Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Nisan 30, 2024

Savaş mı Fitne mi?

Son günlerde iki fotoğraf çok paylaşıldı. Birinde eli silahlı ve ülkesini Rusya’ya karşı korumaya hazır Ukraynalı bir kadın, diğerinde ise bavullarını toplamış ve ülkesini terk eden Suriyelerin olduğu bir fotoğraf…Bu iki fotoğrafı yan yana getirip ülkesini terk eden veya kalıp savaşanlar üzerinden kahraman ve olmayan hükümlerine veya tanımlarına varmak bizleri doğru sonuca götürmez.

Neden mi?

Eline silah almış Ukraynalı kadın veya erkek ülkesini işgal eden düşmana karşı savaşacak? Rusya ülkesine saldırmış o da ülkesini koruyacak . Peki ya Suriyeli, Mısırlı, Yemenli, Libyalı, Iraklı kime karşı savaşacaktı? Şartlar aynı değil ki!

Lafı uzatmadan söyleyelim… Merhum Erbakan hocamız, 28 Şubat sürecinde yapılmak istenen ihaneti basiret ve ferasetiyle görmeyip seçmenlerini sokağa inmeye davet etseydi, bu durumda kim kimi öldürecek idiyse İslam Ülkelerinde birbirlerini öldürenler de onlardır. Bu duruma İslam, savaş veya iç çatışma değil “fitne” adını veriyor. Dinimizin özel bir ad kullanmasının nedeni, fitne ortamlarında Müslümanların birbirlerine karşı nasıl davranması gerektiğinin şartlarını ortaya koyarak en az hasarlı bu ortamdan çıkmayı sağlaması içindir.

Çünkü fitne ortamlarında baba oğlunu, kardeş kardeşi, komşu komşuyu, amir memuru hatta başka partilerden oldukları için bazen eşler birbirlerini öldüreceklerdi. Ülkemizi feraset sahibi bir liderin varlığı bu büyük fitneden muhafaza etmiştir. Fitne demek, bir ülkede her biri birbirine eşit haklara sahip olan vatandaşların birbirlerini çeşitli gerekçelerle öldürmeye kalkmalarıdır. Üstelik fitne de haklı haksızdan ayırt edilemez.

Sorun çok karmaşık olduğundan, “Fitne ortamlarında kavganın tarafları birbirlerine karşı nasıl davranacak? Olaylarla bağlantıları olmayan üçüncü taraflar bu durumda ne yapacaklar? Kan dökülmesi nasıl önlenecek?” sorularının cevaplarını Kuran-ı Kerim, sünnet ve İslam hukuku açıkça ortaya koymaktadır.

İslam ülkelerinde meydana gelen fitne olaylarında ihtilafa düşen taraflar ve bizler gibi üçüncü taraf olanlar şayet dinimizin ortaya koyduğu ilkelere göre hareket etmiş olsaydık, Suriye, Libya, Yemen ve Irak çatışmalar sonucunda devlet olmaktan çıkmaz, Mısır’da çok büyük bir topluluk olan Müslüman Kardeşler zalimce terörist muamelesine tabi tutulup çok ağır zulme uğramaz ve ülkelerini terk etmeye zorlanmazlardı.

Soru; fitne sonrasında Suriye, Mısır, Libya, Yemen, Irak ve diğer İslam ülkeleri önceki yaşamlarına göre daha iyiye mi gittiler yoksa öldürülüp, vatanlarından sürülüp, sakat bırakılıp dağılıp gittiler mi? Atılan adımların doğru olup olmadıkları bu sorunun cevabında saklıdır. Cevap açıktır. Kıyası mümkün olmayacak biçimde çok daha kötü olmuştur. Hem fitnenin tarafları hem de üçünü taraf olan izler gibi ülkeler yanlış yapmışlardır.

Fitne ortamlarında üçüncü tarafların tavrı çoğu zaman kavgayı çok daha fazla ateşler…Somut bir örnek üzerinden konuyu izah daha kolaydır. Diyelim ki, komşularınızdan biri çok güçlü ve zalim, diğeri de güçsüz ve mazlumdur. Kavga ettiklerinde, şayet engelleme gücümüz varsa önce elimiz, yoksa dilimiz buna da gücümüz yetmezse mazlum olanın daha fazla ezilmesini önlemek bari zalimi engelleyelim tutumu ediniriz değil mi?

Şayet gücünüz zulmü engellemeye yetiyorsa ölçü şudur. “Eğer Mü’minlerden iki tâife çarpışırlarsa hemen aralarını bulun barıştırın, şayet biri diğerine karşı tecâvüz ediyorsa o vakit Allah’ın emrine dönünceye kadar o taşkınlık edenle savaşın! Eğer dönerse yine adâletle aralarını sulh edin ve hep insaflı olun, çünkü Allah âdil davrananları sever.” (el-Hucurât, 9)

İçinde büyük bir yırtıcının olduğu kuyuya kardeşi düşmüş biri onu kuyudan çekip alamıyor veya yırtıcının başını ezemiyorsa, yırtıcıya çomak sokarak öfkelenmesine neden olur mu? Kardeşin selameti için ona çomak sokmamayı tavsiye edenler, zalimin yanında durmakla itham edildiler. Mısır, Suriye, Libya, Irak fitnelerinde Türkiye’nin hatası ne yazık ki tam da bu olmuştur. Hem kardeşini kuyudan alamıyor, hem de başını ezemediği zalime çomak soka yanlışına düşmüştür. Bunun yanlış olduğunu söyleyen bizler de, diktatörlerin yanında durmakla suçlandık.

Allah-ü Teala Maide Suresinde, Kabil’in, kurbanının kabul olmamasında hiçbir günahı olmayan kardeşi Habil’i öldürmek istemesine karşılık verdiği cevabı

29- Ben diliyorum ki sen hem benim günahımı hem de kendi günahını yüklenesin, cehennemliklerden olasın! Zalimlerin cezası işte budur.”

30-Sonunda içindeki duygular onu kardeşini öldürmeye itti; onu öldürdü ve böylece hüsrana uğrayanlardan oldu.

Dikkat edilirse bu ayeti kerimede Habil kardeşi Kabile, “kurbanını Allah kabul etmedi bana ne demiyor”. Bu nedenle bir yerde iş, ölme ve öldürme aşamasına geldiğinde, öldürmek değil de ölmek övülüyor.

Bu hadis-i şerif durumu daha güzel izah ediyor. “Rasûlullâh (s.a.v) Efendimiz’den işittim, «İki müslüman kılıçlarıyla karşılaştıkları zaman kâtil de maktûl de Cehennem’dedir.» buyuruyorlardı.
«‒Yâ Rasûlallâh, kâtil tamam, peki öldürülen niçin Cehennem’e girer?» diye sordum.
«‒O da arkadaşını öldürmeye hırslıydı da ondan!» buyurdular.” (Buhârî, Îmân, 22)

İşte sizlere bir hadisi şerifle yol haritası “Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa ona sığınsın.” (Sahihu’l-Buhari VIII, 92; Tefriru’l-Kurani’l-Azim II, 43; Sunenu İbn-i Mace, II, 3961.)

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir