Modern dünya, duygularımız arasında dengesizliğe neden oluyor. Duygularımızın acımasızca kullanılmasına izin ve destek veriyor. Bu da bizi insanlıktan uzaklaştırıyor. Beklenmedik bir şekilde çok korkak, çok cesur veya çok sevecen olabiliyoruz. Gereksiz korkular, gereksiz kaygılar veya aşırı sevgi önceliklerimizi değiştiriyor.
Günümüzde, duygularımızın işlenişinin hayatımızdaki sonuçları çok farklı boyutlara ulaştı. Kapitalizm, duygularımızın hemen her türünden çok kazanıyor. Anneler, babalar, sevgililer, öğretmenler günlerinde sevgimizden para kazanırken; sigorta şirketleri, güvenlik şirketleri, virüs şirketleri, okul servisleri, temizlik ürünleri, ilaç sanayi, tıp ve sinema sektörleri ile de korkularımız üzerinden para kazanıyor.
Günümüzde, tarihte görülmemiş bir şekilde duyguların arkaplanları karıştırılıyor, tırtıklanıyor. Tatminsizlik ve iştah kabartılırken, önceden erdem kabul edilen duygular değersizleştiriliyor, yeniden tanımlanıyor, ticarileştiriliyor. Dini metinler ve özlü sözler, geleneksel birikimler, saygısızca, hoyratça ve çok gözü kara bir şekilde hırpalanıyor.
İşte bu durumda modern insan, bocalamasın da ne yapsın! O halde günümüz korkuları, bizi gerçekten bu kadar korkutmalı mı?
Aslında bütün duyguların arkasında, başka duygular ve başka sebepler var. Bu birbirini tetikleyen ve birbirinden beslenen bir örgü. Korku çok temel bir duygu. Bazen insanı harekete geçiren, bazen de yerine mıh gibi saplayan bir his. Korkunun genelinde kaybetme duygusu yer alıyor. Ancak insan bir şeye sahip olmalı ki, kaybetsin. Fakat sahip olamama o hale geliyor ki, insan kendi maddi ve manevi durumunu yeterli görüyor ve o halini belli bir konfor biçimine dönüştürüyor ve artık ona dört elle sarılıyor. Başkalarına göre hiç de zengin, başarılı veya sağlıklı olmayan insan, mevcut halini korumak ve onu kaybetmemek için elinden geleni yapıyor.
O kişi kendi halini normal kabul ettiği için, başarısızlığını, yoksulluğunu, yalnızlığını, aşağılanmışlığını ortadan kaldırmak için başka kişilere, sosyal yapılara eklemleniyor. Bazı kişiler başkasını taklit ede ede, ona dönüşürken, bazıları da bir takıma, derneğe, cemaate bağlanıyor. Artık onların korkuları ve sevinçleri, onun korku ve sevincine dönüşüyor. Ve bu modern dünya simsarlarının çok işine geliyor.
Modern kapitalizm ve cahiliye sistemi kişiyi önce yalnızlaştırıyor. Sonra o yalnızlığı üzerinden korkular ve çaresizlikler üretiyor. Geleneksel güçlerini, dayanaklarını ve inançlarını bir, bir elinden alıyor. Nasıl mı?
Önce bireysel korkular için seni hazırlıyor! Bazı soruları sık sık, ekranlardan, gazetelerden, sokak reklamlarından bireyin kendisine soruyor: “On yıl sonra nerede olmak istersin?” “Sağlığını korumak için ne kullanıyorsun?” “Nasıl görünüyorsun?” “Mesleğin sana yeterince para kazandırıyor mu?” “Arkadaşların arasında ne kadar popülersin/ seviliyorsun?” “Bireysel emekliliğin var mı?” “Aracın yeterince güvenli mi?” “Yediğin gıdalar ne kadar güvenli?”
Hadi biraz abartalım: “Bu gün çok solgun görünüyorsun!” “Şu testi yap, kendine güven tazele!” “Şu, şu vitaminleri almadın mı?” “Buna rağmen nasıl yaşıyorsun?” Artık birey telkinlere hazır.
Telkine ve etkiye açık bireylerin oluşturduğu, topluma bakalım bir de! Bankalar, sigorta şirketleri sizi gelecek kaygısıyla korkutuyor.
Ve sorular: “Senin ve çocuklarının geleceği garantide mi?” “Aracınız kaza yaparsa?” “Eviniz depreme hazır mı?” “Sokaklar güvenli değil, nasıl yürüyerek çocuğunu okula gönderirsin?” “O gıdalar nereden geliyor, gerçekten iyi temizliyor musun o sebze, meyveyi?” “Tuvaletin, banyon ve mutfağın yeterince temiz mi?” “Hijyen, sağlık, kariyer, gelecek!”
Yetmez! “Şu kitap yeni çıkmış, okudun mu? Şu filmi izledin mi? Şu mekan yeni açılmış, gittin mi? Şu lezzeti hiç tattın mı? Şunu hiç deneyimledin mi?
Yetmez! Ya takımın yenilirse? Ya partin oy kaybederse? Ya üyesi olduğun kulüpten, dernekten, odadan, sendikadan atılırsan? Ya sosyal medyada takipçilerini kaybedersen? Ya eşin seni aldatıyorsa? Ya çocukların internetten, suç örgütlerine veya sanal korsan gruplarına katılıyorsa? Ya irtica gelirse? Ya önceki parti yeniden iktidar olursa? Ölümden sonra ne olacak? Bu günahlardan kurtuluş var mı?
İşte modern insanın korkularla kuşatılmışlığı. Oysa bunların çoğu abartılmış ve gerçek olmayan ve olması gereken korkular da değil. Eskiden toplum baskısı daha ön planda iken, şu an bireysel korkular öne çıkarılmış durumda. Bu aslında daha etkin bir yöntem. Çünkü toplum baskısının oluşturduğu korkuyu, o toplumu terk ederek yenebilirsin. Fakat içine yerleştirilmiş bir korku, sen nereye gidersen seninle gelir.
Toplum baskısı ve dışlanmışlıkla ilgili küçük örneklere bakalım. Mesela takım tutma, bağımlılık yapan maddeleri kullanma veya milli manevi değerleri kabul ve reddetmede çevre baskısı önemlidir. Fakat son zamanlarda bunlar önemini yitiriyor. Artık herkes kendini daha rahat ifade ediyor. Bir zamanlar Eurovision diye bir yarışma vardı ve hâlâ var. Avrupa Yayın Birliği Şarkı Yarışması. 1956’dan beri yapılmakta. 2013 yılına kadar memlekette bu yarışmaya katılma ve alınan sonuçlar, neredeyse ölüm kalım meselesi yapılırdı. Başarı ve başarısızlıkta bütün ülke hop oturup hop kalkardı. Artık 7-8 yıldır katılmıyoruz ve görüldü ki katılmayınca hiçbir şey olmuyor. Bunu andımız için de söyleyebiliriz. Kalkarsa ne olur? Eee kalktı. Türklüğümüzü mü kaybettik? Hayır.
Yıllarca arabaya sigorta yaptırırız ve farz edelim hiç kaza yapmayız. Peki, verdiğimiz para nereye gitti? Uluslararası sigorta şirketlerinin Avrupa merkezlerinde çoktan farklı fonlara yatırıldı, zenginlerin servetlerine servet kattı. Biz de kendimizi güvende tuttuğumuzu sandık.
Sakın ha, Batı bloğundan ayrılmayın ve dışlanmayın! Yoksa sizi, Rusya ve Çin kapar! İşte bu korkularla, hiç tanımadığınız Korelilerin bir kısmının çıkarını korumak, diğer kısmına karşı olmak için Amerika’nın yanında kendinizi savaşıyor bulabilirsiniz. Hatta bu uluslararası dışlanmışlık ve güveni kaybetme korkusu, sizin başka ülkelerin topraklarınızda üs kurmasına, okul açmasına, yatırım yapmasına, banka şubesi açmasına, fabrika kurmasına, hoşgörü ile ve hatta sempati ile bakmanıza neden olabilir. Ve sizi vatandaşlarınızın tamamının aşı olmasına ikna olmanıza, bir ülkenin dilinin zorunlu ders olarak okutulmasına razı olmanıza (İngilizce), giyim kuşam ve yasalarının toptan ithaline ses çıkarmama aşamasına getirebilir.
Bir de para piyasalarında korkulardan para kazanılır ki sormayın! Düştü düşecek, sat; fırlayacak, kaçırma al! Şikago Borsası temelli, piyasa oynaklığına (volatilite) dayalı VIX endeksi olarak bilinen KORKU ENDEKSİ, uluslararası piyasalarda korkuyu ölçmek için belirlenmiştir ve siyaset ile piyasa yapıcıları bunu dikkate alırlar. Hatta buna dayalı olarak halkı korkuturlar veya güven pompalarlar.
Takımlarınızın kaybetme korkusu nedeniyle taraftarlar sömürülür. Sen küçük bir kaşkol ve bere ile takımına destek verirken, senin yıldız oyuncun, birkaç milyon lirayı gördü mü, takımı anında terk eder. Ve sen “Şu ana kadar Avrupa’ya bu kadar pahalı oyuncu satmadık!” diye teselli bulurken, o oyuncu ve kulüp patronları gününü gün eder.
Bununla birlikte son zamanlarda yeni eklediğimiz kutsallarımızı kaybetme riskleri de, korkularımızda ön sıralara yükseldiler. Sosyal medya ve dijital platformlar. Ya kapanırsa? Bence sorun yok, ama toplum artık oradan yönlendirildiği için, sermaye çevreleri, hükümetler ve şöhret yoluyla para kazananlar için büyük tehlike. Çünkü toplum yeterince korkutulmayacak, böylece fazla tüketim yapmayacak ve yeterince itaat etmeyecek. Bunu önlemek için yöneticiler ve sermaye sahipleri tarafından, bireylerin, korkunun ciddiyetini test etmelerine izin verilmez, hep gözden kaçırılır ve saklanır. Oysa insan zannedilenin aksine çok daha güçlü ve dayanıklıdır. Açlık, susuzluk ve hastalıklara dayanıklılığı, topluma fısıldandığından çok daha yüksektir. Ama bu gözden uzak tutulur ki, kontrol ve pazar durumu elden kaçmasın.
Peki, günümüz insanı bu çemberi nasıl kırabilsin ve korkularının gerçek mi sahte mi olduğunu, nasıl anlasın? Kısaca, tarihe, kendi yaratılışına ve tabiata baksın! Fakat nasıl? O da başka bir yazının konusu…