Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

Yaşayan Kölelik

İnsanları bulunduğu konumdan razı etme ve motive etmenin çok farklı yöntemleri vardır. Unvan ve  kıyafet/üniforma ve bunların başında gelir. (1) Her unvan aslında bir salahiyet /yetki içerir. Ama bu yetki unvana göre sınırlıdır. Bir memurun makamı, rütbesi ne kadar yüksek olursa olsun, sonunda bir yetki sınırı vardır. Bu açıdan bakınca, bir memleketin en ücra kasabasındaki bir belediye işçisi ile genelkurmay başkanı veya herhangi bir bakan arasında özgürlük bakımından bir fark yoktur. Sadece ikinci grup, emrindeki diğer çalışanların isteklerini yerine getirdiklerini görünce mutlu olur ve nispeten refah seviyesi yüksektir. Onun yerine sınırlı arazisinde, kendi emeği ile ürününü kaldırıp geçimini sağlayan çiftçi ile aldığı üç beş parça alet, edavatı tahta bir bavulda satan çerçi daha özgürdür. Fakat bu özgür insanlar, çevre ve diğer etkileyici güçler tarafından, sürekli devletin veya büyük şirketlerin çalışanı olmak övüldüğü ve özendirildiği için kendilerini mutlu hissetmezler.  Gücünü daha üst rütbeden ve unvandan alan özel kıyafetli/üniformalı köleler, tarih boyunca daha az yetkili köleler ile bağımsız yaşamak isteyen insanların, küçük çiftçi ve esnafın üzerine ağır vergiler koyarak, onların yükselmesini ve büyümesini engellemiştir. İşin ilginç yanı ise bu çiftçiler büyüyünce “toprak ağasına/senyörlere”, esnaf da burjuvaziye dönüşerek, yönetimle işbirliği yapmak veya yönetimi ele geçirme suretiyle, daha önce nereden geldiğini unutarak, yoksul ve sahipsiz insanları ezme yoluna gitmişlerdir.

O halde bu tehlikeli çarkı kıracak yol var mıdır? Yani yoksul ve güçsüz kimseler, daha sonra bu eleştirdikleri iktidar ve serveti elde ettiklerinde, bunların bir leviathana dönüşmesi engellenebilir mi?

****

Çoğunluğu kölelerden oluştuğu halde, birey olarak bulunduğu konumdan memnun olan, hatta düzenin bozulmaması için canla başla çalışan insanlardan kurulu bu toplum, köle kelimesi kullanılmadan nasıl köleleştiriliyor?

Ta Aristo’dan günümüze köleliği doğal kabul edenler ve kabul etmeyenler arasında tartışmalar sürse de, yaşanan hayatta kölelik şekil değiştirerek devam etmiştir.(2) Günümüzde insan kaçakçılığı modern köleliğin bir türü olarak görülmekte ve kölelik benzer birkaç alanla sınırlandırılmaktadır. (3)  Oysa kölelik çok daha geniş, gönüllü veya gönülsüz, alabildiğine çeşitli isim ve uygulamalar yoluyla devam etmektedir.

İnsanlar şekil ve isim değişikliğine aldanarak, ömürlerinin belli süresini köle olarak geçirmeye razı olmaktadırlar. Kişiler önce “düzenli” diye, düşük ücretle çalışmaya teşvik edilerek işe alınmakta, sonra aldıkları ücretle ömür boyu ödeyemeyeceği şekilde borçlandırılmakta, kredi ve faiz sistemi ile ölmeye yakın, hatta ölünceye kadar borçlu olduğu kurum ve kişilere çalıştırılmaktadırlar.

Kredi-faiz-emeklilik-sigorta sarmalı bir tarafa, insanlar devletlere veya uluslararası “köklü” şirketlere “hizmet edebilmek” için, mesleki okullara, kurslara, seminerlere, eğitimlere katılmakta, bu eğitimler sonucu giyilen üniformaların veya taşıdıkları rozet ve kimliklerin güvencesi ile kendilerini hür kimseler olarak hissetmektedirler.

Bir ülkenin vatandaşı, bir şirketin çalışanı, bir ordunun askeri, bir okulun mezunu hatta bir takımın taraftarı olmak, onlara kendilerini mutlu hissetmeleri için sürülen bir parmak bal olarak yetmektedir. Hatta bir ülkenin vatandaşlığını almak için akıl almaz mücadelelere girmek; devlet güvencesinde çalışabilmek için rüşvet vermek, torpil yaptırmak ve ahlaki normları çiğnemek; o çok uluslu şirketin çalışanı olmak için aşırı zor veya küçük düşürücü sınav ve yarışmalara girerek, nispeten rahat ve ömür boyu sürecek bir köleliği kabul etmektedirler.

Burada İsmet Özel’in “En iyi uşaklar en iyi okullarda yetişir.” sözünü hatırlıyor ve dünyan en iyi üniversitelerinden mezun olan kimselerin çoğunun, bağımsız iş yapmak yerine, çokuluslu şirketlerde önce sıradan ve alt basamaklarda, daha sonra orta ve üst basamaklarda çalışmaya razı olduklarını görmekteyiz.

Aynı zamanda spor okulları için yapılan kurs ve eğitimlerden sonra kurulan pazarlarda, oyuncular kulüpler arasında alınıp satılmakta, sporu yapamayacak yaşa gelince de sektörden çıkarılmakta, çok azı antrenör, spor yazarı veya yorumcu olarak kalırken, sonraları çoğunun adı sanı duyulmamaktadır.

Benzer bir uygulama fotomodel ve manken ajansları ve reklam dünyası için de geçerlidir. Pek çok genç kız ve erkek, onur kırıcı seçmelerden sonra girdikleri sektörde, belli yaşa kadar, güzelliklerinin ve performanslarının son sınırına kadar sömürülmekte, sonra sektörün dışına çıkarılmaktadırlar. (4)

Eskiden normal çarşılarda kurulan köle pazarları bugün plazalarda, kongre merkezlerinde, statlarda en çok da internette kurulmaktadır. Oyuncu, manken ajansları, fuhuş sektörleri bir tarafa, aracı kabul etmeden kendinizi pazarlayacağınız profesyonel iş ve işçi bulma siteleri en iyi köle pazarlarıdır. Bu açıdan bakarsanız adını kolaylıkla hatırlayacağınız bu profesyonel sitelerin sahipleri de günümüz köle tüccarlarıdır. Bireyden para almasa bile, elde ettiği reklam gelirleri ve insanların kişisel verilerini değerlendirerek, uluslararası sömürüye aracılık etmektedirler.  

Ama esas kölelik diğer alanlarda, sanayi ve hizmet sektöründe “asgari ücret” diye “işverenler ve hükümetlerin işbirliği” ile çalışanın sınıf atlamasını engelleyecek şekilde belirlenmiş ücretle çalışanlar arasında hüküm sürmektedir. Hal böyle iken işçi hakları söz konusu olunca sermaye sahipleri, ellerindeki medya gücü sayesinde işçi ve sendikaları devlete yönlendirmekte, kendilerine zerrece toz kondurmamaktadırlar.

Günümüz dünyasında sistemin bütün okulları, medyası, siyasi ve kültürel yapıları, vatandaşları bu çarkı korumaya, her bireyi bulunduğu konumdan memnun olması için ikna etmeye ayarlanmıştır.  Gelişmiş olarak sınıflanan ülkeler diğerlerine göre daha adil (ücretlendirme ve hak arama konularında) ve sınıflar arası geçirgenliğe ve görece sınıf atlamaya izin veriyormuş gibi görünürler. Ama üst sermaye sahipleri ve belirli örgütlenmeleri ifşa edecek gelişmeler olursa, geçişler net bir şekilde engellenir. Bunun böyle olmadığını göstermek için de geri kalmış ülkelerin yoksul aileleri, aşk hikayeleri, beklenmedik ilahi yardımlar ile avutulurken, gelişmiş ülkelerde sıfırdan başlamış ve zirveye tırmanmış iş adamlarının hikayeleri müthiş sinema filmleri ve çok satan kitaplarla idolleştirilir. Gerçekte en alt kesimden zirveye tırmanan kişiler, milyonda kaçtır? Bu göz kamaştırıcı hikayeler, yoksul halka umut vermekten ve oldukları durumdan memnun olmayanlara “önünüzde engel yok, sen de yapabilirsin” masalını anlatmaktan başka bir şey değildir.

Bu masallara inandırılan bireyler daha önceden topraklarını satarak taşındıkları şehirlerde, çoğu kirada, bir kısmı da evi olsa bile mevcut işinden başka iş yapamaz hale getirilmiş, kullandığı her şey belli ücrete tabi olduğundan geçimini sürdürmek için mevcut köleliğe razı olmak durumunda kalmışlardır.

İşverenler veya devlet, çalışanlara bulundukları şartları o kadar güzel gösterir ki, aile yardımı, çocuk yardımı, kira yardımı, düşük faizli kredi, bireysel emeklilik gibi bir grup düşük “yardımcıkları” devleştirerek toplumun beynine sokarlar. İşveren ve üst düzey bürokratların bir öğünde harcadıkları, çalışanların bir aylık, çocuk, aile ve kira yardımından daha fazla olduğu halde, bunu haber bültenlerinde günlerce tartışırlar, sonra da sendika şemsiyesi altında kazanılmış hak gibi göstererek kamuoyuna açıklarlar ki, işçilerin birikmiş öfkesi aylar veya yıllar boyu ötelensinler. Çalışanlar da aralarında bunu gündem yapıp günlerce tartışırlar, hesaplar yaparlar. Herhangi bir taksiti kapatabilecek olmanın huzurunu yaşarlar.

Ülkenin üniversitelerinde görevli memurları (öğretim görevlileri) televizyonlarda, verilen maaş ve mali yardımların yeterliliğinden ve ülkenin genel ekonomik durumunun gidişatından olumlu bahsederek, halkın memnun olmasını sağlama görevini yerine getirirler.    

****

Oysa bunca savaşa, yoksulluğa, kıtlığa ve göçlere rağmen ülkeleri yönetenler, demokrasi oyununun final seçim sahnesiyle başa gelenler değil, belli zengin ve aristokrat aileler ile onların uluslararası destekçileri ile bunlarla işbirliği halinde olan, uyuşturucu, insan ve silah ticareti yapan mafyatik yapılardır. Öyle ya, nasıl oluyor da Japon Yakuzası ile Rus oligarkları, Meksika uyuşturucu baronları ve Amerikan tröstleri ile petrol şeyhleri bir araya gelerek bu çarkı döndürüyorlar? “O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin…” (5) diye ayetle uyarılan Müslüman zenginler, inançsız Çinli zenginler, Katolik Latin Amerika veya Protestan Avrupa geleneğinden gelen Güney Amerikalı ve Avrupalı zenginler, ortak çıkarlarında neden suspus olup işlerini gerek nazikçe, gerekirse en acımasız bir şekilde devam ettiriyorlar?

Çünkü karşılarında organize bir güç yok. Tarihin çoğu döneminde ve günümüzde, paranın kurduğu ve yönettiği çıkar ilişkisi, diğer bağlardan hep daha güçlü olmuştur. İnsan yoksullaşıp ekmek derdine düşünce, diğer değerler anlamını kaybediyor. Bu sermaye sahipleri, bilime, medyaya, askeri güce ve devlet aygıtına sahip olduklarından, köleleri önce durumlarını kabul etmeye zorluyorlar, sonra daha da kötüye gitmekle korkutuyorlar. “Beterin beteri vardır” ve “gelen gideni aratır” gibi sözler ile gelenekleri, dini ve ahlak kurallarını kendi çıkarlarına göre sistematize ediyorlar. Sinema, diğer sanat dalları ve okullar ile ikna edemediklerini polisiye, askeri ve adli yöntemlerle hizaya getiriyorlar. (6) Ve bu çark devam edip gidiyor. (7)

Pekiyi bu ikinci çarkı kırmak mümkün mü? Yani güçlenince Leviathana dönüşmeden varlığını sürdürecek yeni yönetim sistemi, yüzyılların getirdiği aristokrat aileler ve büyük sermaye gruplarının çarkını kırabilir mi? Yani dünya ölçeğinde, adil bir düzen kurulur mu?

——————————–

(1) Bir süre önce otogarda yürürken, yanımdan gri iş elbiseli/üniformalı bir adam geçti. İlk bakışta belediye işçisi zannetmişken, arkasında bildiğimiz polis, bekçi üniformalarından tanıdığımız yazı tipi ile ve büyük harflerle yazılmış “TAŞIYICI” yazısını gördüm. Bu da ne? Sinema dünyasının zihnimize çaktığı, Jason Statham’ın canlandırdığı “Taşıyıcı” filmleri aklıma geldi aniden. O filmlerin kahramanı taşıyıcı tam olarak hamalı ifade etmeyip, kurye veya nakliyeci anlamına kullanılmış olsa bile bu gördüğüm adam, bildiğimiz HAMAL’dı. Sırtında semeri, elinde urganı olmasa da öyleydi. Görülen o ki, modern kapitalizm, hamala “Taşıyıcı” diyerek işi normalleştirip, kelimeyi cilalayarak, kişinin psikolojik olarak rahatlamasını sağlıyordu.

(2) Aristoteles, Devlet, Köleler ve Vatandaşlık, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/876312

(3) Bu alanlar, insan ticareti, çocuk işçiliği, çocuk askerler, zorunlu askerlik, zorunlu evlilik, fuhuş vb.

(4) Bu konuda best model yarışmalarındaki rezaletlerin uzun süre tartışıldığını unutmayalım.

(5) Kur’an-ı Kerim, Haşr Sûresi(59) 7. Ayet

(6) Hindistan’da yoksul bir Müslüman çocuğun, olağanüstü tesadüfler ile “Kim Milyoner Olmak İster?” yarışmasını kazanışını ele alan  “Milyoner” (Slumdog Millionaire) filmi, kapitalizmin az gelişmiş ülkelere umut dağıtmasını anlatan en iyi örnektir. (Bu konuda ayrı bir çalışmamız olduğundan detaya girmedik.) https://tr.wikipedia.org/wiki/Milyoner_(film)

(7) Bu yazı, başka bir yazımızla doğrudan bağlantılıdır. https://www.yorungedergi.com/2021/02/korku-toplumu/

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir