Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 26, 2024

Bir Ölü Doğum Projesi: Altılı Masa

Altılı Masa sakinlerinin sık sık bir araya gelerek ortak bir aday belirlemek üzere yapmış oldukları çalışmaların, bu uğurda harcadıkları mesâînin, daha ana karnında iken ölmüş bir cenini diriltmeye çalışmaktan hiçbir farkı yok. Bütün bunlardan olumlu bir sonuç alınamayacağı ortada. Bütün bu gayretler, partilere bir fayda sağlamayacağı gibi, millet açısından da müspet bir netice doğurması mümkün değil. Ama ne yazık ki çaresizlik, bazen insanoğlunu bir hayalin peşinde doludizgin koşturuyor.

Seçimler yaklaşıyor ve süre de gittikçe daralıyor. Buna rağmen Millet İttifakı’nı oluşturan parti genel başkanları bir türlü ortak bir aday belirleyemiyorlar. Bunun en önemli sebebi ise birbirine benzemez altı partinin tabanlarını kucaklayabilecek çapta bir adayın olmaması. Böyle bir aday var da mı bulunamıyor yoksa bu vasıflara hâiz bir aday yok mu? Hiç şüphesiz böyle bir aday yok. Olması da imkânsız zaten. Olduğunu iddia etmek bile abesle iştigaldir.

Türkiye’de seçmen tabanları, sınıflı bir toplum yapısına sahip Batı’dakinden bazı durumlarda daha keskin ayrımlara sahip. O yüzden de dünya görüşleri farklı partiler arasında kaymalar oldukça az. Altılı Masa’yı oluşturan partilerin tabanları ontolojik açıdan birbirlerine yabancı. Bu partilerin ne lider ne de üzerine oturdukları seçmen tabanları birbirine benziyor. Hemen hepsinin siyasî yelpazedeki yeri farklı ve yine hemen hepsinin dünya görüşleri de birbirine zıt. Hattâ diyebiliriz ki, bazıları kutuplarla ekvator kadar birbirine uzak.

Farklı dünya görüşlerine sahip liderler masada anlaşıp kerhen bir aday üzerinde uzlaşsalar bile, birbirine benzemez parti tabanlarının, liderlerinin tavsiyesine uyarak o adayın etrafında bir bütün olarak kenetlenmesi çok zor. Bir taraf benimsese dahi diğer taraf kendi dünya görüşüne aykırı buluyor ve lideri istese de oy vermiyor.

Bütün bu birbirine benzemezleri temsil edebilecek renklilikte âdeta gökkuşağına benzer(!) bir aday bulabilmekse muhal. Çünkü öyle bir aday yok. Ve her parti tabanı da kendi yaşam pratikleriyle dünya görüşüne uygun bir şahsın aday olmasını istiyor. İllâki bir süre sonra bir aday tespit edilecek ve o aday da bir veya birkaç parti tabanı tarafından kabul görse bile diğerleri tarafından benimsenmeyecek. Nitekim bundan önceki seçim dönemlerinde sağ siyaset felsefesine mensup bazı şahıslar, sol partilerin listesinden aday olduklarında partili arkadaşları tarafından yüzüstü bırakıldıklarını, kendilerine yeterince destek olunmadığını ifade etmişlerdir.  

Bugüne değin, bir aday belirleyip ilân etmemiş olmak da bir başka zâfiyet. Çünkü bir şahsın kamuoyu tarafından tanınıp millet tarafından kabul görmesi için belli bir sürece ihtiyaç var. Yine bu açıdan da zaman Altılı Masa’nın aleyhine işliyor.

Seçim sath-ı mâiline girilmiş olmasına rağmen, adayın hâlâ açıklanmamış olması, Erdoğan’ı rakipsiz kılıyor. Daha önceki seçimlerde de aynı hata yapılmış olmasına rağmen, geçmişten ders alınamıyor. Altılı Masa bu tutumuyla; “Cumhurbaşkanına denk bir aday çıkaramıyoruz, zorlanıyoruz.” mesajını veriyor. İtinayla üzeri örtülmeye çalışılan gerçek de o zaten.

“Adayımızı erken açıklarsak yıpratırsınız.” sözü politik bir manevra gibi görünse de içinde büyük ölçüde hakikati barındırıyor. Evet, henüz üzerinde uzlaşılmış bir isim yok. Fakat kim olursa olsun, açıklanacak adayın Erdoğan’ın sahip olduğu karizmayla siyasî birikim ve tecrübeye sahip olmasına da imkân yok. Bu profile en yakın isimler, yine bir ölçüde devletin tozunu yutmuş parti genel başkanlarıyla, eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül. Adayın bu isimler dışında biri olması ise işi daha da zorlaştırır. Nitekim siyasetin içinden gelmeyen Ekmeleddin İhsanoğlu ile milletvekili olmasına rağmen bugüne kadar hiçbir önemli görevde bulunmamış Muharrem İnce örnekleri, iddiamızı doğruluyor. O tür bir aday, tepki oylarını ne ölçüde kendisine çeker, düşünmek lazım.

Millet İttifakı’nın çıkaracağı aday mutlaka kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim olmak zorunda. Kamuoyunca tanınmayan ya da bugüne kadar toplumun yalnızca belli bir kesiminin kadrajına girmiş bir şahsı aday göstermek atılacak en riskli adım olur. Böyle bir adayın, kısa zamanda seçmenin tasvibine mazhar olması zor. Toplum tanımadığı bir kişiye güvenmekte zorlanır. Ayrıca adayın kamudan gelen, devlet ve yönetim tecrübesine sahip bir profile hâiz olması da gerekiyor. Zîrâ Cumhur İttifakı’nın adayı, yirmi yıllık deneyim ve ülkeyi yönetme becerisiyle ortada. Öncesinde de İstanbul gibi bir beldeyi yönetmiş. Bu özelliklere sahip bir aday bulunamadığı takdirde, parti genel başkanlarından birinin aday olması daha isabetli olur.

Siyasî tecrübe eksikliğiyle devlette üst düzey görev almamış olmak, Erdoğan gibi bir adayın karşısında ciddî bir handikaptır. Adayın hususî hayatında hiçbir defosu olmasa da donanımsızlık ve tecrübe eksikliği, her hâlükârda eleştirilip yıpratılmasına sebep olacaktır. Düşünelim bir kere, bu durumda halk ve özellikle de kararsız seçmen, hiç tanımadığı düşük profilli bir adaya niçin açık çek versin? Erdoğan’dan kurtulmayı(!) istediği için mi?

Eski sistem olsaydı, böyle bir adayı Ahmet Necdet Sezer’in seçiminde olduğu gibi mecliste seçtirebilirdiniz. Fakat bugün öyle bir adayla milletin önüne çıkmak cesaret ister. Çünkü onu sandıkta seçtirmek, mecliste seçtirmekten çok daha zordur.

Altılı Masa’nın, bir de masaya buyur edilemeyen gizli bir ortağı var. Adı HDP. Seçimlerin kazanılabilmesi için, bu gizli ortağın da asla göz ardı edilmemesi gerekiyor. Fakat bu partiye, terör örgütüyle iltisâklı durumundan dolayı cüzzamlı muamelesi yapılıyor. Doğrudan ilişkiye geçilemiyor. Hattâ bazıları adını bile anmıyor. Altılı Masa’nın mensupları çoğu kere onu görmezden geliyor. Görenler de metres ilişkisi yaşamayı tercih ediyor. O yüzden de statüsünün ne olduğu meçhul.

Tabiî bu tür bir ilişki biçimi, en başta HDP’nin hoşuna gitmiyor. Duyduğu rahatsızlığı da zaman zaman üst perdeden ifade ediyor. Zaten bu denklem içerisinde onun ilk hedefi, seçimleri Millet İttifakı’na kazandırmak da değil, masada yer alıp meşrûiyet krizini aşabilmek. O da biliyor ki, kendisiyle ilgili bir problem var ortada. Adının anılması bile deprem etkisi yapıyor. Siyasî Partiler Yasası’na göre kurulmuş bir siyasî teşekkül de olsa, kâğıt üstünde legal de görünse, fiilî durum çok başka. O yüzden de bu partinin birinci hedefi, diğer partiler tarafından tanınmak. HDP, öncelikle kendisini her bakımdan zorlayan bu sıkıntılı durumu aşabilmek için masada var olmak istiyor.

HDP menşeli bir ismin, ittifakın ortak adayı olması mümkün değil. Olsa da kazanamaz. Böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Fakat bu partiyle ilişkiye geçmek dahi masadaki diğer partilerde büyük sarsıntıya yol açar. Hattâ bazıları tabanlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalabilir. Fakat o partinin desteği alınmayınca da Millet İttifakı’nın seçimleri kazanma ihtimali zayıflıyor. Yani aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık…

Millet İttifakı denilen oluşumun bütün bu defolarının yanı sıra çok fazla söz edilmeyen bir başka defosu daha var. O da Erdoğan’ı devirmek hususunda fikir birliği etmiş olmaları. Onu ülke yönetiminden uzaklaştırma konusundaki mutabakatları. Evet, birçok mes’elede anlaşamayan bu zevât, bu hususta gayet iyi anlaşıyor. Ruhlarındaki hınç ve öfke o kadar büyük ki, ittifakın yukarıda bahsettiğimiz bütün tezatlarına rağmen onları bir masa etrafında buluşturuyor. Tabiî bu öfke, hiç de sağlıklı bir mantığın tezâhürü değil.

Diyelim ki, Millet İttifakı seçimleri kazandı ve ülkenin idâresini ele aldı. Ortada bir başkan olsa da çok parçalı bir meclis aritmetiği ile ülke nasıl yönetilecek? Yasa tasarıları nasıl kanunlaşacak? Bugün bir aday çıkarma hususunda bile anlaşamayan bu altı parti yarın ülkeyi yönetirken nasıl bir yol izleyecek? Birçok mes’elede karşı karşıya gelecekleri gün gibi aşikâr. Belki de ülke yeniden yetmişli ve doksanlı yılların kaos ortamlarına sürüklenecek.

Parti genel başkanları dışında bir şahsın aday gösterilip seçilmesi durumunda ise o şahıs, altı kişiden oluşan bir heyetin güdümüne girecek. Tabiatıyla milletten önce de kendisini heyete karşı sorumlu hissedecek. Yani bir başkan değil, bir devlet sekreteri seçmiş olacağız. Sonuç olarak masa lağvedilmeyecek, seçimlerden sonra da sistemin üzerine düşen bir gölge gibi yaşamaya devam edecek. Ve evvelemirde bu durum, başında güçlü ve yetkili bir figür olması esasına dayanan başkanlık sisteminin ruhuna aykırı düşecek.

Bu zevât ve hempâlarının Cumhurbaşkanına duydukları kin ve öfke bazı ahvâlde muhakemelerini dahi devre dışı bırakabiliyor. Çaresizlik garip garip beyânatlar vermeye, bazen de doğaüstü güçlerden medet ummaya dahi sevk edebiliyor onları. Sergiledikleri bu tuhaf hâllerin, sonucu belirleyecek kararsız seçmen nezdinde oya dönüşme ihtimali ise çok zayıf.

Kısacası, geleceğe ilişkin plan ve projeleri olan, ülkeyi daha iyi yönetmeye talip vizyon sahibi bir ittifak yok ortada. Sadece her ne pahasına olursa olsun Cumhurbaşkanını devirmeye ahdetmiş bir birliktelik söz konusu. Bu zihniyetin seçimleri kazandıktan sonra devr-i sâbık yaratmayacağını kim söyleyebilir?

Altılı Masa’yı oluşturan genel başkanlar, bugün âdeta bir ceo arayışı içerisindeler. Hâlbuki kitleleri liderler yönetir. Ve hiçbir lider de piyangodan çıkmaz. Onları zaman ve şartlar doğurur. Bugünden sonra masa sakinlerinin çıkaracağı adaysa öncekiler gibi ancak plastik bir aday olur. Ve siz seçimlerde, sevenlerinin “reis” sıfatını taktığı, liderliği müseccel olan bir şahsın karşısına onu çıkararak sonuç alamazsınız.

“Yanlış hesap Bağdat’tan döner.” demiş atalarımız. O yüzden de filmin sonunu beklemeye gerek yok sanırım. Çünkü bu hesabın yanlış olduğu daha şimdiden belli. Buna rağmen muhalefet ısrarla o yanlış üzerinde patinaj yapmaya devam ediyor. Sayın parti genel başkanları; kendinizi kandırmayın, vakit ve enerjinizi de boş yere israf etmeyin. Zîrâ bu yolun sonu çıkmaz sokaktır. Böyle bir ittifaktan kesinlikle arzu ettiğiniz sinerji doğmaz.  

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir