Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 20, 2024

Sarı Deniz Köpürecek Gibi…

Rushi Sunak’ın İngiltere Başbakanı olmasıyla gözümüzü hafif ABD’ye çevirmek çok da komplo teorisi olmaz sanırım. Rushi Sunak ile ABD’nin ne alakası var. Hatta bunun geçmiş Papalardan II. Jean Paul ile ne bağlantısı var. Rushi Sunak ve ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris’in alt kıtada taşları yerinden oynatacağı fikri ne kadar uç bir fikir ya da ne kadar olası bir fikir bunları konuşacağız.

Sesli düşünme diye bir tabir var, daha çok gençlerin kullandığı. Bu hafta ben de biraz öyle yapacağım. Sesli düşünüp bunları da sizinle paylaşacağım. Ancak elbette bunu yaparken temelsiz komplo teorilerinden ziyade elle tutulur nedenlerle anlatmaya çalışacağım.

Liz Truss’un Başbakanlık koltuğuna henüz oturmuşken ani ve sebepsiz istifası bana geçmişteki bir olayı hatırlattı.

1978 yılında Papa VI. Pavlus öldükten sonra Albino Luciani yeni papa olarak seçilmişti.  İtalyan Papa, seçildikten 33 gün sonra yatağında ölü olarak bulundu. Vatikan yetkilileri Papa’nın bir önceki gece kalp krizinden öldüğünü açıkladılar ancak ölüm nedenini tespit etmek için otopsi yapılamadı. Papa’nın şüpheli ölümü birçok komplo teorisine ve söylentiye sebep oldu. Sonrasında bu konuda kitaplar yazıldı, filmler yapıldı. O günlerde toz dumanın ortasında Vatikan tarihinde bir ilk gerçekleşti. 455 yıl sonra Vatikan dışından bir isim Papa olarak seçildi. Polonyalı Karol Josef Wojtyla sürpriz bir şekilde yeni Papa olarak ilan edildi. Kendisine Papalık ismi olarak selefinden esinlendiği ‘II. Ioannes Paulus’ Türkçe olarak ‘II. Yuhanna Pavlus’ ismini seçti. Bilinen yaygın adıyla II. Jean Paul.

Vatikan teamüllerine aykırı bu seçimde benim dikkatinizi çekmek istediğim konu bu değil. Daha başka bir açıdan bakarak Papa’nın Polonyalı olması ve bunun devamında olanlar. Polonya katı Katolik bir inanca sahiptir. Polonyalı bir ismin Katoliklerin dünya üzerindeki en büyük temsilciliğine seçilmiş olması SSCB çatısı altındaki Ortodoks Polonya halkı ve tüm Katolikler için en azından mezhep üzerinden bir kimlik tespitidir. Zira Papa’nın yadsınamaz desteğiyle Berlin Duvarı yıkıldı. İki Katolik Almanya birleşti. Yine II. Jean Paul döneminde Polonya bağımsızlığını ilan etti. Varşova Paktı dağıldı.  SSCB’nin dağılmasında Papa’nın oynadığı rolü bugün kimse reddetmiyor. Papa II. Jean Paul’e olan sempati o dönem Polonya halkında bir isyanı ateşledi ve bu ateş SSCB’nin dağılmasına kadar sürdü. Papa II. Jean Paul’e suikast girişiminin de bir Türk vatandaşı tarafından gerçekleştirilmiş olması ayrıca düşündürücü.

Liz Truss, İngiltere’nin Tretcher’den sonra ikinci Demir Leydi’si olmak iddiasıyla göreve gelmişti ancak tam 45 gün sonra istifa etti. Truss’un ani istifasına dair tartışmalar sıcakken beklenmedik bir şekilde Hint kökenli bir isim Başbakanlık koltuğuna oturdu. Rushi SUNAK’ın İngiltere Başbakanı olmasını demokrasi kültürüyle açıklamaya çalışsak da İngiltere tarihinde ilk defa yaşanan bir durumun bir alt metin okumasına ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum.

ABD’de yapılan son Başkanlık seçiminde ABD Başkan Yardımcılığına yine bir Hint kökenli isim olan Kamala Harris seçilmişti. Başkan Joe Biden’ın sağlık durumuna dair iddialar ve ortalıkta dolaşan yaşlılık videolarından sonra belki de görevi bırakması ve Kamala Harris’in yeni Başkan olması ihtimali gündeme gelebilir. ABD medyasının her gün Biden’ın sağlık sorunlarını haber yapması tesadüf değildir. İngiltere’den sonra ABD Başkanlık koltuğuna da Hint kökenli bir isim oturursa biraz ilginç olabilir.

Obama’nın Başkan seçilmesi Afrika’da birçok ülkede resmi kutlamalara sebep olmuştu. Obama sempatisi, Afrika kıtasında krediler ve kiraladığı limanlar yoluyla kendisine alan açan Çin’in karşısında hayli iş görmüştü. ABD Afrika açılımını Obama döneminde gerçekleştirdi.

İngiltere Başbakanının ve ‘şimdilik’ ABD Başkan Yardımcısının Hint kökenli olması bir anlam ifade ediyor olmalı. Neden Hindistan? Sorusuna cevap arayalım. Hindistan Cumhuriyeti dünyanın en büyük yedinci coğrafi alanına sahip ve Çin’den sonra en büyük nüfusuna sahip ikinci ülkesidir. Çin’in uyguladığı nüfus politikası sayesinde birkaç yıl içinde Hindistan nüfusu Çin’i geçmiş olacaktır. Hindistan 1947 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazanmış, 1956 yılında ise Pakistan Hindistan’dan ayrılarak bağımsızlık ilan etmiştir. Aralarında yıllardır çözülemeyen ‘Keşmir sorunu’ bulunmaktadır.  Hindistan ile Çin arasında da bir sınır problemi bulunmaktadır. Bir sınır taşının 3-5 km yer değiştirmesi ile çözülecek basit bir sınır problemi de değil. Çin ’Güney Tibet’ olarak adlandırdığı 90 bin kilometrekare alanı Hindistan’dan istemektedir. Hintliler ise 38 bin kilometrekare ‘Aksai Chin’ olarak adlandırdıkları bir alanın Çin tarafından işgal edildiğini iddia etmektedir. 2020 yılında taraflar sınır sorunları nedeniyle savaşın eşiğine gelmişti.

Aslında turpun büyüğü heybede duruyor.  Çin ihtiyacı olan enerjiyi güvenle ülkesine ulaştırabilmek ve ticari güvenliğini sağlayabilmek için Hint denizine açılma ihtiyacı duymaktadır. Bu amaçla 2017 yılında müttefiki Pakistan’dan Gwadar Limanını kiralamış ve Kuşak Yol projesine dâhil etmiştir. Kuşak Yol projesinin deniz güzergâhının başlangıç noktası olan Gwadar Limanı, Çin’in Avrupa hatta Orta ve Güney Amerika’ya ulaşımı için kilit rol oynamaktadır. Hindistan açısından ise Çin askerlerinin Hint Okyanusuna (sarı deniz) çıkması Hindistan’ın buradaki egemenliğini kaybetmek anlamına gelmektedir. Hindistan bu kiralama işine şiddetle karşı çıkmaktadır. Çin’in Hint Okyanusuna bir başka çıkış noktası da Myanmar yani Burma ülkesinin Arakan eyaletinde bulunan limandır. Bir dönem Çin’in Arakanlı Müslümanlara yaptığı işkencenin Batı tarafından gündemde tutulmasının sebebi de tabi ki Müslüman topluma veya insan haklarına gösterdikleri ilgi değildir. Çin’in Hint okyanusuna erişimini engellemek çabasıdır.  Aynı şekilde Uygur Türklerinin haklı mücadelesinin de Batı’da karşılık görmesinin sebebi Çin’in dünyaya açılan karayolu bağlantısının kritik noktası olmasındandır. Tabi ki bunlar ‘Çin masumdur’ anlamına gelmez. Çin kendi amaçlarına ulaşmak için hem Arakanlı Müslümanlara hem de Uygur Türklerine işkence etmektedir, Batı ise sadece bu durumdan nemalanabildiği için bu işkenceleri gündemde tutmaktadır.

Batı’nın Hindistan’ı Çin’e karşı baskı aracı olarak kullanmak istediğini, Çin yayılmacılığını engelleme politikasını Hindistan ile yürütmeyi amaçladığını düşünüyorum. Kamala Harris ve Rushi Sunak’ın yakın gelecekte Çin’in enerjisini tüketeceği ‘Hindistan krizinin’ mimarları olacağını düşünüyorum. Bu iki isimden birinin Hindistan’a ilk ziyaretini ve arkasından oluşturulacak kamuoyunu da ayrıca merak ediyorum. Hindistan Çin’i tehdit olmaktan çıkarmak için Batı dünyasının vekâletini üstlenebilir.  Çin’in dünyaya açılmasının ilk basamağı olan Pakistan bu savaşın başlangıç noktası olabilir. Keşmir özelinde Batı destekli Hindistan’a karşı Pakistan bu mücadeleyi sürdüremez ve Keşmir sorunu Hindistan lehine sonuçlanırsa Hindistan’ın başkaca taleplerinin olacağı da açıktır. Bu talepler listesi belki de bugün bağımsız bir devlet olarak müttefikimiz olan Pakistan ve Bangladeş’in tekrar Hindistan egemenliğine girmesine kadar uzanıyor olabilir. Alt kıtada kelimenin tam anlamıyla taşlar yerinden oynayabilir. Beklemeye, izlemeye, yorumlamaya devam edeceğiz.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir