Bilgi ve düşüncelerinin yanlış olabileceğine ilişkin en ufak bir şüpheleri dahi olmayan insanları dikkate almaya değmez. İşkencelerin, cinayetlerin, katliamların arkasında “mutlak doğrular” yatar. Tarihi kana boyayanların hemen hepsi -herhangi bir dine veya düşünceye bağlı olsun- kör inançla beslenmiş, algı ve düşüncelerini inanç haline getirmiş olan insanlardır. Bu insanların en mazlum görüneni bile tehlikelidir, ellerine fırsat geçtiğinde ortalığı ateşe verir, zulüm işlerler.
Açgözlülüğün, ikiyüzlülüğün, kibrin, acımasızlığın, tahakküm etme arzusunun kılık değiştirerek gizlenebileceği en iyi yer dindarlıktır. İstemem yan cebime koy misali, bir yandan dünyayı istemiyor görünüp, öte yandan onu elde etmek için her şeyi yapmaya hazır olan insanların kamufle olabilecekleri mükemmel bir arazi, dindarlık. En yüce değerler, menfaat uğruna daha başka nasıl kullanılabilir, daha başka nasıl tüketilebilirdi ki? Kutsalın gölgesinde işlenen zulmün hesabını kim sorabilir? Dindarlık elbisesini giyen mazlum dahi kutsala sığınıp canavarlaşmak için zamanını kollar.
Sürü, Allah’ı çıkarları için kullanır, böylece onu sıradanlaştırır ve tüketir; O’nu en iyi mütevahhid idrak eder, küçük yalnız büyük yalnızda kendini bulur, kalabalıkta vahye muhatap olmuş bir tane bile peygamber yoktur. Her yerde olma ve kendini dışa vurma arzusu, dindarlığı bir sirk gösterisine ve teşhirciliğe dönüştürür, bu arzuya kapılan -başlangıçta iyi niyetli olsa dahi- ister istemez seyirciye oynamaya başlar, riyakârlık kaçınılmazdır.
Münzevi dervişlerin dünyaya direnişi, destansı ve fakat aynı zamanda umutsuz bir çabaydı, zira elde etme arzusu her zaman daha güçlü ve baştan çıkarıcıdır, insanın ateşini yükseltir. Müslüman Doğu’da asıl mesele, Allah’ı bu arzunun destekçisi yapabilmektir – ideolojik dindarlık sağ olsun!
İlahiyat, tenzih ederken bile Allah’ı çeşitli biçimlere sokar, varlığını ispatlamak amacıyla canlılığını yok ederek O’nu bir teoriden ibaret hale getirir, absürt ötesidir. Bu alana girdiğinde felsefe de aynı uğursuzluğa ortak olur. Yaşamak için içselleştirmek gerekir, bu da ancak irfanla mümkündür.
İnsan, tasavvur etmenin zorunlu sonucu olarak Allah’a kendisinden bir şeyler katar, bir diğer ifadeyle Allah’a kendisini yansıtır. Haliyle insanın -mizacına göre- kendisinde öne çıkan özellikler inandığı Allah’ta da öne çıkar. Bu anlamda tasavvur eden hiç kimse yoktur ki -kişilik bakımından- Allah’ı kendisine benzetmesin. Buna kısaca putperestlik diyoruz. Allah söz konusu olduğunda, her tasavvur ister istemez O’nu sınırlar ve fanileştirir; O, tasavvur edilemez, edilmemelidir.
Allah, insanda ölümsüzlük duygusu uyandırır – bir gün ölecek olsam da ölümsüzüm! Dinin belki de en önemli yanı, ölümden sonra ne olacağına ilişkin cevaplar vermesidir. Ölümü nihai son olarak değil, sonsuzluğa açılan bir kapı, bir çıkış kapısı olarak kabul etmek, ancak din ile mümkün olmuştur. Bilinmez, duyumsanamayan bir dünyanın kapıları açılır ve sonsuzluk âlemi tasvir edilir. Çoğunluk, tasvirin etkisi altında tüccarlığa soyunup, alacağı ödülün ya da göreceği cezanın hesabını yapar; arifler ise O’na kavuşma/vuslat esprisini yakalamışlardır, ıstırap verici de olsa vuslat vuslattır, kemâle erdiricidir.
Gelinen noktada bütün temiz duygularımız kepaze edildi, maalesef. Allah’a kaçardık, derdimizi en iyi O anlardı, yükümüzü alır, yorgunluğumuzu giderirdi, O’nda soluklanırdık. Sonunda dini hüviyete bürünen Vandallık, O’na giden bütün yolları ve köprüleri havaya uçurdu. İnsanı yeniden keşfetmek lazım, Allah’a giden yolları ve köprüleri tamir etmek, belki de yeni yollar bulmak için.
Din üzerine düşünmekle dini metinler üzerine düşünmek birbirinden farklı şeylerdir. İster geleneksel ister radikal olsun dindar zihin metne odaklanır, lafızda anlam aradığı, lafza kaynaklık eden olguya bakmayı akıl edemediği için düşünce namına pek fazla bir şey çıkmaz ortaya. Dini başlı başına ele almak, kökeni, temel mantığı, işlevi (bireysel ve toplumsal açıdan oynadığı rol), meydana getirdiği psikoloji, tarih boyunca geçirdiği evrim ya da transformasyon ve insanlık tarihinde ortaya çıkardığı genel sonuçlar üzerinde durup düşünmek ise onu tanımamızı, genel anlamda hikmet ve maksatlarını kavramamızı, dolayısıyla onun ne olup olmadığını bilmemizi sağlar.
Bütün parçaları sökerek, tek tek elden geçirmek ve sonunda bir bütün elde etmek üzere parçaları tekrar bir araya toplamak, bunu yaparken bütün bir insanlık tarihini baştan sona katetmek, aynı zamanda varlığı, tabiatı, bilgiyi, insanı, hayatı, tarihi ve toplumu tek tek ele almak zahmetli bir iştir. Dindara lafız gerek, âfâkta ve enfüste okumak onun boyunu aşar, zaten mevcut dindarlık dünyada yaşamıyor, metnin içinde yaşıyor, bu nedenle gerçeklikten kopuk.
Allah’ın arzı geniştir, bir yerde bunalırsanız başka bir yere gidersiniz, düşünce dünyası da böyledir, duvarları, sınırları aşabilir, zincirleri, kalıpları kırabilir, yeni ufuklara yelken açabiliriz. İnsan, nereden geldiğini, kim olduğunu unutmamak şartıyla istediği her yere gidebilir, doğu da batı da Allah’ın.
Atilla Fikri Ergun – atillafikriergun.wordpress.com