser koymaz.

Hem Yasin-i Şerif, hem teravih saatinde çalgı çengi…

Oluyor mu yani Ekrem Efendi!

HAMİŞ
Hakkında FETÖ’cülükten “soruşturma” açılmış Ekrem İmamoğlu, kamuoyuna “sinirleri alınmış, sakin adam” rolü oynuyor. İnanmayın. Yüzündeki ifade, “hoşgörü maskesi”dir. Bu yazıdan sonra yine avukatlarını devreye sokup “susturulmamı” isteyecektir.

Ahmet Kekeç/Star