Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

İslam Umera Merkezli Değil, Ulema Merkezli Bir Tarihsel Yürüyüştür

Yer yer umeranın baskın oluşu meseleyi değiştirmez. Ben bunu şuradan çıkarıyorum: Mervan b. Hakem, zamanında, okuduğu hutbeler dinlensin diye bayram namazlarında hutbeyi namazdan önceye almak ister. Ancak toplumda eleştiri ile karşılaşır. O zamanda bu ne kadar uygulandı bilinmez ama günümüze gelene baktığımızda Mervan’ın yapmak istediği tutmamıştır. Yine bazı emevi yöneticileri saygın bazı sahabilere kötülük yapmayı bir devlet politikası haline getirmiştir. Ancak o politikalar hiçbir zaman tutmamış, ümmetin gönlünde o sahabiler sevgi tahtını kurmuşlardır. Yine bazı Abbasi yöneticileri zorla bazı inançları devlet gücüyle kabul ettirmek istemiş, ancak nihayetinde o baskılar tutmamıştır. Bunlar, şu anlama gelir: Ulemadan icazet almayan hiçbir uygulama geçerli olamıyor. İşte ulemânın merkezi rolü burada ortaya çıkıyor. Bazı alimler siyaset tarafından kullanılsa bile akl-i selim galip geliyor, siyaseti meşrulaştırıcı fetvalar eleştiri konusu olabiliyor. Siyasetin baskısı kısa bir müddet devam etse bile sonuçta akamete uğruyor, kabul gören ulemânın düşüncesi oluyor. Bu da yine ulemânın gücünü ortaya koyuyor. Demek ki, İslam tarihinde uygulamaların meşruiyeti ilimden ve ulemadan geçiyor. Bu ise umera’nın yani devletin üstünde başka bir hakim gücün olduğunu gösteriyor. Hakim güç olan ulema da meşruiyetini şeriatten, şeriata tâbi olmaktan alıyor.

Batı tarihinde bu böyle olmuyor. Orta çağlarda meşruiyet kaynağı kilisedir. Sonrasında ise meşruiyet kaynağı bir canavar şeklini alan “devlet”tir. Devlet hakim güçtür, belirleyici bir zorbalıktır. Devlet de belli aşamalardan geçiyor ve ona demokratik bir süs kazandırılıyor. Böylece insanların sisteme katılımı sağlanıyor; insan hakları ve hukukun üstünlüğü önemli hale geliyor. Ancak bütün bunlar devletin belirleyiciliği kapsamında gerçekleşiyor. Hukukun üstünlüğü derken hukukun devletin üstünde olduğu kesinlikle anlaşılmıyor. Hukuk muhakkak devletin altında, devletin belirlediği bir alan olarak ortaya çıkıyor. Zira bu modern devlet anlayışında her şeyin sınırını çizen, meşruiyetini belirleyen devlet oluyor. Tabiri caizse herşeye karışan şeriat anlayışından, herşeye karışan devlet anlayışına ulaşılıyor. Şeriatın her şeye karışması ümera ve siyasetin sınırsız gücünü kısıtlamak anlamına geliyor. Çünkü şeriat devletin üstünde ondan bağımsız bir alandır. Ancak modern anlamda hukuk ne kadar etkin olursa olsun devletin altında, devletin belirlediği bir alandır. Devleti de belirleyen kapitalist sistem, artı medya düzeni ve benzeri etkin, etkili ve baskın sınıflardır. Geleneksel devlet anlayışında şeriatın kestiği parmak acımaz. Modern devlet anlayışında geciken adalet adalet değildir, yani adalet hep gecikir ve devlet her şeye burnunu sokar.

Sonuç olarak denilebilir ki İslam tarihinde devleti de hukuku da belirleyen, yönlendiren ilimdir. Burada kastedilen, ilmin siyasete karışması değildir, siyaseti yönlendirmesidir. İslam’ın bu tarihsel yürüyüşünü bugün de hakim kılmak durumundayız.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir