Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Nisan 25, 2024

Medeniyetler ve Kavramların “Öteki” Yüzü

Aslında bu yazının başlığı sadece ‘’Öteki’’ olmalıydı. Ama meseleye daha geniş bir perspektiften bakma ihtiyacı hissetmemizin en mühim sebebi ‘’Öteki’’ berkinden ziyade kavramların zihinsel alt yapılarına dikkat çekmek istememizdir. Anadolu’da sırf işaret ifadesinden ibaret olarak yüz yıllar boyunca kullanılmış bir kelime / zamir olan ‘’öteki’’nin sosyolojik bir kavram olarak ortaya çıkışı yakın bir zamana tekabül etmektedir. Malumunuz olduğu üzere bizim kuşaklar tam da bu işaret zamiri olarak kullanıldığı ve bugün ki anlamının çok ta gündemde olmadığı günleri ve sonra da böyle bir sosyolojik kavrama dönüşümünü yaşayarak gördüler.

Ötekileştirme olarak karşımızda duran kavramın temelinde ayrıştırma, yabancılaştırma duygusunun olduğunu anlamak zor değildir. Kavramlar sosyolojik olarak doğmamış olsalar da o şekilde dönüşüme uğradıktan sonra artık eski konumunu da kaybetmeye başlarlar. Ötekileştirmenin tarihsel olarak varlığını borçlu olduğu yer batı kültürüdür. Önce kendilerine baskı yapan kilisenin temsilcisi Tanrı ile kavgada onu ötekileştirerek kendilerine alan açmak isteyen bir dünyaları olduğu bilinmektedir. Hatta bundan öncesinde de insan unsurunun bir yarısı olan kadının da normal bir insan olup olmadığı tartışmasını cadı avlarıyla yaşamış olan Batı Uygarlığı (!) kadını getirdiği konum itibariyle insanlığın yüz karası olmaya devam etmektedir.

Tanrı’nın ötekileştirilmesinin neticesi onun yerine konan insan unsurunu Hümanizm idealiyle piyasaya sürerken ötekileştirmeyi insanda da sürdürmeye devam etmiştir. Önce kadın insanı sonra kendisi dışında ki tüm insanlardan oluşan diğer insanları da barbar ilanıyla sürdürdüğü ötekileştirmenin sonra ki adımı Ojenizim olmuştur. Belli bir ırkın ya da rengin üstünlüğü fikri, insan üstünlüğü anlayışının o belirlenen kısmına ait olarak kabulüyle ortaya çıkan fikir ki bu sebeple kendi ırkları içlerinde de bir kıyımı meşru görmüşlerdir. Bunun ardından da Batı Uygarlığı doğudan elde ettiği teknik temeller olan Pusula vb. araçlarla keşfettiği Amerika’da ki yerlilerin yeterince, gerçekten ve tam insan olup olmadıklarını çokça tartışmıştır.

Bu konuda onların gereğinden fazla (o nasıl oluyorsa) insani değerlerle yüklü olduğunu düşünenlerin varlığına rağmen aslında yerlilerin üstün olan (!) kendileri için yaratılmış köleler ya da hayvanlar gibi hizmetlerine sunulmuş varlıklar olduğu düşüncesi kabul görmüştür. İşte tam da bu sıralarda farklı düşünenlerin sesinin bastırılması sayesinde vicdani herhangi bir sorgulama ihtiyacı duymadan istedikleri gibi davranmayı kendileri için mümkün kılan Batı (bu ifadede İspanyollardan tutun Portekizlilere oradan Fransızlar ve İngilizlere kadar Amerika’ya ayak basanların tamamını kastediyoruz.) zaman içerisinde sosyal bilimler alanında da kendileri için çalışmalar yapmaya devam etmişlerdir. Doğal olarak ötekileştirmenin zirvede olduğu bir toplum yaşadığı tecrübelerle artık empati diye bir kavramla kendilerinin dışında ki insanları da en azından insan olarak kabulü aşamasına gelmeye başlıyordu.

Tabi yine üstün insan olan Batılının bir hatta birkaç adım gerisinde olarak konumlandırdığı diğer insancıkların varlığını kabul sadedinde. Empati kavramının hiç bulunmadığı bir toplum olan doğu kültürlerinde inanç temelli bir paylaşım dolayısıyla belki de ihtiyaç hissetmeden huzur içerisinde yaşadıkları dönemlerdi bunlar. Çok geçmeden düşünce dünyasında eşitlik, özgürlük, demokrasi ve tüm toplumun yönetime katılımını sağlayan Cumhuriyet gibi kavramların bile böyle bir kökenden doğmuş olası ise hem beklenen hem de en azından kendileri için olmazsa olmaz bir ihtiyaçtı. Uzun yıllar boyunca kendi içlerinde mezhepler arası mücadele dolayısıyla savaşlar yapmış olan batılı yokluktan, kıtlıktan bolluğa ve zenginliğe ulaştıktan sonra da kendisine bakışında ki bu çarpıklık yerini koruyarak bugüne kadar gelmiştir. İnsanı yücelterek Tanrı’nın yerini alma mücadelesinde geldiği noktada özellikle Ötekileştirmenin ilginç bir istikamet kazandığını görmek ise şaşırtmıyordu. Her dönemde sürekli yanlış tercihlerde bulunmak sanki Batı Medeniyetinin (!) tek doru çizgisi olmuş gibidir.

Kendi dünyasında yaşadıkları çerçevesinde oluşturduğu kavramlarına her geçen gün yenilerini ekleyerek bunu tüm dünya insanlığına da empoze etmekten geri durmamaktadır. Kadını aşağılamaktan, yok saymaktan itibaren çıktığı yolculukta geldiği aşama kadını kutsamak olunca ortaya çıkardığı Feminizm akımının da yine bir Ötekileştirme olarak erkeği kıskaca aldığını fark etmiyor. Ya da farkında olarak ve bilerek yapıyor. Asıl olanın iki çift insan yani kadın ve erkekten müteşekkil toplumun asıl unsurlarının ötekileştirilmesi ve LGBT-İ nin normalleştirilmesi ise bunun neticesi olarak karşımıza çıkmıştır. Normalin ötekileştirildiği bir dünyada anormale empati kurulması beklentisi ise maalesef farkında olunarak ya da gaflet halinde tüm insanlığın zorlanarak itildiği bir süreci işaret etmektedir.

Her ne kadar Feminizm ’in hedef olarak belirlediği şey bu olmasa da neticede Erkek düşmanlığına doğru evirilen bir mücadele ortaya çıkmaya başlamıştır.  Erkek düşmanı kadından sonra kadın düşmanı erkek döneminin başlamayacağının da bir garantisi bulunmamaktadır. Çünkü Batı Medeniyetinin ne kavramsal ne düşünsel ne de siyasi ya da askeri hedeflerinin öngörülemediğini yakın tarihimiz ortaya koymuştur. Daha doğrusu kurduğu eril, hümanist ve materyalist sömürü düzeni sayesinde ulaştığı konforu korumak istediği gibi rehberi sadece akıl ve arzudan ibaret bir topluluktan daha fazlasını yani genel anlamada insanlığın huzuruna hizmet edecek işler yapmasını beklemek ise ham hayalden ibaret olacaktır.

Batı uygarlığının insanlığa en büyük hediyesi olan Hümanizm, Feminizm vb. ötekileştirme kavramlarının, kuramlarının neticesi yüksek boşanma oranları, cinsiyetlerin yabancılaşması, dişi şovenizmi, aşk utangaçlığı, çözülen topluluklar, babasız çocuklar, lise terk, uyuşturucu müptelalığı, tüketim bağımlılığı, ergen hamileliği, erkek intiharı, şiddet suçu (özellikle cinayet), öfke, dolu hapishaneler olmuştur.

Bugün maalesef Laiklik kavramı da başta olmak üzere insanlığa yönetim ya da yaşam biçimi olarak ne sunmuşsa tamamı insanlığın başına sadece zorluk, zahmet ve sıkıntı getirmiştir. Batı insanlığın önderi olma fırsatını her şekilde elinden kaçırmıştır. İnsanlığın önderliği sadece para, güç ya da fikri, siyasi, içtimai hayata hâkim olabilmek demek değildir. Aklı selimin onaylayacağı barış, sükûn ve huzurun teminine yönelik fiziksel, düşünsel ve kavramsal zemin hazırlamaktır. Dolayısıyla her kavram kendi kültürünün değerlerini, tarihini ve gelişim seyrini ortaya koymaktadır. Müslüman bir toplumda hem de kendi çapında okumuş yazmış birtakım insanların bu türden arkaik hikayesi karanlık hatta çirkin olan kavramlarla kendilerini ifade acziyetten daha ağır bir durumdur. Kendini inkardan daha acı bir durumdur. İnsanlığın zirve noktasında bir medeniyete sahip olma şerefinden uzaklaşarak geri, atıl ve karanlık bir geçmişe ait kavramlar ancak kendi yaratıldığı tolumun yararına hizmet eder. Kaldı ki bu dahi şüphelidir. Hatta en çok ta kendi toplumlarına zara vermeye devam etmekte oldukları da gözlemlenmektedir.

Vesselam

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir