Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Mart 19, 2024

Kılıçdaroğlu, Akşener’i Alnından Öpmesin de Ne Yapsın?

“En kötü ve tehlikeli düşman, düşmanlığını gizleyen ve hilesini saklı tutandır.”
Hazreti Ali (k.v)

Siyasette kimin kazanıp kimin kaybettiği hemen anlaşılmaz. Kısa vadede ortaya çıkan sonucun orta ve uzun vadede kimden ne götürüp kime ne getireceği de… O yüzden de ilk raunttaki gelişmelerin ortaya çıkardığı tabloya göre hüküm vermemek, daha doğrusu bu konuda aceleci olmamak gerekir. Yani her hâlükârda mülâhazat hânesini biraz boş tutmak da fayda var.

Siyasette dost ilân edilen kişinin düşman, düşman ilân edileninse dost olma ihtimali, güçlü bir olasılıktır. Siyasetçinin bazen parlattığı kişiyi tasfiye etmek, hasım ilân ettiğini ise öne çıkarmak gibi bir niyeti olabilir. O yüzden de kişinin, söylediklerinden ziyade attığı adımların neye ve kime hizmet ettiğine bakmak gerekir. Zîrâ içinde bulunduğumuz siyasî ortamda usta siyasetçi, hakîkî niyetini gizler. Oyunu ustaca oynar, daha doğrusu oyun içinde oyun oynar.

Şu soruyu sorarak başlayalım analizimize: Meral Akşener’in masayı terk etme hamlesinin arka planında gerçekten Kılıçdaroğlu’nun adaylığını engellemek gibi bir niyet mi yatıyordu, yoksa potansiyel iki lider adayının yıpratılarak hem bugün hem de istikbal için alternatif olma ihtimalini ortadan kaldırmak mı? Neticede defalarca seçim kaybetmiş genel başkana göre, seçim kazanmış her iki belediye başkanının da siyasî popülaritesi ve kazanma şansı daha yüksekti.

Akşener, başından itibaren her ikisine de -özellikle İmamoğlu- yakın durdu ve kamuoyunun huzurunda onları kazanabilecek adaylar olarak lanse etti. Fakat ortak adayın açıklanacağı güne kadar onlardan birinin aday olması gerektiğini deklare etmedi. En azından açıktan; “Benim adayım budur!” demedi. Tam adayın açıklanmasına ramak kala ve Kılıçdaroğlu’nun da adaylığı etrafında bir konsensüs oluşmaya başladığı anda masadan çekilerek belediye başkanlarını kamuoyunun önünde sahaya buyur etti. “İkinizden birisi aday olsun!” demek suretiyle her ikisine de o anda kabul edemeyecekleri bir teklifte bulundu. Artık ona “evet” demek, pişmiş aşa su katmak olurdu ve bunu yapan da eşiğine gelinmiş uzlaşmayı baltaladığı için bir bölen olarak ait olduğu dünya ile Millet İttifakı’nın şimşeklerini üzerine çekerdi.

Ayrıca Akşener’in bu teklifi aynı anda iki kişiye birden yapması da ilginçti. “Aranızda anlaşın, biriniz aday olsun.” teklifi, gerçekte kendi kafasının içinde de kesinleşmiş bir ismin olmadığını gösteriyordu. Başkanlara; “Partinizle aranızdaki köprüleri atın, belediye başkanlığını bırakın.” derken bir de ayrıca; “Biriniz diğeri lehine adaylıktan çekilsin.” îmâsında bulunuyordu. Bir yere kadar birlikte hareket etmek, ondan sonra ise birinin diğeri lehine ferâgat etmesi. Parti, belediye başkanlığı ve hattâ gerekirse kendi iddiasından bile vazgeçmek. Peki, teklifin götürüsü bu kadar ağır olmasına rağmen, getirisi neydi? Mevcut siyasî ortamda tam bir belirsizlik… Fezâya zar atmak, karanlık gökyüzüne kestâne fişeği fırlatmak gibi bir şey.

Kanaatimce Akşener bu seçimde oyun içinde oyun oynadı. Hem boynuna sarıldığı İmamoğlu’nu, hem de yeşil ışık yaktığı Yavaş’ı bozuk para gibi harcadı. Kabul edemeyeceklerini bildiği hâlde, dananın kuyruğu kopmak üzereyken çok riskli bir teklifte bulunarak âdeta her ikisine de “Hayatınızın kumarını oynayın.” dedi. Böylelikle ikisinin de siyasî geleceğine silinmesi zor bir şerh düştü. Ve yine seçim sath-ı mailine girildiği bir ortamda ikisini de Kılıçdaroğlu’nun yanında durmaya, onun kuyruğuna takılıp propagandisti olmaya mecbur etti. Severken dövmek herhalde böyle bir şey olsa gerek. Kılıçdaroğlu, içine sindiremediği bu şahısları değil ihraç etmek, disiplin kuruluna dahi sevk edemezdi. Çünkü bu durum çok gürültü koparır, yeni bir bölünmenin kapısını aralardı. Hele hele birlik ve bütünlüğe ihtiyaç duyulan seçim arifesinde bu, hiç de yapılacak iş değildi. Akşener’in çağrısından sonra ise her ikisi de genel başkanın arkasında saf tuttular. Kılıçdaroğlu’nun partisine veremediği çeki-düzeni, Akşener tek vuruşta verdi ve partiyi seçim öncesi bir bütün hâlinde kendisinin emrine tahsis etti. Buna hiç şüphesiz “altın vuruş” denir. Ortaya çıkan bu sonuçtan sonra Kılıçdaroğlu, Akşener’i alnından öpmesin de ne yapsın?

Siyasette “ben” demeyene yol açılmaz. İmamoğlu ve Yavaş, siyasetin kavşak noktasında onu diyememiş, genel başkanın arkasına düşmeyi tercih etmişlerdir. Kritik anda veremedikleri karar, bundan sonraki siyasî hayatlarında hep sorgulanacak, liderlik açısından bir nakise olarak görülecektir. Kılıçdaroğlu kaybetse bile, seçim sonrası her iki adayın da liderlik iddiasını sürdürebilme şansı zayıftır. Birinci sınıf siyasetçi olmadıkları, riski göze alamadıkları görülmüştür. Onları bu duruma düşürense Meral Ablalarıdır. Daha doğrusu bir başka partinin genel başkanıyla kurdukları sıra dışı ve siyasî teâmüle aykırı yakınlıktır.

1993 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Süleyman Demirel’i destekleyen Erdal İnönü, Demirel’in seçilip Çankaya’ya çıkmasından kısa bir süre sonra    siyaseti bırakma kararı almıştı. O dönem İnönü’nün bu kararına ilişkin türlü spekülasyonlar yapıldı. Hattâ İSKİ’den kötü kokular geldiğini fark edip skandal patlamadan evvel gemiyi terk ettiği bile söylendi. Her sözün bir ölçüde doğruluk payı olabilirdi. Ama gerçek sebep, merkez sağın liderini Çankaya’ya taşımış bir şahsın artık sol kulvarda siyaset yapmasının zorluğuydu. Bu, onun için büyük bir handikaptı ve bundan sonra da hep onunla yargılanacaktı. İnönü de bunu görmüş ve o kamburla yola devam etmektense siyasete veda kararı almıştı.

Buradan söylüyorum, eğer Kılıçdaroğlu seçimi kaybederse, iki belediye başkanı da dâhil olmak üzere Altılı Masa’nın tüm sakinleri kaybedecek, hattâ takip eden günlerde de bazıları siyasetten elenecektir. Fakat Kılıçdaroğlu seçimi kazanırsa, bu seçimin tek kazananı yalnızca kendisi olur. Zîrâ kendisi dışındaki yedi siyasî aktör, o kazansa bile yine seçimlerin kaybedeni sayılarak az zaman sonra bir köşeye itileceklerdir. Gültekin Uysal dışında kalan masanın diğer dört isminin (Akşener, Karamollaoğlu, Davutoğlu, Babacan) kayıpları ise daha fazla olacaktır. Geçmişteki hizmetlerine rağmen bu şahısların bundan sonra sağın içinde kendilerine yer bulabilmesi zordur. Prestijleri gittikçe zayıflayacaktır. Mevkilerine mütenasip bir alâka görmeyeceklerini, zamanla bir köşeye itileceklerini de sözlerimize ekleyelim. Aklın önünde koşturan hırs ve öfke ne ahmak bir dost… İnsanoğlunun gözlerini kör ediyor.

Yakın gelecekte Davutoğlu ve Babacan, partilerinin kapısına kilit vurup bir köşeye çekilerek hâtıralarını yazar. Özellikle Davutoğlu hâtıralarında siyasetin nasıl yozlaştığından, insanların vefasızlığından bahseder. Bundan böyle hiçbir siyasî ikbal hesabı olamayacak Karamollaoğlu ise; “Âhir ömrümde ben bu çukura nasıl düştüm?” diye hayıflanır. Akşener de benzer bir muhasebeyi kendi dünyasında yapacaktır muhakkak. Onu sağ seçmen nezdinde diğerlerine göre daha affedilebilir kılansa, seçim öncesinde giriştiği masayı devirme teşebbüsü olacaktır. Tabiî bu hafifletici sebep, ceza nokta-i nazarından bir iyi hâl indirimine sebep olur mu, bilinmez…

Seçimleri Erdoğan’ın kazanması ise kendisi açısından toplu bir siyasî temizlik anlamına geliyor. Ve o ihtimal de uzak değil. Ortaya çıkan siyasî çatlak, Millet İttifakı’ndaki huzursuzluklar, Erdoğan’ın seçimleri kazanması hâlinde böyle bir sonucu doğurma ihtimalini taşıyor. 2002 senesinde bu millet, sandıkta beyaz bir ihtilâl yapmış, sistem partileriyle onların temsil ettiği yoz siyaset anlayışını tasfiye etmişti. 14 Mayıs sonrasında da yirmi yıl öncesindekine benzer bir siyasî atmosferin doğması mümkündür. 

“Ya tarih yazacağız, ya da tarih olacağız.” diyen Akşener kanaatimce tarih yazmıştır. Yakın vadede tarih bile olsa CHP’nin geleceğine ipotek koymayı başarmıştır. Ayrıca seçim sonrası ortaya çıkacak siyasî manzaranın oluşmasına da katkı sağlamıştır. Bu da bir tarih yazmadır. Üç gün içinde sadece seçilme ihtimali zayıf olan bir şahsın adaylığını garantilemekle kalmamış, istikbalde CHP liderliğine oynama şansı olan iki lider adayının da bu yoldaki hayallerine sünger çekmiştir. Kendilerine tevdî olunan vazife, seçim gezilerinde genel başkanın yanında durup vizyonunu parlatmak olan her ikisinin de bundan böyle liderlik kulvarında koşma ihtimalleri yoktur. Akşener’in manevrası öncesi iddia sahibi olan her iki şahıs da bugün artık genel başkanın kapıkulu, seçim gezilerinde ona aktif destek sunmakla görevli birer emir çavuşu mesâbesindedir.

Sanırım şu anda her ikisi de; “Akılsız dostun olacağına akıllı düşmanın olsun.” atalar sözünün mü, yoksa “En kötü ve tehlikeli düşman, düşmanlığını gizleyen ve hilesini saklı tutandır.” kelâm-ı kibârının mı içine düştükleri durumu açıklayabilecek özellikte olduğunu düşünmekle meşguldür. Benimse içimde, gizli bir kumpasa kurban gittiklerine dâir bir his var. Çünkü siyasette tesadüflere yer yoktur.

Bu altüst oluş içinde tek çözemediğimse şudur: Oyunun sonunda kaybedecek olanlardan birisi de büyük ihtimalle Akşener. Acaba kendisi bu neticeyi göremiyor mu? Bu Ali Cengiz oyununun kendisine de zarar vereceğinin farkında değil mi? Farkında olmadığını düşünmek abesle iştigaldir. O hâlde bu durumun geriye tek bir îzâhı kalıyor. Attığı adımları kulağına fısıldayan başka bir aklın devrede olup Akşener’in de ona tâbi olması. Yani hem masaya veda ederken hem de yeniden masaya dönerken kendisine ne yapacağını servis edip bu durumu hazırlayan derin bir aklın onu yönlendirmesi. O zaman da birilerinin iddia ettiği gibi İyi Parti’nin bir proje partisi olduğu güçlü bir ihtimal olarak beliriyor. Evet, proje ama kimin projesi?

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir