Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Mart 19, 2024

“Atam İzindeyiz” Sözü Ne Anlama Geliyor?

“Bu memlekette banka soyarken kar maskesi, ülke soyarken de Atatürk maskesi taktılar.”
Uğur Mumcu

Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Tezcan Karakuş Candan’ın memuru olduğu Çankaya Belediyesi’ne, görevli olduğu yedi yıl boyunca sadece altmış gün gittiği ortaya çıktı. Bunun üzerine görevine son verilerek İçişleri Bakanlığı kararıyla devlet memurluğundan ihraç edildi. Görevinden ayrılırken yaptığı basın açıklamasının sonunda söylediği şu söz, uzun süre hafızalardan silinmeyecek: “Bugünden itibaren 657 sayılı devlet memuru değilim. Bugünden itibaren, yeminini ettiğim Mustafa Kemal’in memuruyum.”

Ta çocukluk yıllarımızdan biliyoruz “Mustafa Kemal’in Kağnısı”nı… “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz.” sloganını ise yıllardan beri işitmekteyiz. Fakat “Mustafa Kemal’in Memuru” tabirine bugüne değin hiç tesâdüf etmemiştik. Var olsun Tezcan Hanım! Pratik zekâsıyla Kemâlist literatüre önemli bir katkı(!) yapmış oldu.

Yalnız insan ister istemez şunu düşünmeden edemiyor: Acaba bu hanımefendi görev başındayken kendisini Mustafa Kemal’in memuru olarak görmüyor muydu? Öğrendiğimize göre yedi yıldan beri resmen Çankaya Belediyesi’nin memuruymuş. Çankaya, Mustafa Kemal’in kurucusu olduğu Cumhuriyet’in başkenti Ankara’nın en güzîde ilçesi. Memuriyeti kâğıt üzerinde de olsa, o ilçenin belediyesinde görev yapmış. Ayrıca bu bölgenin bir özelliği daha var ki, Mustafa Kemal’in devlet başkanı olarak resmen ikâmet ettiği, hayatının son on yedi yılını geçirdiği yer. Yani hanımefendi rahatlıkla “Ben Mustafa Kemal’in memuruyum.” diyebileceği bir yerde çalışmış. Görevde iken Mustafa Kemal’in memuru olmuyor da görevden el çektirilince mi o payeyi kazanıyor? Mine’l garaib…

Geçmişten günümüze intikal eden bir yığın Atatürk sloganı var. Pek çoğunun ne maksatla söylendiği ise bilinemiyor. Ancak zaman içerisinde şâhit olduğumuz birtakım hâdiseler tefsir ediyor onları. İşte nihâyet o zaman işin hakikatine muttali oluyoruz.

Doğrusu hanımefendinin bu açıklamayı yapması iyi oldu. Sayesinde sürekli kullanılan, dolaşım hâlindeki Atatürk sloganlarından birinin daha üzerindeki giz perdesi kalktı. Bu zevâtın “Atam, izindeyiz” derken ne demek istediği anlaşılmış oldu.

Meğer hiç de boşuna dememişler “Atam, İzindeyiz” diye. İçi o kadar da kof bir slogan değilmiş hani. Zîrâ görevde olduğu yedi yıl boyunca altmış gün iş başı yapan Mustafa Kemal’in memuru ha bire izin kullanmış. Sürekli izindelermiş de bizim haberimiz yokmuş.

Bu tür açıklamalardan ancak aklıselîmden mahrum, zayıf tabiatlı insanlar medet umar. Kendisi olmak cesaretini gösteremeyen zavallılar dört elle sarılır böyle ucuzluklara. Fakat bunu söylerken en başta kendilerini ucuzlattıklarınınsa pek farkına varmazlar. Ağızlarından çıkan sözün günahlarının üzerine tüy diktiğini nedense düşünemezler. Hâlbuki bir rezâletin üstünü bir başka rezâletle örtmektir bunun adı.

Çok merak ediyorum, acaba Mustafa Kemal ölmeden evvel bu zevâta isminin kullanım hakkını mı bağışladı? “Her başınız sıkıştığında beni anın. Gerekirse vebalinize dahi ortak edin. Adım dezenfektan gibidir. Sizi temizleyip pîr ü pâk eder, içine düştüğünüz bataktan kurtarır. İsmimi tepe tepe kullanın.” mı dedi bunlara. Acaba Mustafa Kemal’in bugüne kadar duymadığımız yalnızca bu zevâta has bir başka vasiyeti daha vardı da bizim ondan haberimiz mi yoktu!

Ülkemizdeki vesâyet düzeni, ondan nemalananların şahsında samimiyetsiz bir insan topluluğu üretti. Mustafa Kemal’in gölgesine sığınanlar, ya muârızlarını köşeye sıkıştırmak ya da kendileri köşeye sıkıştığında bulundukları durumdan kurtulmak, kendilerini toplum nezdinde ibrâ etmek için sarıldılar ona. Kanâatimce bu özelliğiyle o, tarih boyunca en ziyâde istismara uğramış, hâtırası üzerinden en fazla prim yapılmış bir şahsiyet olarak Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeye adaydır.

Evet, bu ülkede bin türlü istismara konu oldu Mustafa Kemal. Ergenekon tutuklamaları sırasında gözaltına alınan bir şahsa muhabirler; “Neyle suçlanıyorsunuz?” diye sorduklarında; “Atatürk’ü sevmekle suçlanıyorum.” cevabını vermişti. Hâlbuki kanunda, Atatürk’ü sevmek ya da sevmemek gibi bir suç tanımlaması yoktu. 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun kapsamı bile o kadar geniş değildi.

Zımnen de olsa; “Hiçbir suçum yoktu ama Atatürk’ü sevdiğim için beni de bu soruşturmaya dâhil ettiler.” demeye çalışıyordu hazret. Başının derdine düşenler, piyasanın geçer akçesine sarıldı hemen. Cumhuriyet tarihimiz buna benzer daha nice örnekle doludur.

Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış. Hesabını vermekten aciz uyanıklar, Mustafa Kemal’e yapışarak kendilerini aklamaya çalıştı dâimâ.

Yıkım kararı alınmış gecekondusunu kurtarmak isteyen arazi talancıları bile dozerin üzerine onun büst ve resimleriyle yürüdüler. Bazen de cin fikirli yazar müsveddelerinin işporta malı kitaplarını pazarlarken kullandıkları ucuz bir piyasa metaına dönüştü. Normal şartlarda yazdıkları eserler(!) bitpazarında bile müşteri bulamayacak vurguncular, Mustafa Kemal üzerinden köşe oldular. Hattâ bazı meslek mensuplarını yüceltmek adına ona mâl edilen birtakım sözler dahi uyduruldu.

Bugün kendisini Kemâlist ilân eden gürûhun yapması gereken ilk iş, geçmişte eski bir cumhurbaşkanının, hastalığını mazeret göstererek millî bayramlara niçin katılmadığını diline dolamak yerine, refleksif bir tavırla önce bu istismar düzeninin üzerine gitmektir. Evvelemirde kendi kendilerini sîgaya çekerek samimiyet testinden geçmektir. Eğer gerçekten Mustafa Kemal’e duydukları muhabbette samîmî iseler…

Kim Atatürkçü ya da değildir, bunu sorgulamak ne Kemâlistlerin ne de bir başkasının haddi ve görevidir. Tıpkı “Dinde zorlama yoktur.” ayeti mucibince kimin ne kadar Müslüman olduğunu sorgulamanın da kimsenin haddi ve vazifesi olamayacağı gibi…

Atatürkçülüğü çaptan düşüren de Kemâlizm’i itibarsızlaştıran da en başta bu şahısların tavrıdır. Mustafa Kemal’i bir istismar vasıtası hâline dönüştürmüş olmalarıdır.

Bu ülkede vesâyet, yıllarca millî irâdenin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallandı. “Biz asılız. Dolayısıyla bizim istemediğimiz bir şeyin bu ülkede olması mümkün değil.” diyen, demokrasiyi içine sindirememiş, millî irâdeye düşman bezirgân tipler yıllarca bu ülkenin insanına Mustafa Kemal üzerinden kan kusturdular.

Mustafa Kemal on yıl öncesine kadar bu ülkede vesâyetin kılıcıydı. “Biz asılız.” diyen, halkı ise maraba olarak gören gizli iktidar sahipleri, cumhuriyetin elitleri yola getirmek istediklerini onunla terbiye ediyordu. Kesmesine gerek yoktu, kılıç kınından çıktığı an hedef kitle derhal hizâya giriyordu.

Vesâyet son on yılda gücünü büyük ölçüde kaybetti. Onun zayıflamasıyla beraber kılıç da kınında paslanmaya başladı, eskisi gibi kesmez oldu. Bugün artık onu göstererek millete diş geçiremiyorlar. Ama hâlâ iş görüyor. Bir sopa olarak kullanılamasa da ayıp ve kusurları örtmek adına bir kalkan olarak vazife görmeye devam ediyor.

Artık bu ülkede vesâyetin bütün kalıntıları ortadan kaldırılmalıdır. Devlet ve toplum düzenimiz içinde ona dâir en ufak bir iz bile kalmamalıdır. Öylesine kalmamalıdır ki, Mustafa Kemal vesâyet simsarlarının kirli hesaplarını temizlerken kullandıkları bir dezenfektan olmaktan çıksın. Kendi hesabını vermekten aciz uyanıkların yapıştığı bir cankurtaran simidi olmasın. “Biz asılız.” diyenler, bundan böyle adını ağızlarına almadan hesap verebilmeyi öğrensin.

Gelelim bu yazının ilham kaynağı olan hanımefendiye… Kendisini “memuru” olarak tanımladığı Mustafa Kemal, Onuncu Yıl Nutkunda; “Türk milletinin karakteri yüksektir. Türk milleti çalışkandır. Türk milleti zekidir.” diyordu.

İmâm-ı Âzam Hazretleri; “Ben muhatabımın aklî seviyesini konuşmasından anlarım.” buyuruyor. Basın toplantısında yaptığı açıklama, bu açıdan bakıldığında hiç de iç açıcı bir manzara arz etmiyor. Batı’ya öykünen aydınımızın en büyük defosu olan irfânî ölçülerden mahrumiyet, bütün haşmetiyle sırıtıyor. Arkasına saklandığı Mustafa Kemal eğer bugün sağ olsaydı, hiç şüphesiz önünü görebilen, öngörüsü yüksek, zeki insanları maiyetine alırdı. Ayrıca sürekli izinde olan, yedi yılda yalnızca altmış gün işbaşı yapmış bir hanımefendiye de çalışkan sıfatını yakıştırmazdı herhalde… 

Hâdiseye Kemâlistlerin manifesto çapındaki metinlerinden olan Onuncu Yıl Nutku üzerinden baktığımızda, hanımefendinin sahip olduğu özellikler itibarıyla Mustafa Kemal’in memuru olabilecek bir irtifâya sahip olmadığı net bir şekilde görülüyor. Hiç şüphesiz Mustafa Kemal de şahsî hesabını vermekten aciz olup arkasına saklanan bir şahsa, böyle bir unvanı lâyık görmezdi. Geçmişte üst düzey görevlerde bulunmuş bir siyasetçi, hakkındaki yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkınca “Etik hata yaptım.” demek zorunda kalmıştı. Suçunu itiraf ederken “ahlâk” yerine umumun ne anlama geldiğini pek bilmediği, halkın düşünce kodlarında yeri olmayan “etik” sözcüğünü kullanmayı tercih etmişti. O siyasetçinin, günahını örtmeyi, halk indinde hafifletmeyi hedefleyen bu tavrı bile, hanımefendinin sergilediği yaklaşımdan daha asildir. En azından kendi cürmünü bir tarihî şahsiyetin hâtırasına sığınarak temizlemeye kalkışmamıştır.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir