Sendika ve Sendikacılık kavramları Coğrafyamızda, Batıdaki örneklerine göre çok ileri tarihlerde ortaya çıktı. Osmanlı döneminde belli üretim dalları dışında sanayileşme yaşanamadığından işçi sınıfının ortaya çıkması da batıdaki örneklerine göre ileri tarihlerde oldu.
Osmanlı döneminde bilinen ilk işçi hareketleri 1830’lu yıllarda tarım işçilerinde görüldü. İstanbul’da Kasımpaşa Tersanesi İşçileri ve Beyoğlu Telgrafhanesi İşçileri tarafından 1872 yılında gerçekleştirilen grevler de ilk grevler olarak kabul edilmektedir. 1871 yılında kurulan Ameleperver Cemiyeti (İşçi Severler Derneği) kimi araştırmacılar tarafından ilk sendika olarak tanımlansa da asıl olarak yardımlaşma sandığı benzeri bir örgütlenmeydi.
Cumhuriyet sonrası işçi hareketi ve sendikacılığın gelişmesinde sanayileşme hareketlerinin büyük etkisi oldu. Sanayileşmede asıl atılım 1930 sonrası başladı. Daha sonraki yıllarda kurulan Şeker fabrikaları, Sümerbank, Türk Petrolleri, Kağıt fabrikaları devlet eli ile kurulan sanayi girişimleriydi. Bunları diğer işletmeler izledi. İmalat sanayinde yeni yeni fabrikaların kurulmasıyla işçi sayısında artışlar oldu. Fakat çalışanların “sınıf” temelinde birleşmeleri yasaktı. Dolayısıyla sendikaların kuruluşu yasaktı.
1947 yılında ilk Sendikalar kanunu çıkartıldı ve ilk kez yasal çerçevede sendikalar kuruldu ve faaliyet gösterme çabasına girdiler. Çabası diyoruz çünkü henüz toplu iş sözleşmesi ve grev yasası çıkarılmamıştı. Toplu sözleşme ve grev hakkı vaadini yerine getirmeyen siyasi iktidara karşı, işçi sendikaları 1952 yılında birleşerek TÜRK-İŞ i kurdular.
1961 Anayasasında ilk kez “grev hakkına” yer verildi. 1963 Kavel Kablo fabrikasında çalışan işçiler 62 gün sürecek ve sınıf mücadelesinin tarihine büyük harflerle geçecek bir grev başlattılar, grev hakkının Anayasada bulunmasının yeterli olmadığı, grev hakkının uygulama esas ve koşullarını gösterecek bir “Grev Yasası” ihtiyacı çarpıcı bir şekilde ortaya çıktı. 1963 yılında yeni bir Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Toplu Sözleşme Grev Yasası çıkarıldı.
1966’da yaşanan Paşabahçe grevine dayanışma gösterilmesi konusunda Türk-İş’e bağlı sendikalar arasında görüş ayrılığı çıktı. Dayanışma göstermek isteyen sendikalar; Sendikalar Arası Dayanışma (SADA) biçiminde birleşerek, greve sahip çıktılar. Türk-İş bu sendikaların üyeliklerini askıya aldı. 1967 yılında, bu sendikalardan T. Maden-İş, Lastik-İş, Basın-İş, Gıda-İş ve Zonguldak Maden İşçileri Sendikalarını kurdular.
1960-1980 arası dönemde ülkedeki siyasal yaşamın da zenginliğine bağlı olarak çok sayıda sendika kuruldu. Uzun ve etkili grevler, direnişler yaşandı. 1967 de Disk kuruldu. 51 yıl aradan sonra ilk kez 1976 yılında 1 Mayıs kutlanmaya başlandı Yaygın ve uzun süreli kitlesel grevlerle 1980’lere gelindi.
Memur Sendikalarının Kısa Tarihçesi
“Takrir-i Sükun” (1925) yasaklarını izleyen yasakçı “tek parti yönetimi” zamanında varlık gösteremeyen memur örgütleri 1946’da yeniden boy vermeye başladılar. Mahalli düzeydeki öğretmen dernekleri 1946’da “Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu” nu kurdular.
1961 Anayasası sendikalaşma hakkını işçilerle birlikte memurlara da tanımıştı. 1965’te çıkarılan 624 sayılı “Devlet Personeli Sendikaları Kanunu” toplu sözleşme ve grev haklarını içermiyordu, ancak işyeri, meslek ve statü temelinde örgütlenmeye olanak veriyordu.
Bu durum, tam bir sendika enflasyonuna neden oldu ve 1971’e kadar devam eden bu ilk sendikalaşma döneminde 600 civarında memur sendikası kuruldu. Birleşen bazı sendikalar “Türkiye Kamu Personeli Sendikaları Konfederasyonu” ve “Türkiye Devlet Teşekkül ve Teşebbüsleri Personel Sendikaları Konfederasyonu” adıyla üst örgütlenmeler yarattılar.
Söz konusu dönemde oldukça cılız ve etkisiz olan memur sendikaları içinde ve T. İLK-SEN 15-19 Aralık 1969’da gerçekleştirdikleri 4 günlük “genel öğretmen boykotu” ile dikkati çektiler. 160 bin civarında öğretmenin çalıştığı 1969 Türkiye’sinde 110 bin civarında öğretmenin katıldığı bu boykot, işçi sınıfı tarihinin önemli grevlerinden “meşru mücadele” anlayışının oluşmasında kritik bir rol oynamıştır.
1995’te Anayasanın 53 maddesinde yapılan değişiklikle kamu emekçilerinin sendikalaşma hakları anayasal düzeyde tanındı. Ardından 1995’te KESK’i (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) kurdular. 1992’de çeşitli hizmet kollarında kurulan on civarı sendika 1993’ten itibaren bir araya gelerek yeni bir üst örgüt kurma girişimi başlatmış; 9 Haziran 1995’te Memur-Sen’i kurmuşlardır.
Kamudaki toplam 2 milyon 633 bin 931 personelden 1 milyon 723 bin 623’ü sendikalara üye ve kamudaki sendikalaşma oranı yüzde 65, 44. Geçen yıl aynı dönemde 2 milyon 549 bin 94 kamu çalışanından 1 milyon 702 bin 644’ü sendikaya üyeydi ve sendikalaşma oranı yüzde 66,79’du.
2020 Eylül ayı itibarı ile Memur konfederasyonlarının üye sayılarında da son durum şöyle oldu. 2019 yılında 1 milyon 19 bin 853 üyesi olan Memur Sendikaları Konfederasyonu’nun (Memur-Sen) 2020 yılında üye sayısı 1 milyon 13 bin 920’ne düştü. 413 bin 339 üyesi bulunan Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu’nun (Türkiye Kamu-Sen) 2020 yılında üye sayısı artarak, 426 bin 100’e yükseldi.
137 bin 606 üyesi bulunan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu’nun (KESK) üye sayısı da 364 kişi azalarak, 137 bin 242’ye indi. 67 bin 273 üyesi olan Birleşik Kamu İş Görenleri Sendikaları Konfederasyonu’nun (Birleşik Kamu-İş) ise üye sayısını 69 bin 794’e çıkardı.
Sendikacılık adına bu kadar detaylı bilgiyi neden paylaştığımı sanıyorsunuz. Meselenin hangi aşamalardan geçip bugünlere gelindiğini anlamak adına önemli. Yani birileri Sendikacılıkta bugünlere gelinmesi adına maddi ve manevi olarak ağır bedeller ödediler.
Sendikal hareketler tıpkı siyasi partiler gibidir. Koltuk ve İktidar mücadelesi asla sona ermez. Her seçimin bir kazananı birde kaybedeni olur. Dolayısı ile aynı sendika içerisinde dahi çok çetin mücadelelere tanık oluruz. Geçmişte Sendikal haklar için çok ağır bedel ödeyen sendika yöneticilerinin yerini günümüzde nispeten konforlu yaşam süren sendika yöneticileri aldı.
Geçmişte İşçi Sınıfı ve sendikaları daha çok ön planda iken günümüzde Memur Sendikaları daha fazla ön plana çıkmaktadır. Öyle ki İşçi Sınıfı adeta ikinci planda kalmaktadır.
Bugün Sendika Başkanları geçmişle mukayese edilemeyecek kadar fazla imkanlara sahiptirler. Öyle ki artan üye sayıları ve üye aidatları nedeniyle devasa bütçelerin kontrolüne sahip olmak beraberinde büyük bir güce sahiptirler.
Deyim yerinde ise geçmişin Amatör Sendikacılık anlayışı gitmiş yerini Profesyonel Sendikacılık anlayışı gelmiş diyebiliriz. Kurumsal bir yapılanma ve Profesyonel Yönetim anlayışı bu nedenle Sendika Başkanlığını ve yöneticiliğini cazip hale getirdi.
Öyle ki bırakın yöneticileri sendikaların herhangi bir üyesi dahi Sendikasının ismini ve gücünü kişisel menfaatleri doğrultusunda kullanır olmaya başladı. Nefsine hakim olamayanlardan tutunda küçük olsun benim olsun anlayışı ile görev yaptıkları kurumları kendi hegemonyasına almak isteyenlerin sayısı her geçen gün artmıştı.
Bu tiplerin kendilerini Kraldan daha yetkili görmeleri ciddi sorunlar oluşmasına sebep oluyor. Öyle ki yapmış oldukları yanlışlar mensubu oldukları sendikaya halel getiriyor. Sendika Başkanının haberi yoktur muhakkak. Ancak bu basit tipteki insanlar İsimleri ve Makamları fütursuzca kullanmaktan kaçınmazlar. Sendika Başkanlarını da sendikalarının selametleri adına bu tip olumsuzluklara ivedi şekilde önlem almayı öneriyorum.
Bürokrasideki bu olumsuzluklara bazen siyaset makamı dahi engel olamıyor. Karşılıklı çıkar ve menfi ilişkilerin yanı sıra sorumluluktan kaçınan korkak basiretsiz idareciler böylesi basit karakterlerin ekmeğine adeta yağ sürüyor.
Bizzat Mobbing yani Psikolojik Baskı uyguladıkları insanları tam aksine kendilerine Mobbing ile suçluyorlar. Adeta Yavuz Hırsız rolüne bürünüyorlar. Yine bu Kurnaz Tipler özellikle sendikasız veya halk dilinde Sahipsiz gördüklerini hedef olarak seçiyorlar.
Efendiler ne oturduğunuz koltuklar size miras ne de görev yaptığınız kurumlar babanızın malı değil. Bozacının şahidi Şıracı olarak ucuz ayak oyunları ile bir adım dahi kat edemezsiniz. Bu memlekette Allah’ın hiçbir kulu sahipsiz değildir. Toplumun her kesiminden sorumlu olduğumu düşünen bir yazar olarak bizzat tanığı olduğum bu haksızlıkları dile getirmeye devam edeceğim inşallah.
Allah’tan korkmuyor olabilirsiniz o vakit karşınızda Devletimiz ve onun yetkili mercileri her daim bakidir. Son söz olarak “Bir yerlerden güç alanlar güvendikleri duvarın ömrü kadar ayakta kalırlar” diyorum.
Selam ve dua ile…