Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

Savaş Baltaları Çıktı…

Pazartesi gecesi Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’dan ayrılıp bağımsızlık ilan ettiğini açıklayan iki sözde halk cumhuriyetinin bağımsızlığını tanıması haftalardır devam eden gerginliği bir sonuca bağlamış oldu.

Dünya ülkelerinin farklı denklemlerde de olsa birçok sorusu var. Medyada ise karşımıza ya özensiz tercümeler ya da taraflı yorumcular çıkıyor. Herkes vaziyet almak için kendi cenahından gelecek açıklamayı bekliyor. Rus askerleri Donetsk ve Luhansk’a girerken hala işgale uğrayan Ukrayna’yı suçlayan yorumlar yapılıyor. Ukrayna’nın NATO’ya üye olmak istemesini sebep gösterip Rusya’nın haksız bir şekilde kışkırtıldığını iddia eden yorumlar bile duydu bu kulaklar. Rusya’nın güvenlik kaygılarını merkeze oturtan analizler gördü bu gözler.  ‘Size ne Rusya’nın güvenliğinden’ diye soran da olmadı.  Bendeniz de bu konuyla ilgili müteaddit defalar yazdım. Yörünge ve M5 dergilerinde kapsamlı açıklamalar neşrettim. Birkaç aydır Ukrayna özelinde yazılar yazmam da olayların seyrinin gidişini görmek ve bölgeyle ilgili uzun yıllardır çalışma yürütmem elbette etkili nedendi. Okuyucularım ve sosyal medyadan gelen ‘Yine mi Ukrayna’yı yazdın’ sitemleri, bugünlerde ‘Ukrayna’da neler oluyor, bu işin sonu nereye gider’ sorularına evrildi. Editörümün de, Ukrayna ve Rusya gerginliğinin bölgeyi götüreceği nihai noktaya, dünya ülkeleri ve ülkemiz açısından kapsamlı bir yorum-analiz yazısı yazmam konusundaki ısrarıyla üzerinde titiz çalışılmış bu yazıyı neşretme kaygısına büründüm.

Biraz uzunca olan bu yazı, Ukrayna-Rusya geriliminin geldiği nokta, olayları buraya taşıyan sebep sonuç ilişkileri, aslında dünyanın bir anda kucağında bulduğu bu olayın planlanmış yıllar barındırdığı ve ülkemizin alacağı vaziyet ile ilgili oldukça kapsamlı ve her yerde göremeyeceğiniz bir analiz barındırmakta.

Dediğim gibi uzun yıllar bölgede kalmış ve çalışma yürütmüş biri olarak ‘Emperyalist Batı, ‘Post Sovyet’ klişelerine, denklem denge analizine girmeden doğrudan gerçeği ve olan biteni sizlere aktaracağım.

Rusya’nın, merkez bankası rezervlerini son yıllarda artırması manevrasını planladığını gözler önüne seriyor…

Rusya tarafından Ukrayna sınırlarında iki aydır devam eden askeri yığınak, nihayetinde Donbass bölgesinin (bir kısmının en azından) Ukrayna’dan koparılması, aslında Ukrayna’nın NATO’ya üye olmak istemesinin haklı gerekçesini çok net açıklıyor. Yakınınızda varlık sebebinize göz dikmiş, sizi yok etmek için bekleyen böyle büyük bir askeri güç varsa tabi ki bir ittifakta yer alıp kendinizi korumak istersiniz. Çünkü Rusya’nın Ukrayna üzerindeki emelleri bu günkü kadar açık ifade edilmese de konuyu yakinen takip edenler için zaten bilinmekteydi. Son dört yılda Rus Merkez Bankasının döviz ve altın rezervlerini 400 milyar dolardan rekor bir seviye olan 640 milyar dolara neden çıkardığını birazcık düşündüğünüzde Rusya’nın bu manevrasını uzun yıllardır planladığını ve karşılığında maruz kalacağı Batı’nın yaptırımlarına karşı kendisini, özellikle Rus ekonomisinin ilk şoku karşılaması adına ne denli hazırladığını görebilmekteyiz.

Minsk protokolü

Diğer yandan Rusya’nın savı da mevcut durumu açıklamak için çok yetersiz. NATO daha fazla genişlemesin sınırımıza dayandı. NATO ile komşu olmak istemiyoruz, bunun için Ukrayna’yı işgal edip aradaki tampon bölgeyi de alarak NATO ile olan sınırımızı artıralım! Rusya’nın NATO ile sınırı sadece Letonya ve Estonya ile birkaç yüz kilometre (rusya’nın yoplam sınırının yüzde biri kadar). Ancak öyle bir yaygara koparılıyor ki, sanki NATO dört taraftan Rusya’yı çevreledi.  Kimsenin dikkat çekmediği bir soruyu da soralım; Bugün Rusya’nın ayrılıkçı Donetsk ve Luhansk sözde halk cumhuriyetlerini tanımak için sınıra 200 bin asker yığmasına gerek var mıydı?  Putin Pazartesi günü canlı yayında herkesi sözlüye kalkan öğrenci gibi tek tek kaldırıp sorumluluğu paylaştığı tiyatroyu gayet tabi çok önceden de yapabilirdi. Minsk protokolünü, herhangi bir toplantısından sonra geçersiz sayıp Donetsk ve Luhansk sözde halk cumhuriyetlerini tanıyıp orada bulunan askeri varlığını resmileştirir hatta takviye edebilirdi. Bu durumda da Ukrayna kuvvetle muhtemelen benzer bir açıklama yapar ‘savaşmak istemiyoruz’ derdi.  Dünya kamuoyunda daha az şeytanlaşır, daha hafif yaptırımlara maruz kalırdı. Neden yapmadı?

Rusya destekli ayrılıkçı grupların ilan ettiği sözde cumhuriyetlerle Ukrayna ordusu uzun süre zaten bir savaş halindeydi. Sonra Minsk’te bir araya gelen taraflar o zamanın şartlarında bir ateşkes anlaşması imzaladılar. İşte o belge bugün sıklıkla duyduğumuz ‘Minsk Protokolü’dür.  Protokolün imzalanmasından bu yana Ukrayna ordusu bölgesinin neredeyse yüzde 65’ini geri aldı. O yüzden Rusya bu sözde cumhuriyetleri tanırken mevcut sınırlarıyla tanıdı ancak bizzat Putin basın toplantısında Bu iki sözde devletin anayasalarını da tanıdığını deklare etti bu durumda Ukrayna ordusu burada işgalci konumunda kalıyor. Ayrıca Minsk Protokolü’nün de artık geçersiz olduğunu söyledi. Diğer bir açıdan da Minsk Protokolü’nden zaten Ukrayna da rahatsızdı ve artık geçersiz olduğunu devlet başkanı seviyesinde son bir ayda defalarca tekrarladılar. Zira Minsk Protokolü’nün imzalandığı tarihteki sınırlar günümüzde Ukrayna lehine çok değişmişti. Bu tanıma durumu malumun ilanı oldu ancak zannedildiği gibi Rusya açısından bir kazanç değil. Rusya için Minsk Protokolü’nde ısrar etmek ve Ukrayna’yı 2 devletli bir konfederasyon yapısına itmek, bu yolla yönetimde söz sahibi olabilmek bence daha öncelikli bir hedefti. Böylece ekonomik olarak Donbass sözde halk cumhuriyetleri ayakta kalabilir ve dünya kamuoyunda da tanınmış olurdu.  Mevcut durumda dünyadan izole tek ticari bağlantısı Rusya ile olan sorunlu Donbass bölgesi Rus ekonomisine ekstra bir yük olacak ve bunları tanımış olmanın getirdiği ekonomik yükler (yaptırım vs) de faturaya eklenecek.

Putin, iç siyasete oynuyor…

Putin’in bu iki sözde devleti tanıma kartı hep cebindeydi ancak en doğru zamanı ve şartları bekliyordu. İnanın bu şartlarda olacağını kendi de hayal etmemiştir. Rusya bu adımı atmak zorunda bırakıldı. Büyük bir askeri harekât yapacak, Ukrayna’yı haritadan silecek güçte bir kuvvetle gelip yüzde 65’i kaybedilmiş toplam 4 milyonluk iki toksik devletin bağımsızlığını tanımak biraz zayıf bir sonuç olduğu için de o çok konuşulan açıklamayı yaptı. Gereğinden fazla ciddiye alındığını düşündüğüm o konuşmanın hedef kitlesi Rus halkıydı. Daha da fakirleşecek halka fakirlik için bir neden vermiş oldu. Putin açısından büyük bir başarısızlıkla sonuçlanan bu girişimi halka zafer kazanmış gibi anlatabilmek için o sert konuşmayı yaptı. İçerisinde Türkiye’ye göndermeler de bulunmasına rağmen ben yorumlamaya değer görmüyorum.

Putin en büyük kartını oynadı ve artık beklemede… Buradan kazanacağı en büyük zafer Batı’yı pazarlık masasına çekebilmek olur (dün ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un görüşme talebini reddetti). Rusya açısından Donbass’ta zaten Rus askeri vardı bu resmileşmiş oldu.  De facto kurulmuş iki devlet vardı bu resmileşmiş oldu. Putin kendi halkının desteğini kısa süreliğine sağlamış oldu. Kararı canlı yayında ortak alarak müşterek sorumluluk hali oluşturdu. Bu saatten sonra kısa süre daha bu agresifliğini sürdürüp Batı’yı yeni bir anlaşma masasına çekmekten başka bir hedefi kalmadı. Bunu başaramazsa 200 bin askeri kapıda beklerken, tüm talepleri reddedilmişken, kırılan gururunu zayıf diplomatik bir hamle ile onarmaya çalışıyorken bunu dahi başaramazsa savaşmak zorunda kalır ve kendi sonunu getirir. Burada belirleyici batının tavrı olur. Batı da zaten Rusya’yı savaşa çekebilmek için elinden geleni yapıyor.

ABD, Rusya’yı konvansiyonel savaşa çekmeye çalıştı…

Neden Rusya’nın Ukrayna’yı tamamen işgal etmek konusunda tereddütleri var? Bir önceki yazımızda bir kısmını açıklamaya çalışmıştık. Öncelikle Ukrayna halkına kendini kabul ettiremez. Yıllardır paramiliter örgütlerle hibrit savaş yapan Rusya, kendi silahıyla vurulur. Ukrayna’yı tutabilmek için harcayacağı enerji diğer çatışma bölgelerinde taviz vermesine sebep olur. Öncelikle arktik bölgede sonra Suriye, Libya, Afrika, Akdeniz ve hatta Japonya’da Kuril adalarında bile kaybetmesine sebep olur. Zira Baltık filosunu Karadeniz’e çekti bile şimdiden. Ardından kontrol ettiği coğrafya ve kendi topraklarında etkisini kaybeder. Ukrayna’yı işgal etmek Kırım’da yerel yöneticilerle anlaşıp kargaşa, ayaklanma çıkarmakla aynı ölçekte değildir. Yorar ve güç kaybettirir.  Mevcut ittifaklarından bile emin olamaz zayıflamış bir Rusya enerji ihtiyacı olan Çin için de hedeftir.  Ve en önemlisi de tüm dünyadan izole olur. Halkların da bu denklemde olduğunu hesap edersek sırf Kiev de Rus bayrağı dalgalanması için Rus halkı da bu durumu kabul etmez. Ayrıca Ukrayna ile akrabalık ilişkileri bulunan bir çok Rus vatandaşı da var. Kısa süre sonra arkasındaki halk desteğini de kaybeder. Bugün sesi cılız çıkan muhalefet güçlenir ve Putin’in akıbeti tartışmalı olur. Muhtemelen kendi sonunu getirir. İngiltere ve ABD’nin sürekli kışkırtması Putin’in niyet ettiği işgal daha başlamadan dünya kamuoyunda işgalci konumuna düşürmek ve kışkırtıp bir konvansiyonel savaşa çekebilmek sebebiyledir.

Gürcistan’da işe yarayan Gerasimov Doktrini Ukrayna’da çuvalladı…

Rusya açısından ahval böyle iken Ukrayna sınırına neden bu kadar büyük bir yığınak yaptı? Şu an Rusya Federasyonunun Genelkurmay Başkanı olan Valeri Gerasimov’un oluşturduğu doktrin sebebiyle. Daha önce Gürcistan’da Kırım’da başarılı olmuş bir yöntemi tekrar denemek istedi ancak bu kez tam anlamıyla bu doktrin çalışmadı. Rusya’nın hesabı Batı’nın Ukrayna’ya saldırmaktan vazgeçirmek için taviz vereceği üzerineydi. Bu yöntemle kazandığı tavizler Ukrayna’da bir devrimi ateşleyecek doktrinine bağlı kalarak yönetimi değiştirecekti ancak Batı’nın davetkâr tavrı ve taviz vermek bir yana Gürcistan’da, Moldova’da Rusya’dan taviz istemesi planı bozdu. Batı, ‘bizim savaşımız değil buyur işgal et, ancak sonuçlarına katlanırsın’ dedi.  Hatta diplomatik personelini Kiev’den çekti. İşgal için tarih verdi. Bu noktada Rusya frene basmak zorunda kaldı. Çünkü Gerasimov Doktrininin çıkış noktası yok.  İlerleyemiyorsa doktrin çalışmıyor. Pedal çevirmezseniz düşersiniz. Kiev’e paramiliter gruplar gönderip kargaşa çıkarmak arkasından bir işgalle desteklenmeyecekse kayıp olur. (Bence tam bu nokta artık hibrit savaş formatının da dünya literatüründen kalktığı noktadır). Karar vermesi gereken noktada Rusya ‘biz zaten tatbikat yapıyorduk, işgal nerden çıktı, bak askerlerimizi de çekiyoruz’ dedi. Batı işgal olacağına dair ısrarını sürdürdükçe, yeni işgal tarihleri açıkladıkça da ne işgale yeltenebildi ne de geri çekilebildi. Yapabileceği en zayıf hamleyi yaptı ve zevahiri kurtarmaya çalıştı. Bu saatten sonra Rusya Ukrayna’yı tamamen işgal etse bile artık kaybettiği tescillenmiştir.

NATO ve Baltık ülkeleri silah almak için ABD’nin kapısında sıraya girecek…

ABD ve NATO açısından mevcut durum karlı bir sonuç oldu. Bundan birkaç yıl önce ‘NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti’ diyen Macron, bugün NATO ile Rusya arasında mekik dokuyor. ‘Artık Rusya tehdidi ortadan kalktı. Avrupa ordusu kurup NATO ve ABD hegemonyasından kurtulalım’ diyen Avrupa devletleri, Ukrayna krizinden çıkardıkları dersle NATO’ya kurulduğu günden beri en sadık oldukları dönemdeler. Rusya NATO’ya varlık sebebini tekrar hatırlattı. Ayrıca gerçekten Rusya’nın yayılmacı politikasının bu denli gün yüzüne çıkması, özellikle SSCB’ den ayrılmış olan NATO üyesi ülkeler ve Baltık ülkelerinin savunma reflekslerinde artış gösterecek ve şüphesiz ki ordularını son teknoloji silah sistemleriyle teçhiz etmek için ABD’nin kapısında sıraya gireceklerdir. Donald Trump’ın sürekli şikâyet ettiği bir konu olan, Avrupa devletlerinin milli gelirlerinden savunmaya aktardıkları payın çok düşük olması durumu ortadan kalkacaktır. Dün Biden’ın merakla beklenen konuşmasında belirttiği gibi hassas bölgedeki Polonya, Litvanya, Letonya ve Estonya’ya ABD askerleri ve yüksek hazırlıkta karma NATO birlikleri konuşlanacak ve sayıları zamanla da artacaktır.

Ukrayna konusunda tüm dünyada baş döndürücü bir uluslararası trafik yaşanıyor…

Almanya’nın Merkel döneminde Trump’ın o denli baskısı ve ısrarına, tüm politik nezaketsizliklerine rağmen, zaten Rusya’ya olan mevcut enerji bağımlılığını daha da artıracak olan ‘Kuzey Akım 2’ projesinden vazgeçmemesi; ancak bu kriz sonrası bir anda çiçeği burnunda şansölye Olaf Scholz’un artık baskıya dayanamayarak bahse konu projeyi askıya alması, hemen akabinde ambargolardan dolayı ekonomik olarak büyük sıkıntıda olan İran’dan gelen “Avrupa’nın ihtiyaç duyacağı gazı Türkiye üzerinden biz sağlayabiliriz” açıklaması,  son on yıllık süreçte Ukrayna’nın topraklarının %5’ine karşılık gelen 3 milyon hektarlık alanı (Belçika kadar bir alan) tarım yapmak için kiralayan Çin’in, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü destekleyici bir açıklama yapması nasıl bir baş döndürücü bir uluslararası trafik yaşandığının ve yaşayacağımızın göstergesidir.

Uzun vadede ABD, Ukrayna topraklarında faaliyet gösterecektir…

Tüm bunlara rağmen NATO’nun Ukrayna konusunda uzun vadede geri adım atacağını düşünüyorum. Ukrayna üzerinde ana aktör artık ABD olacak. Hem gıda sektöründe pandemi nedeniyle artan talep hem de Rusya’ya yeni bir problem sahası yaratmak için uygun bir lokasyon olması ABD’nin ilgisini cezp etti ve bundan sonra Ukrayna’da daha çok varlık gösterecektir. Ancak ne tamamen Rus tehdidini ortadan kaldıracak ne de büyük tavizler verecek. Rusya’yı bölgede tutup zayıflatacak bir formülle hareket edecektir.

Karadeniz’in anahtarını elinde tutan Türkiye’nin kapısı çalınacak…

Türkiye zaten bu senaryoda tarafını seçmiş durumda. Sayın Cumhurbaşkanının Arnavutluk ziyareti sonrası yaptığı açıklamalar o günden sonrası için yol haritamızı çizdi. Burada önemli ve kritik olan; NATO Karadeniz’de varlığını artırmak isteyecektir ve Rusya ile bu savaşı Karadenizde vermek isteyecektir. Kapalı kapılar ardında sürekli bu konuda planlar yapıldığını düşünüyorum. Bu yüzden Karadeniz’in anahtarları elinde olan, en uzun kıyı hattına sahip, NATO’nun en büyük ikinci ve ABD hariç savaş tecrübesi olan tek orduya sahip Türkiye’nin kapısı çalınacak. Montrö Boğazlar Sözleşmesi önümüzdeki günlerde yoğun bir şekilde gündem olacaktır.  Kendisine hak etmediği halde CAATSA yaptırımları uygulanan, en başından beri proje ortağı olduğu F-35 projesinden çıkarılan ve askeri alımlarda karşısına örtülü veya örtüsüz birçok başka engeller çıkarılan Türkiye’ye karşı Batı’nın yaklaşımında çok hızlı bir yumuşama hatta U dönüşü izleyeceğiz. Sırtımız sıvazlanarak “sen aslansın, kaplansın” edebiyatının yapılacağı günlerin çok yakın olduğunu görüyorum.

Türkiye, tedbirini aldı…

Tüm olan bitenin tabi ki küresel ölçekte ekonomik yansımaları olacaktır. Biden’ın Putin’inkine kıyasla çok kısa olan on dakikalık konuşmasında kendi halkına seslenerek, alınan yaptırım kararlarının ve devam edecek olan gerginliğin, petrol ve enerji fiyatlarını artırabileceğini açık sözlülükle anlatarak yine de bunun olmaması için çalışacaklarını ama özgürlüğü savunmanın da bir maliyeti olacağını söylemesi; özellikle ülkemiz ekonomisi açısından beni gerçekten endişelendirdi. Zira özellikle enerji ithalatçısı bir konumda olan ekonomimiz enerji fiyat artışlarına fazlasıyla hassastır. Örnek verecek olursak ham petrol varil fiyatlarındaki her 10 dolarlık artış, cari açığımızı 4 milyar dolar büyütmektedir. Pandeminin ve kapanmaların en yoğun olduğu dönemde 20 dolarlarda gezinen petrol varil fiyatı, son günlerde Ukrayna krizinin derinleşmesiyle 100 dolar sınırına gelmiştir. Tabi ki devletimiz de bu riski mutlaka öngörmüş ve gerekli tedbirleri almıştır.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir