Günlerdir bu dizi üzerinde konuşuyoruz. Ben bile hayatımda ilk kez bir diziyi yorumlamış oldum. Fakat bu iş biraz fazla abartıldı galiba (ve ben de hala buna katkı yapıyorum).
Aslında dizi -görüntü ve mesajlarından bağımsız olarak- olması gerektiği gibi idi. Normaldi yani. Fakat daha önce çekilen benzer diziler/sinemalar o kadar kötü idi ki, bu dizi lehinde böyle bir olumlu kontrast çıktı ortaya.
Oysa bu diziyi -ülkemizdeki selefleri ile değil de- mesela bir İran sineması ile karşılaştırırsanız, ‘’eh, fena değil işte’’ der çıkarsınız işin içinden (zaten dizinin özellikle doğal ortamların dekor olarak kullanılması gibi İran sinemasına benzer yönleri de yok değildi, Ali Farkhunde etkisi mi?).
Gördüğüm şu; Lehte ve aleyhte yorum yapanlar, gereğinden fazla mesaj yüklüyor. Nerede ise her sahnesine bir mesaj yüklemesi yapıyoruz. Üstelik bunların bir bölümü çok abartılı ve zorlama, muhtemelen senaristin aklına bile gelemeyen yorumlar bunlar.
Mesela dün bu dizi hakkında yazılmış bir metin okudum, tam 3009 kelime. Evet yanlış okumadınız, tam 3009 kelime; 23.639 karakter, 49 paragraf, 295 satır. A4 büyüklüğünde 7 sayfa.
Yani nerede ise akademik makale boyutunda bir metin yazılmış (bu konularda akademik makaleler de yazılabilir elbette, yazılıyor da zaten ama bu herhalde tek bir dizi üzerinden olmaz).
Dizinin her karakterine/sahnesine onlarca mesaj yüklenmiş. Freud, Jung, psikanaliz vs… ne analizler ne analizler. ‘’Şurada şu mesaj verilmiş, burada bu mesaj… ‘’
Medrese kökenli ve felsefe ile uğraşan bir yazar/düşünür, bu dizi ile ilgili tam 2 saat 5 dakikalık bir video-yorum yapmış. Yorumlamış da yorumlamış…
Berkun Oya bu yazıları okuyor, bu yorumları dinliyorsa, herhalde, ‘’Vay be, farkında olmadan ne mesajlar vermişim ben böyle’’ diye düşünüyordur!
Vermek istediğimiz mesajları başkaları üzerinden -ama onların haberi olmadan- vermek konusunda oldukça mahiriz. Bunun en tipik örneğini seçim akşamlarında görüyoruz. Her yorumcu, kendisinin vermek istediği mesajı, -sanki millet yekpare hareket eden tek bir seçmen imiş gibi- ‘’millet şu mesajı verdi’’ diyerek millet üzerinden vermiş olur. A gerekçesi ile oy verenle B gerekçesi ile oy vereni aynı kefeye koyar ve ‘’millet bunu dedi’’ der. Oysa millet onu dememiştir, daha doğrusu milleti öyle tek bir gerekçesi/seçeneği olmaz.
Vaktiyle nüktedan bir yazar bu konuda şöyle demişti; ‘Vatandaş olarak oyumu kullandım, sandıklar açıldı ve sonucu öğrendim ama bir de TV’yi açayım da vatandaş olarak hangi mesajları vermişim, yorumculardan dinleyeyim dedim lakin hiçbir yorumcu benim verdiğim mesajı saymadı, vermediğim mesajları saydılar.’’
Pazar alışverişi için kasabaya gelen Mehmet amca, ihtilaf halindeki komşusu/köylüsü ile karşılaşır. Komşusu ona ‘’burada da mı sen, lanet olasıca…’’ gibi bazı sözlerle sataşır. Mehmet amca ise gülümser ve karşılık vermeden geçer. O esnada olaya tanık olan bir avukat hemen Mehmet amcanın koluna girer ve ‘’amca ben avukat ‘’…’’, seninle biraz konuşabilir miyiz’’ der. ‘’Konuşalım’’ der Mehmet amca ve başlarlar konuşmaya (A, avukat; M, Mehmet amca);
A- Amca biraz önce sana hakaret eden adama dava açmayacak mısın?
M- Hayır, niye açayım ki?
A-Çünkü sana karşı küfretti. Bu bir suçtur. Sana karşı sövmek, küfretmek sureti ile onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek nitelikte somut bir fiil işledi. Ayrıca seni küçük düşürecek sözler söyledi, itibarını zedeledi. Kişilik haklarına, onur, şeref ve haysiyetine haksız bir şekilde saldırıda bulundu. Dolayısıyla hem suç duyurusunda bulunmalı hem de maddi ve manevi tazminat davası açmalısın. Açacak mısın?’’
M- Bak hele şerefsize, meğer neler de yapmış bana, açacağım tabi, açacağım, ben bu kadar çok kötülük yaptığını fark edememişim, açalım hemen davayı.
Evet, olgular ve mesajlar;
Mesajı veren (ne veriyor?),
Mesajın kendisi (ne söylüyor?),
Mesajı alan (ne anlıyor?).