Burada söz etmek istediğim siyasi muhalefet değil, toplumsal muhalefettir. Bir toplum hızlı değişim dönemine girdiğinde bütün kesimleriyle birlikte kararlı biçimde buna angaje olamaz. Başı, ‘öncüler’ çeker. Onları değişime en hazır kesimler izler. Değişimin olumlu sonuçları görüldükçe toplumsal destek artar. Fakat her zaman bu yola karşı olan bir kesim, azınlık da olsa kalır. Toplumun tümünün desteğini değişimden yana mobilize etmek mümkün değildir.
Toplumlar genel olarak değişimden çekinir, hatta korkarlar. Bunun nedeni ‘düzenin bozulacağı’ endişesidir. Toplumun eski biçiminde kendilerine ayrıcalık edinmiş kesimler en direngen olanlardır. Onların, bütün olumlu sonuçlar gözlerine sokulsa bile karşı çıkışları kırılamaz. Sadece tarihsel gelişime boyun eğmek zorunda kaldıklarında ister istemez topluma ayak uydururlar. Onların bu katılışı büyük akıntıya kapılıp sürüklenmeleri biçimindedir.
Halbuki düzen zaten bozulmuştur. Büyük kitlelerin eski ‘düzen’den ayrılıp yeni bir yola koyulması bundandır. Eski düzenin savunucuları bu yeni yolu hep karanlık olarak görürler. Her şeyin kötüye gittiğini savunurlar. Gerçekten de onlar için kötüye gitmektedir. İnandıkları, sarıldıkları bütün değerler kabuk değiştirmektedir. Bu onlara kötü bir şey olarak görünür. Halbuki eskimişlerdir. Zamanları geçmiştir. Yeni bir şey söylenemediği sürece eskinin değeri eskide kalmıştır.
Ülkemizde mevcut iktidarın yaptıklarından ettiklerinden memnun olmayan yoktur aslında. Fakat bazıları için bunu ifade etmek, kendilerini inkar etmek anlamına gelir. Toplumun hemen yarıya yakınını, kendi saflarına çekemeseler bile değişiklikleri yapmakta olanların karşısına dikmeyi başarmışlardır. Onların itirazı ‘bütün bunları neden bunlar yapıyor’ noktasındadır. Geçmişte toplu taşını, metroyu, boğaz tüp geçişini, metrobüsün ilkel biçimi olan ‘tercihli yolu’; ülkemizin uğradığı uluslararası hırpalanmalar ve silah ambargosu karşısında ‘yerli ve milli’ savunma sanayini, mali ve finansal spekülayonlara karşı devlet gücünü savunmuş olanların bu gün bunlara burun kıvırması, bahaneler takması bu sebeptendir. Kendilerinin yapamamış olduğunu başkasının yapması hazmedilememektedir.
Dolayısıyla burada farklı bir sosyoloji vardır. Bakış, yapılan işler noktasından bir bakış değil, farklı bir noktadandır. Bu sosyolojide hem gelişmeyi engellemek, hem de kendi kontrolü altına almak, mümkünse tersine çevirmek, eski alışkanlıkları yeniden tesis etmek amacı vardır. Artık yeni bir toplumsal anlayış yerleşmektedir. Bu anlayış başarılı olduğu ölçüde bunu yapmak mümkün değildir. Engellenebilir, zorlaştırılabilir ama durdurulamaz. Eğer bir gün ayağı sürçerse, sendeler ve düşme eğilimi gösterirse ancak o zaman ‘yeni’ bir şeyi kendi içinden üretecektir.
Şimdiki toplumsal muhalefet, değişime direnen üst yapının değiştirilmesi yönünde bir muhalefet olmadığı için başarı şansı yok. Tam tersine değiştirilen şeylerin değiştirilmesine karşı olan bir muhalefet. Hala oldukça yaygındır. Dış desteklidir. Çünkü Türkiye’nin aşama kat etmesine dışarıdan da karşı olan hatırı sayılır bir güç vardır. Bu güç, Türkiye’nin ‘güdülü’ durumuna alışmıştır. Onlar da bu durumun değişmekte oluşunu sindirememekte, ilişkilerin ‘eskisi’ gibi, yani amir-memur düzeyinde olmasını istemektedirler.
Toplumlar ilerleyişlerini, ilerleyişe karşı duran güçlere karşı ve onlara rağmen gerçekleştirirler.
Elbette bu; hatalar, zayıflıklar, zaman zaman kendine olan güveni kaybetmeler ve de büyük acılar içinde gerçekleşir.
Hiç bir yol dümdüz değildir.
Firuz Türker