Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

Aklın Bulanıklığı Üzerine

Gözle bir mukayese yapalım. Öncelikle ifade edelim ki, gören ruhtur, göz değil. Tamamen maddi yapıdan oluşan gözün görme olayını gerçekleştirmesi mümkün gözükmüyor. Görme eylemi, içinde bilinci barındıran bir eylemdir. Gözün bilinçle alakası yoktur. Hayvanın da gözü var, ama insanın gördüğü gibi göremiyor. Tabii gözün her görme eylemi “görmek” değildir. İnsanın gözü vardır ama kördür; kulağı vardır ama sağırdır. Olabilir mi? Olabilir. Zira görülmesi gerekeni görmemek işitilmesi gerekeni duymamak gözün bilinçli hareket etmediği ve bulanıklaştığı anlamına gelir. Evet, göz sadece ruhun görme olayını gerçekleştirmesi için bir sebeptir. Göz bulanık görürse sebepte bozukluk ortaya çıktı demektir. Bu durumda uygun bir gözlük takar, gözdeki görme sorununu gideriz. Göz maddi olduğu için gözdeki bozukluğu gideren gözlük de maddidir.

Şimdi gelelim akla. Düşünen ruhtur, akıl değil. Akıl düşünmenin aracıdır. Akıl da, ruh da soyuttur. Ruhun soyutluğu akla göre fersah fersah ileridedir. Aklın soyutluğu maddenin içinde, madde ile sınırlı gerçekleşir. Ruhun soyutluğu ise maddeden bağımsız, ama madde ile irtibatlı bir soyutluluktur. Ruh gayptandır. Denilebilir ki, akıl soyuttur ama manevi/ruhani değildir.

Göz örneğinde olduğu gibi maddede, manaya ve gayba açılan bir kapı yoktur. Ancak akılda manaya ve gayba açılan bir kapı vardır. Akıl mana ve madde arasında orta bir yerdedir. Bir taraftan akıl soyutlama yoluyla eşyayı maddi boyutundan çıkarır. Diğer taraftan akıl asla eşyanın maddi boyutundan dışarı çıkamaz. Zira beş duyuya bağımlı olarak hareket eder ve beş duyu üzerine bina edilmiş her şey Yine o beş duyunun kendisi gibi mahsusattan bir parçadır. Yine akıl ruhun düşünme eylemini gerçekleştirmesi için bir sebeptir. Akıl bulanıklaşırsa (perdelenirse) düşünme eylemini tam anlamıyla gerçekleştiremiyor demektir. Aklın net görebilmesi için ne yapılması gerekiyor? Gözlük gibi maddi bir şey aklın bulanıklığını giderebilir mi? Elbette aklın bulanıklığı maddi bir şeyle giderilemez. Çünkü akıl maddi bir şey değildir. Bununla birlikte aklın maddeye düşkünlüğü, maddeye mahkumiyete ve akıl tutulmasına dönüşebilir. İşte bu aklın bulanıklaşmasıdır.

Aslında aklın, üzerinde düşündüğü üç alan vardır:

  1. Akıl, maddeyi düşünür; yiyecek-giyecek üretir; ev-araba yapar. Oysa hayvan da bunları basit düzeyde de olsa gerçekleştiriyor. Buna “hayvan aklı” diyelim. Akıl sadece bunları düşünürse bulanıklaşır. Aslı vazifesini perdelemiş olur.
  2. Akıl, soyutlar, soyut olanı düşünür; felsefe yapar, bilim üretir, tartışır, sonuçlar çıkarır. Buna da “zihnin aklı” diyelim. Aklın temel vazifesi bu mudur? Aklın önemli vazifelerinden biri budur, ama aklı bu vazife ile sınırlamak doğru mudur?
  3. Akıl, inanır, güvenir, bağlanır, anlam verir, hisseder, sever, arzu eder. Bu akla da “kalbin aklı” diyelim. Bu akıl türü felsefeyi de bilimi de aşar. Peki akıl kime inanacak, güvenecek, bağlanacak ve nasıl anlam verecektir? Kendisi gibi olana mı, kendisini aşana mi? İki insanı bile bir araya getirseniz kendi akıllarını beğenirler, dolayısıyla kendilerine inanıp kendilerine bağlanmış olurlar. Kendisi gibi olana bağlanan akıl, bulanıklaşır. Bu noktada bulanıklığı aşmanın yolu üst bir akıl seviyesine çıkabilmektir. Hayvan aklını, zihnin aklı; zihnin aklını da kalbin aklı seviyesine çıkarmak gerekir. Hayvan aklıyla zihnin aklını sorgulamak ve yargılamak saçma olduğu gibi zihnin aklıyla da kalbin aklını sorgulamak ve yargılamak saçma olur.

Üst akıl, kalbin aklıdır, onun da kaynağı vahiydir, Allah’ın yaratılışa kodladığı değerlerdir. Aklın, üst/temel değerleri üretmesi mümkün değildir. Akıl bu değerleri hazır bulur. Bir yerde insan varsa o yerde değerler de muhakkak vardır. İşte akıl bu değerlere bağlanırsa bulanıklığı gidermiş olur. Hatta akıl bu temel değerlere bağlandıktan sonra ikincil değerleri üretmeye de bir kapı aralamış olur. O zaman denilebilir ki, akıl üst/temel değerleri üretemez, ancak bu değerlere bağlı olarak ikincil düzeydeki değerleri üretebilir.

Bu akıl türleri birbirine zıt değildir, sadece birbirlerini tamamlarlar. Üçüncü akıl türü hepsini kapsar, hepsinin dayanağı, sığınağı, kaynağı ve ilham vericisidir. Ancak birinci akıl türünde takılıp kalınırsa oldukça eksik bir durum ortaya çıkar.
Evet, birinci akıl türü ile dünyamızı imar ederiz.
İkinci akıl türüyle dünyamızı nasıl imar edeceğimizi düşünür, tartışır, bir sonuca varırız.
Üçüncü akıl türü ile dünyamızı nasıl imar edeceğimize bir çerçeve, bir paradigma, bir zihniyet, bir bakış açısı, bir yaklaşım tarzı belirlemiş oluruz. İşte burada paradigma veya medeniyetler gündeme gelmektedir. Örneğin batılı paradigma sekülerdir. Zihnin aklı üzerine kuruludur. Batılı medeniyet maddi medeniyettir. Bu şu demektir: Batılı medeniyet aklın soyutlama aşamasını geçememiştir. Bir üst mertebeye yükselememiştir. Onun için bakışı her zaman eksik kalacaktır.
O zaman demek ki, en önemli husus dünyayı imar noktasında maddeyi de soyutluluğu da aşan manevi bir paradigmaya, bir dünya görüşüne ihtiyacın olmasıdır.

Sonuç olarak bu noktada şunu da ifade etmemiz gerekir: Akıl şayet sadece maddeye gömülürse karşımıza kaba teknolojik dünya çıkar. Akıl şayet sadece soyutluluğa gömülürse hayat sevimsiz, sıkıcı, baskıcı ve bıktırıcı olmaya başlar. Akıl sadece ruhani olana gömülürse hayattan kopuk, işlevlerini yerine getiremeyen bir pozisyona düşer. Yani akıl sadece maddeye gömülürse bulanıklaşmaz, aynı zamanda ruhani olana gömülürse de bulanıklaşmaya başlar. Maddeye ve soyutluluğa takılıp kalan aklı, bulanıklaşmaktan kurtaracak olan, ahlak, maneviyat ve ibadettir. Şayet ruhani olana gömülen bir akıl varsa onu bu durumdan kurtaracak olan da eline kazma kürek verip toprağı eşelemesini sağlamaktır.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir