Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Mart 19, 2024

Zülfü Livaneli, Neden “Sultan Abdülhamid” Romanı Yazar?

Aslında cevap tek cümle: Biz küfrün varlığını hazmedebiliyoruz, onlar İslam’ın varlığını hazmedemiyorlar.

Normal olarak herkes her alanda, istediği konuyu yazabilir. Bunun değerini okuyucu takdir eder. Peki bu etik midir?

Zülfü Livaneli, Osmanlı padişahı Sultan II. Abdülhamid’in Selanik’te sürgünde olduğu günleri anlattığı “Kaplanın Sırtında” isimli bir roman yazmış. Kitap, Abdülhamid taraftarları ve muhalif çevrelerde tartışılmaya başladı. “Livaneli, Abdülhamid’i doğru mu anlattı, yanlış mı anlattı, Abdülhamit öyle biri olabilir miydi?” diye.

Kitabı okumadım, niyetim de yok, bu saatten sonra benim için Abdülhamid’den fazla malzeme çıkmaz. Bu kanaatim, yazarın röportajlarını izledikten sonra daha da kuvvetlendi.

Temas etmek istediğim esas konu ise mevcut Abdülhamid figürüne taraftar çevreler, meselenin özünü kaçırıyorlar.

Burada sorulması gereken soru, Zülfü Livaneli, başka bir padişah değil de neden Abdülhamid’in romanını yazdı? Niye bunun için beş yılını harcadı? Ve neden roman olarak yazdı? Çünkü “o bir sanatçı ve yazar, edebiyatçı; tarihçi değil ki!” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama işin aslı öyle değil. (1)

Livaneli bu kitap için yaptığı araştırmaları, bir tarihçi yöntemiyle kaleme alsaydı, kimse itibar etmezdi, çünkü tarihçi değil. Bu bir. İki; insan romanda /tiyatroda/ sinemada görmek istediği kişi üzerinde, istediği gibi oynayabilir. Okuyucu ya da izleyici “nasıl olsa bu gerçek değil, kurgu” dese de, zihinde kalan kurgulanmış kişidir, gerçek kişilik değil. Üç:  Romanda anlatmak istediği, padişahlık, sultanlık, iktidar, sultanlığın kutsallığı, Osmanlının batılılaşması görüşlerini güçlü ve tartışmalı bir padişah üzerinden anlatsın ki, daha çok ses getirsin. Bunları başka sürgün bir hanedan üyesi üzerinden de yapabilirdi ama o Abdülhamid’i seçti. (2) 

Muhteşem Yüzyıl’ın senaristi Meral Okay da ölmeden Abdülhamid senaryosu yazmak istemişti. Ömrü yetmedi. Allah’tan TRT iyi bir senaryo ile ellerindeki kozu almaya çalıştı. Fakat karşı cephe, ısrarla Abdülhamid’in TRT’de anlatılan, yahut muhafazakar çevrelerde anlatıldığı gibi savunuyor.

Şu an -kardeş katli vb. gibi birkaç tartışmalı konu olsa da- en ittifak edilen tarihi şahsiyet Fatih. Müslümanlar İstanbul’un fethiyle alakalı olduğunu kabul ettikleri hadis sebebiyle, diğer kesimler de İstanbul’u fethetmesi, bilim ve siyaset alanındaki başarılarından ön planda tutuyorlar. Çok yakında seküler çevrelerde yeni, yeni Fatih çalışmaları görürseniz şaşırmayın.    

Peki neden bu çalışmalar yapılıyor? Çok sevdiklerinden mi?  Sanat olsun diye mi? Sadece Osmanlı ile Cumhuriyet’i barıştırmak istediklerinden mi? (Tabii bu gerçekten isteniyor mu? Ayrıca araştırılmalıdır.)

Yoo… Tek dertleri halkın/Müslümanların kendi değerlerine sahip çıkıp, kendine güven kazanmasını ve Batı’ya rakip olabilecek hayat tarzını geliştirmesini önlemek.

Şu anda Türk solu ve Kemalist çevrelerin yaptığı arkeoloji, tarih yazarlığı, tarih konulu edebiyat ve sinema çalışmalarından maksat, günümüz çıkarlarına uygun olarak geçmişi yeniden kurgulamak. Böylece bilim ve sanat kalkanlarının arkasına saklanarak, hem rakibi zayıflatıyorsun, hem de taraftarlarının saflarını sıklaştırıyorsun.

Amerika yüz yıldır saydığım diğer alanlar ve Hollywood ile bunu yapıyor. Bugün dünya, tarihe Amerika’nın istediği gibi bakıyor. Kendi perspektifinden bakanlar dışlanıyor ve zaten ülkelerin, bu bakış açısıyla yetişen çocuklarını, ABD’nin bakış açısından arındırmak için savaş vermesi gerekiyor, veriyor ya da veremiyor.

Tekrar konunun başına dönersek, bizim yapmadığımızı yapıyorlar. Yani İslamcı çevrelerden, Deniz Gezmiş ya da Nazım Hikmet’in hayatının bir bölümünü anlatan bir roman yazarına rastlar mısınız? Normalde rastlamayız. Neden? Çünkü biz onların hayat tarzını kabul etmişizdir, yaşamaları, amaçları, işleri bellidir. Ve bizi ilgilendirmez. Biz buna tenezzül etmeyiz. “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize!” diyebilmişizdir.

Ama onlar diyemezler ve bir türlü kabullenemezler. İşte bu nedenle, “Muhteşem Süleyman”la, “Kaplanın Sırtında” ve daha çok sayıda çalışma ile bizim değerlerimiz üzerinden bizi vurmaya çalışırlar.

Biz bu konuda duruşumuzdan eminiz, emin olmalıyız.

Yalnız burada kendi eksikliğimizi de görmek lazım. Osmanlı veya diğer İslam ile alakalı konuları daha gerçekçi, hamasetten uzak bir anlayışla ele almaz isek, feci hayal kırıklıklarına uğrayabilir, oluşan güveni bir anda yıkabilir, yeni neslin bize, tarihe ve dine olan saygısını yitirebiliriz.

Hülasa, kendimizi daha canla başla, daha yeni usullerle, daha samimi ve değerlerimizden taviz vermeden ifade etmeli ve savunmalıyız ki, bu tür münasebetsiz girişimler akim kalsın ve düşünce dünyamızda lüzumsuz tahribata neden olmasın.    
————————————————- 

1-Zülfü Livaneli kendisi de tarihi roman ile tarih kitabı arasındaki farkı anlatıyor. Livaneli daha önce yazdığı Engereğin Gözü kitabıyla da aynı şeyi yapmaya çalıştığını söylüyor. O kitapta da, bir haremağası ile Padişah arasındaki köle-efendi ilişkisi anlatılmış.

Dikkat edelim düşman size en zayıf noktanızdan saldırır.

ArtıTv röportajı: https://www.youtube.com/watch?v=XeudKxQQ9q0

Halk Tv röportajı:  https://www.youtube.com/watch?v=fU2eRTeDBng

Livaneli kitapla ilgili bu röportajlarında genel olarak, “Abdülhamid’in tahtı kaybetmesinin (taht burada kaplan olarak isimlendirilmiş) ardından yaşadıklarını ve taht, iktidar, kutsallık, yöneticilerin korkularından” bahsettiğini söylüyor. Temellendirilmeye çalışılan konulardan biri, “Osmanlı padişahları, aslında iddia edildiği gibi dindar değil, zamanına göre oldukça batılı hayat tarzlarını benimsemiş kişilerdir” diğeri ise “Cumhuriyet döneminin devam eden tarih çizgisini kesintiye uğratmadığı tezi.”

Livaneli “Mevcut iktidar, devam eden tarih çizgisinde, Cumhuriyet dönemini sonradan sökülüp atılacak yüz yıllık bir parantez olarak görülüyor ama esas parantez AKP iktidarının olduğu yirmi yıllık parantezdir” diyor. Bunu delillendirmek için de yurt dışına çıkan hanedanın hepsinin Avrupa’yı tercih ettiğini, Müslüman ülkeleri tercih etmediklerini, batı dilleri bildiklerini, sarayda batılı bir hayat tarzı sürdürdüklerini söylüyor. Yani kitap ile Osmanlı ve Cumhuriyet normal seyrinde, esas AKP dönemi anormal bir dönem tezini temellendiriyor, tahkim ediyor.

Livaneli, ayrıca üzüldüğü! esas meselenin, “iktidarın Osmanlı – Cumhuriyet ayrımına seküler kesimin de evet demesi” olduğunu, Osmanlının, iktidarın tarif ettiği gibi olmadığını ve bunu herkese ulaştırmak gerektiğini ifade ediyor. Bu nedenle kitabının bir an önce batı dillerine çevrilerek, Batı’da da böyle anlaşılması gerektiğinin altını çiziyor.

2- Zülfü Livaneli Halk Tv röportajında da açıkça söylediği gibi, Abdülhamid’i bilerek seçmiştir:  “Abdülhamid hakikaten karikatürleştirilmiş. Hem taraftarları hem karşıtları tarafından. Ve çok az kişi –tabii ki çok değerli insanlar var en iyi ayrıntılarına kadar bilen, tarihçiler, araştırmalar yüzlerce belki binlerce kitap yazılmış hakkında, yalnız Türkiye’de değil dünyada da- ama genel geçer şeylere baktığınız zaman bilinmiyor. Kat’iyyen bilinmiyor.” Diyor ve sonra bununla ilgili yanlış örnekleri sıralıyor. Sonra bu popüler örnekten kendi tezlerini doğrulamaya çalışıyor.

EK BİLGİ- Konu dışı olmasına rağmen aktarayım. Daha önce UNESCO iyi niyet elçisi olarak görev yapmış olan Zülfü Livane’linin, 2009’da UNESCO Genel Direktörü adaylığı sürecinde, Abdulah Gül ve Ahmet Davudoğlu’nun tutumunu Artı Tv röportajından öğrenebilirsiniz.  Livaneli orada bir UNESCO teamülünden bahsediyor ve İslam ülkelerinden biri olarak kendisinin UNESCO tarafından aday gösterildiğini söylüyor. Teamül şu, UNESCO’da başkan seçilirken bir Uzak Doğu, bir Afrika ülkesi ve İslam ülkesinden olmasına dikkat ediliyormuş. Dikkat edelim, BM bu tutumuyla bir taraftan “bakın biz size değer veriyoruz” imajı veriyor, diğer taraftan da kendi normlarını bu ülke bireyleri tarafından dünyaya kabul ettiriyor. Ancak o kadar bu ülke halklarına güvenmiyor ki adaylarını dahi kendi belirliyor. Bu süreci Genel Sekreterlik seçimi de dahil olmak üzere bütün BM yönetici seçimlerinde görebilirsiniz.

Daha Fazla

1 Yorum

  • Abdulhamit
    Abdulhamit

    Livaneli nin; İttihatçılığı, Enver i Eleştirmesi olumlu. (İlgili roportajlarında ifade etti)
    Batıyı Kutsaması Olumsuz. (Hocaların hocası Hayreddin Karaman dahi Fetö vaazlarının Beyin Yıkama Resetleme SEANSLARI olduğunu anlamadığına göre) Livanelinin İslamı Yaşama Tecrübesi olmaması hasebiyle İslamı ve Batıyı hakkıyla anlamaması…
    Bizimkilerin Atatürk ü, İngiliz Projesi Rıza Nur(İngiliz Mutfak Şefi) ve Son Sunucu Kadir Mısıroğlundan Yegane Düşman bellemeleri de Yanlış.
    Atatürk ü engelleyen de Suçlayan yapan da İngiliz Aklı

    Aynısını güncel olarak yapıyor.
    Erdoğan ı BOP a Mecbur eden de
    Erdoğanı BOP çu diye Hedefe Koyan da aynı.
    Tüm zamanlarda bu Taktik iş görüyor

    Hz. Osman ı şehit eden ile Hz Ali yi Suçlayan…

    M. Yazıcıoğlunu şehit edenle

    Erdoğan Yaptı diyen Aynı odak.

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir