Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 27, 2024

Zulüm Devam Ediyorsa, Tövbe ve Helalleşme Anlamsızdır

“Sen ve beraberindekiler, emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun. Aşırı gitmeyin. Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa ateş size de dokunur. Allah’tan başka dostlarınız da yoktur ve yardım da göremezsiniz.” (11/113.)

Zulüm; her türlü haksız ve adaletsiz uygulamaların adıdır. Diğer bir ifadeyle zulüm; bir kimsenin, kendi hak alanının dışına çıkarak başkalarına zarar vermesi veya birinin mülkü üzerinde tasarrufta bulunması demektir.

Zulüm, alanı oldukça geniş olan bir kavramdır. Kur’an’da türevleriyle birlikte yüzlerce ayette geçmektedir. Hangi alan olursa olsun, Allah’ın belirlediği sınırları aşarak haktan batıla, -yani adil, meşru, doğru ve gerçek olandan- sapmak zulümdür. Kur’an’da şirk, inkar, nankörlük, bozgunculuk, sapkınlık, haddi aşma, ölçüsüz davranma zulüm olarak nitelendirilmiştir. Yani, Allah’ın hükümlerini çiğneyerek insanlara karşı yapılan her türlü haksızlık zulüm olarak vasıflandırılmıştır.

Zulüm, hem yaratana, hem de yaratılanlara karşı yapılmaktadır. Şirk koşmak, inkar ve nankörlük etmek, şükretmemek, O’nun ayetlerini ve ahkamını ciddiye almamak gibi eylemler yaratana karşı zulümdür.

Allah, öncelikle şirk koşmanın büyük bir zulüm olduğunu (31/13),  bütün inkarcıların aynı zamanda zalim olduklarını (2/254) haber vermektedir; zira Allah’ın hakkı olan yetki ve tasarrufları başkalarıyla paylaşmak, en büyük haksızlıktır, zulümdür.

Kur’an, Allah’ın hükümlerini (emirlerini) ister söz, ister davranışlarıyla ciddiye almayıp çiğneyenlerin zalim olduklarını ve dünyada çeşitli felaketlerle helak edildiklerini (11/67), ayrıca, dünyada yaptıkları, iyi gibi görünen işlerinin de boşa gideceğini (3/117) bildirmektedir.

Kur’an, insanların saldırılara uğramasını ve vatanlarından zorla çıkartılmasını, 22/39-40), yetimlerin mallarının gereği gibi korumamasını, meşru sınırlar dışında birilerinin malını (hakkını) yemeyi (4/29-30)  zulüm olarak adlandırmaktadır.

Evet Allah, bütün insanlara adaleti emrediyor; adil olmalarını istiyor. Adaletli davranmayanları da zalim olarak adlandırıyor. İnsanlık tarihi boyunca elçilerin/kitapların gönderiliş amacı da tamamen adaleti tesis edip zulmü önlemek ve herkesin hakkına kavuşmasını sağlamaktır.

Kur’an ayetlerine baktığımızda, her ne anlatılırsa anlatılsın, sözün/mesajın mutlaka “adalet” noktasına getirildiği ve adaletli davranmayanların (zalimlerin) akıbetlerinin “dallin” oldukları rahatlıkla görülecektir. Dolayısıyla bir toplumda adalet bütünüyle yürürlükte değilse, o toplum bireylerinin Allah’a yönelik diğer ibadetlerinin pek bir kıymeti olmayacaktır; zira zalimler asla felah bulamazlar.

Peki, zalimlerden olmamak için ne yapmalı, nasıl davranmalı, kimlere hangi görevler düşmektedir?

Bu konuda elbette her bireyin kendi sorumlulukları vardır; ancak birinci derecede devlet yetkilileri, ikinci derecede de diğer sektör yetkililerinin çok daha fazla sorumlulukları vardır. Her işin/alanın hacmine göre sorumluluğu söz konusudur. Bir aile reisinin sorumluluğu ile bir bld. başkanının sorumluluğu bir olmadığı gibi, bir il valisinin sorumluluğu ile bir devlet reisinin sorumluluğu da bir olamaz. Yani, kişinin aldığı yetki/alan ne kadar çok ise, sorumluluğu da o derece çoktur.

Türkiye üzerinden konuşursak, adaleti sağlama (zulmü önleme) konusunda birinci derecede (belki yüzde seksen) kanun çıkartanlar (meclis) ve kanunları uygulayan devlet yetkilileri sorumludurlar. Adaleti sağlayıcı kanunlar çıkartılmazsa veya çıkartıldığı halde bu kanunlar uygulanmazsa, büyük haksızlıklar (zulüm) ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla iş/görev, bütünüyle “devlet” denilen mekanizmaya düşmektedir. Öyle ise, devlet yönetiminde görev alanların, başta kendileri adil, ehliyetli ve liyakatli olmalı, sonra da yüklendiği görevi hakkıyla yerine getirmelidirler.

Devlet dediğimiz erk, her şeyden önce, insanların canlarına ve mallarına yönelik çok hassas olmalıdırlar; zira İslam hukuku, “can can, dişe diş, göze göz” diyerek, adaletin mutlak anlamda yerine getirilmesi ve hiç kimseye haksızlık yapılmamasını emreder. Dolayısıyla can ve mal konusunda Allah’ın ahkamını uygulamak zorundadırlar. Suç işleyenlere yönelik adil ve caydırıcı cezalar çıkartıp uygulamadıkları takdirde, büyük haksızlıklar ve büyük kayıplar olacaktır.

Devlet erki, herkese -bütün inançlara ve topluluklara karşı- eşit mesafede olmak zorundadır. Kamuda iş ve görevle ilgili atamalarda bireyler arasında ehliyet ve liyakat ölçülerine dikkat etmeli ve adil olmalıdır. İmkan ve fırsatları adaletli dağıtmalı, işe alımlarda ailelerin sıkıntıları dikkate alınmalıdır. İş ve sorumluluklara göre ücret ödemeli, asgari ücret insanca yaşanacak düzeyde olmalıdır. Ekonomi alanında üretime öncülük etmeli, istihdam sağlamalı, çalışamayacak durumda olanların nafakalarını karşılamalıdır.

Yine, kamunun mallarını israf etmemeli, bölgelere ve kurumlara göre dengeli dağıtıp kötüye kullanmamalı; ihaleleri şeffaf ve adilane yapmalı; hizmet almada vatandaşlara kolaylık sağlamalı, rüşvetle iş yapanları tespit edip ağır cezalar vermeli ve kamu nizamının düzenli işlemesini sağlayan denetimleri mutlaka tam yaptırmalıdır.

Diğer taraftan, insanlara inançlarından, düşüncelerinden, ırklarından ve kıyafetlerinden dolayı ayrıcalıklı davranmamalı, özgürlüklerini kısıtlamamalı, ülkelerini terk etmeye zorlamamalıdır. Eğitimde herkese fırsat eşitliği vermeli, çaresizlikten dolayı eğitim alamayanlara imkan sağlamalı, mezun olan gençleri sadece diploma sahibi değil, her birine güzel bir meslek/iş kazandırmalıdır.

Devlet görevlilerinin yanı sıra, her ferdin ahlaki anlamda görev ve sorumlulukları vardır. Başta ana-baba, eş, kardeş, arkadaş, akraba, komşular olmak üzere bütün insanların hak ve özgürlüklerine karşı saygılı olunmalıdır. Yalan ve iftirada bulunmamalı; zan ile hareket edilerek insanlar töhmet altına alınmamalı; gıybet edilerek başkaları çekiştirilmemeli; insanlar alaya alınarak aşağılanmamalı; şiddet uygulanmamalıdır.

Ticaret ve alış verişlerde “hak” mefhumuna itina gösterilmeli, malı satan veya alanın, malın değerine dikkat etmeli ve kişinin rızası olmaksızın zor ve hileyle elinden alınmamalıdır. Kısaca, insan onurunu zedeleyen her türlü olumsuz davranıştan kaçınmalıdır. Aksi takdirde zulümden yakalarını kurtaramazlar.

Bilinmelidir ki gerek dış dünyada gerekse insanların vicdanlarında adaletsizliğin meydana getireceği tahribat, hiçbir tahribatla kıyaslanamaz. Başta hak ve güven olmak üzere bütün değerler, ancak adaletle ayakta kalır. Toplumda adalete olan güven yitirilince, çöküş kaçınılmaz olur. İnsanlar uzun süre, yoksulluğa tahammül edebilirler; ancak bu yoksulluğun altında yatan sebebin adaletsizlik olduğuna inanırlarsa, buna asla razı olmazlar ve katlanamazlar.

Zulmün bütünüyle ortadan kaldırılmasını ve adaletin sağlanmasını istiyorsak, hangi görev ve konumda bulursak bulunalım, hak ve adalet ilkesine titizlikle riayet etmemiz, geçmişte yaptığımız haksızlıklardan tövbe etmemiz ve ilgililerle helalleşmemiz gerekir.

Bilinmelidir ki zulüm devam ediyorsa, tövbe ve helalleşme anlamsızdır ve yine bilinmelidir ki Allah’ın koyduğu sınırlara riayet etmeyenler, zalimlerin ta kendileridir ve zalimler asla kurtuluşa eremezler. (2/29, 6/21)

Konuyu Nebi as’ın şu duasıyla sonlandıralım: “Allah’ım! Fakirlikten, kıtlıktan, zillete düşmekten, zulmetmekten ve zulme uğramaktan sana sığınırım.”

NOT: Bir sonraki yazımız, “din adına yapılan zulümler” olacaktır, inşallah… Zira din adına verilen fetvalar, kesilen ahkamlar, yaşanan uygulamalar büyük haksızlıklara sebebiyet vermiştir, vermektedir. 

Selam ve muhabbetlerimle…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir