Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Mart 19, 2024

Gidiyor Bir Bir Güvendiklerimiz Sakin Güç Raşit Küçük Hocamızın Ardından

Sahabeden Ebû Mûsâ el-Eş’arî, Hz. Peygamber (sav) ebediyet yurduna göçünce çok duygulanmış ve “Sen içlerinde olduğun sürece Allah onlara azap etmez. Bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap etmez” (Enfâl 8/33) ayetinin işareti doğrultusunda “dünyada iki güvence vardı, biri gitti, kaldı öteki” demiştir. (Tefsir Semerkandî, II, 16)

Hz. Peygamber’den sonra sahabîlerin böyle bir üzüntü ve endişe duymaları gibi, “Peygamberlerin varisleri olan âlimlerin”  dar-ı bekaya göçmelerinden sonra bizlerden birinin de benzer üzüntü duyması ve güven verenlerin bir bir göçtüğü endişesine kapılması pek normaldir.

Hele bir de bu giden gerçek âlim; ilmiyle âmil, amelinde muhlis, hem kendisini hem de çevresini aydınlatan bir kandil, gönüllere huzur veren Allah eri; yolu gösteren, yordamı öğreten bir muallim; hâsılı yoldaki işaretler gibi kendini değil, hakikati ve hak yolu gösteren hakiki bir mürşit ise toplumda büyük bir yankı uyandırması, zihinlere kazındığı ölçüde tesir bırakması, sanki başkası kalmamış gibi bir tehassür oluşturması çok yadırganmamalıdır. “Âlimin ölümü, âlemin ölümüdür” sözüyle söylenmek istenen tam da bu değil midir?

Doğrudur. İstiğfar edenler olduğu sürece bu ümmet güvencededir. Kimlerin istiğfar ettiği de bilinmez. İstiğfarını açık edene de zaten güvenilmez. Bizim güvencemiz, şov yapan değil, gönül yapandır; gecenin bir vaktinde kalkıp ümmet için dua ve istiğfarda bulunandır; yaptıklarını da, gösteri malzemesi yapmayandır; rabbi ile kendisi arasında tutabilendir. Rahman ve Rahim olan Rabbimiz bu ümmetin içinden böyle istiğfar eden kullarını da eksik etmez. Biz günahkârlar da onların vesilesiyle, güven içinde, dünya geçiminde, kendi seçiminde yuvarlanır gideriz, ta ki bir çukura düşene kadar. Dileriz ki Rabbimiz biz aciz ve günahkâr kullarına merhametiyle muamelede bulunsun da imanlı bir göç nasip eylesin.

Evet dostlar! Bir ulu çınarı, RAŞİT KÜÇÜK hocamızı kaybettik; gayb alemine, berzah yurduna,  yolcu ettik. Dualarımız ve tesellilerimiz inşallah Rabbimizin rahmetine, cennet bahçesine kavuşması, havz-ı kevser başında Rahmet Elçisiyle buluşmasıdır. İnşallah bizler de bir köşesinde yer bulur, onları seyredenlerden oluruz.

  “Hocamızı çok iyi tanıdım?” desem, ne kadar tanımış olabilirim ki? Zahire vuran ve zahir ettiği kadar. O kadar mahviyet sahibiydi ki ne acılarını, ne üzüntülerini ne de hastalıklarını açık ederdi. Hissederdik içinde fırtınalar eser ama bir ulu dağ gibi sabit, sakin, kararlı ve dimdik dururdu. Onun için en iyi tanımlama belki SAKİN GÜÇ olabilirdi.

Bir konuyu açması da kapaması da aynı sakinlik içindeydi. Tane tane konuşur, her nefesi bir sese dönüşür, dinleyende aman bir kelime kaçırmayım intibaı oluştururdu. Sanki onu dinlerken kafamızda kuş var da uçacak endişesiyle kımıldamadan durduğumuz olurdu.

Sevdiğini de sevmediğini de aynı sakinlikle karşılardı. Hoşnut olduğunu sakince yanında tutar, hoşnut olmadığından sakince uzaklaşırdı. Hâsılı sevmesi de sakin, kızması da sakindi; sevinmesi de sakin, üzülmesi de sakindi…

Uzak yakın önemli değildi, onun varlığı bir güvenceydi. Onunla olan iletişimde mesafe değil, gönül yakınlığı önemliydi.

Âlimdi, düşünce ve eylem adamıydı ama zevk-i selim bir yanı da vardı. Böyle bir sakin güçte zevk-i selim nasıl dururdu? İğretilikten uzak, tam ona yakışır şekilde; ilminin derinliğine, düşüncenin enginliğine ve eylem pratiğine uygun düşecek güzellikte. O görülsün diye de yapmazdı bir şeyi, hatta sezdirmezdi; hiçbir özelliğinin, özgünlüğünün, zevkinin ve sevgisinin bilinmesini istemezdi; fıtratın timsali, insanın misaliydi. O göstermezdi, yaşardı ve yaşatırdı; bütün çabası ve çalışması hakkın sesi, hakikatin neferi, dinin müntesibi, haklının destekçisi olmaktı.

Başka türlü olamazdı. Başka türlü olmak ne ona yakışır ne de düşüncesiyle uyuşurdu. Çünkü o kelimenin tam anlamıyla gerçek bir ilim adamı örneğiydi, bize gerçek âlimi öğretendi. Gerçek âlimi sorsalar onun şahsiyetine bakarak şöyle özetlemek mümkün ve münasiptir:

Gerçek alim;
Kendini değil, hak yolu gösterendir,
Halk içinde olup hakka gönül verendir,
Hak yolunun yolcusu, hakikate erendir,
Hak için seven, hak için sevilendir,
Yolcuya güven veren, sapanı çevirendir,
Hak düşmanına göğsünü siper edendir…

Vesselâm…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir