Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 27, 2024

Darbeler Karşısında Milletin Mesajı

“12 Eylül’ün Yıldönümünde”

Siyaset son derece yorucu ve stresli bir faaliyet alanıdır. Siyasilerin ve hasseten de lider mevkiindeki aktörlerin o stres denizinde uzun yıllar kulaç atabilmeleri için ya çok gamsız ve sinirleri alınmış bir tabiata ya da çelikten bir sinir sistemine sahip olmaları gerekir. Bu özelliklere sahip olan bir insanın dahi fırtına ortasındaki geminin kaptan köşkünde yarım asra yaklaşan bir siyasî ömrü olmaz.

Yakın tarihimizde çok uzun süren siyasî hayatların sebebi ise liderlerin millet tarafından çok sevilmesi ya da olağanüstü bir sinir sistemine sahip olmaları değil, siyasî hayatlarının sürekli olarak vesâyet odakları tarafından kesintiye uğratılmasıdır. Bu durum, umulan ve planlananın aksine onları çizgi dışına itmemiş, tam aksine bu zevata kayda değer bir dinlenme molası vererek yeni hamleler yapabilmek adına güç ve moral toplama fırsatı sunmuştur. O yüzden demokrasinin askıya alındığı ara dönemler en çok darbelerin mağduru olan siyasilerin işine yaramış, onları bir müddet aktif siyasetten uzaklaştırıp dinlendirerek siyasî ömürlerini uzatmıştır. Âdeta bakıma alınan araba misâli bu dönemde yasaklı olan siyasiler zihnen ve ruhen yenilenmiştir.   

Bu siyaset erbabı siyasetin sürgün dönemini yaşarken dahi siyasetten uzak kalmamış, bir yolunu bulup politik mesâîsine devam etmiş, yasaklı olmayan çömezlerine parti kurdurarak dolaylı yoldan da olsa siyasetin içinde olmayı başarmıştır. Perde gerisinden yönetilen bu güdümlü partiler, yine eski siyaset kodamanlarının adıyla anıldığından, mevcut siyasî düzen eskisinden pek farklı bir görünüm arz etmemiştir. Bu liderlerin çoğu, ekseriyetle yine eski dava arkadaşlarıyla çalışmayı tercih etmiş ve böylelikle partilerin üst kademelerindeki siyasî kadrolar yenilenememiştir. O yüzden de demokrasiye geçtiğimiz tarihten bu yana siyasî partiler liderlerinden bağımsız bir kimlik kazanamamıştır. Kurum kimliği kazanan yapılar liderleriyle anılsa bile onlarla özdeşleşmez. Darbeler, siyasî hareketlerin liderleriyle bütünleşip partiler içinde bir lider kültünün oluşmasının belli başlı sebeplerinden biridir.

12 Mart muhtırasıyla başbakanlıktan uzaklaştırılan Süleyman Demirel ve başında bulunduğu Milli Nizam Partisi kapatılan Necmettin Erbakan, vesâyetin üzerlerine bir çarpı çekmesine rağmen, tabanlarından aldıkları güçle tekrar siyasete dönebilmiştir. 12 Eylül’de kapısına kilit vurulan dört siyasî partinin temsil ettiği siyasî hareketler askerî vesâyetin demir yumruğu üzerlerinden kalkar kalkmaz farklı isim ve amblemler altında yeniden örgütlenmiştir. Kendilerine siyaset yapma yasağı getirilen liderler, hapislere, sürgünlere, mânevî işkence ve her türlü cebrî uygulamaya rağmen yeniden eski koltuklarına oturmuştur. Yani darbeler siyaset adamlarını üç yüz altmış derece döndürüp bulundukları noktaya getirmekten başka bir işe yaramamıştır.

Darbeler ayrıca siyasî partileri kendi hususî mülkü gibi gören “Tapulu arazime gecekondu yaptırmam.” diyen siyasetçi tipini de mayalamıştır. Bu sözler, darbelerin aktif siyasetten uzaklaştırdığı liderler tarafından söylenmiştir. Seçim hezimetiyle siyasete veda eden liderlerse bu tür beyanların yanından bile geçememiştir. Millet iradesini âdeta tekelinde gören bu bakış açısı, lider mevkiindeki şahısların 2002 seçimlerine kadar hep siyaset dışı güçler tarafından politik yaşamlarına son verilmek istenmesinden kaynaklanmıştır.

Yine darbe dönemlerinde emanetçi genel başkanlar zuhûr etmiş, milyonların gönül verdiği siyasî hareketler, kendilerine emanetçi sıfatı yakıştırılan şahısların elinde kalmıştır. 

Darbelerin Türk milletine faturası ağır olmuş, siyasî hayata kendi ifadesiyle altı defa gidip yedi defa gelen fosilleşmiş siyasetçi tipini armağan etmiştir. Siyasetin tabiî seyri içinde siyaset dışı kalamayan liderler, halkın gözünde darbelerin mağduru(!) hâline dönüşmüş, bu durum bir süre sonra bu siyasetçilerin yıldızının tekrar parlamasına, daha doğrusu parlatılmasına hizmet etmiştir. Çağdaş Batı demokrasilerinde Margaret Thatcher, John Major, Tony Blair, Willy Brandt, Jacques Chirac ve adını burada zikredemeyeceğimiz daha nice siyasetçi bir defa gelip bir defa giderken bizde gidip gelmeye doyamayan siyasetçi tipi ortaya çıkmıştır. Misyonlarını gerçekleştiren bu adamlar bir süre sonra kendilerini tekrarlamaya başlamış ve daha sonraki siyaset yıllarında değişik fikirler üretip yeni hizmet hamlelerinde bulunmak yerine sürekli aynı noktada patinaj yaparak geçmişin mîrâsını yemiştir.

Toplum mühendisliğinin asker marifetiyle siyasî kulvarın dışına ittiği liderler darbelerin üzerinden iki-üç yıl bile geçmeden çoğu zaman sıkıyönetim kanunlarına aykırı olarak gizliden gizliye siyasî faaliyetlerin içinde yer alır hattâ parti kurma teşebbüslerinde bulunurken 2002 seçimlerinde halkın sandığa gömdüğü liderler yürekleri siyaset aşkıyla fıkır fıkır kaynamasına rağmen bir daha siyasetin deli gömleğini sırtlarına geçirememiştir.

Bunun en bilinen örneği Süleyman Demirel’dir. İki defa darbe yoluyla siyasî hayatı felç edilen kurt siyasetçi bütün olumsuzluklara rağmen her seferinde kefeni yırtıp tekrar siyasete dönebilmiş ve siyasî hayatının finalini devlet gemisinin kaptan köşkünde yapmıştır. Buna karşın 2002 senesinde âdeta kendi şahsıyla özdeşleşen politik düzenin millet tarafından beyaz bir ihtilâlle tasfiye edilmesinden sonra ise çok istemesine rağmen bir daha değil siyasete dönmek, dönüş sinyali dahi verememiştir.

Siyaseti siyasetçiden daha üstün bir kavrayışla analiz eden halkımız genetiğindeki ulü-l-emre itâat duygusu ve devlet mefhûmuna duyduğu derin saygıdan dolayı hiç acele etmemiş, dâima hamle sırasının kendisine gelmesini beklemiştir. Demokrasi oyununu bir poker oyuncusu tavrıyla oynayan büyük kitle ilk hamlede rölans demiş hattâ önüne konulan darbe mahsulü anayasalara bile bu mantıkla geçiş vizesi vermiş fakat inisiyatifi eline geçirir geçirmez de blöfünü geri alıp restini çekmiştir. Bir hakemin kırmızı kartla oyun dışı bıraktığı futbolcu gibi, vesâyetçi unsurları zaman içinde ve akıllıca yöntemlerle siyasî denklemin dışına itmiştir. Siyasete gayrimeşrû yollardan bulaşan parazitleri meşru zeminde tasfiye etmesini bilmiştir. Bu da oyunu kuralına göre oynamaya alışkın halkımızın demokratik terbiyesini göstermektedir.

Ordu Türk siyasetinde ancak kısa vadeli roller oynamış, uzun süreli bir belirleyicilik vasfına ise hiçbir zaman için sahip olamamıştır. Militarist zihniyetin yaptığı düzenlemeler, koyduğu kurallar, ara dönemler geçtikten sonra -birkaçı müstesna- yürürlükten kalkmış, toplum tarafından benimsenmediği için tarihin hafızasına gömülmüştür. Bu, asker millet olarak vasıflandırılan Türk milletinin militarist bir mantığa sahip olmadığını, bu iki kompartımanı birbirinden ayırdığını, gücünü ordudan alan politik düzeni benimsemediğini, tam aksine demokratik bir kültür ve şeffaf yönetim anlayışından yana olduğunu göstermektedir. Sosyolojiden habersiz militarist mantık, kışlaya nizâm verdiği gibi, millete de nizâm ve istikamet vereceğini sanmış fakat her seferinde hüsrana uğramıştır. Darbeci zihniyeti eline geçen ilk fırsatta elinin tersiyle bir kenara iten halkımız, tercihini millî müktesebatı öne çıkaran demokrasiyle artı değer üreten siyasetten yana yapmıştır.

2002 seçimlerinden bugüne kadar geçen süreç ve ondan önceki uzun darbeler döneminin verdiği mesaj çok anlamlıdır. Aziz milletimiz o engin ferâsetiyle hem siyasetin meşru ve asal öznesi olan siyasilere hem de siyasetin aslî öznesi olmadığı hâlde siyasete gayrimeşrû yollardan müdâhale eden unsurlara şöyle demiştir: SİZ KİMSEYİ TASFİYE EDEMEZSİNİZ, BEN EDERİM.

VEYL OLSUN HÂLÂ BU MESAJI OKUYAMAYANLARA…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir