Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Mart 19, 2024

Kimin Işığıyla Nurlanıyorsunuz?

Nur, NVR kökünden türemiş olup, ışık ve aydınlık anlamına gelen bir kavramdır. Nur, Maddi ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır: Birincisi, güneş ve ay gibi gözle görülebilen nur, diğeri de vahiy ve akıl gibi basiret yoluyla idrak edilebilen nurdur.

Metafizik bir kavram olarak nur, insan aklını kuvveden fiile çıkaran bir güçtür. Bu güç ile akıl faal hale gelir ve aydınlatıcı etkisini gösterir. Güneş nasıl ki bize görme imkanı sağlıyorsa, faal akıl da varlıkları ve hadiseleri anlamamıza imkan sağlar.

Nurun kaynağı Allah’tır. “Allah, göklerin ve yerin nurudur” (24/35), Yeryüzü rabbinin nuruyla aydınlanır” (39/69) gibi ayetler tüm kainatın Allah’ın nuruyla/ışığıyla aydınlandığını belirtirken, “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar” (9/32) ayetindeki nur da Allah’ın ortaya koyduğu hakikattir.

Nur terimi birçok ayette, “vahyin aydınlığı” veya “yol gösterici ilahi ışık” anlamında kullanılmıştır. “Bilesiniz ki Allah’tan size bir nur, bir de apaçık bir kitap gelmiştir. O kitapla rızasını bilerek tabi olanları esenlik yollarına iletir. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkartır ve onları dosdoğru yola iletir.” (5/15,16) Evet nur, insana basiret kazandırır ve o basiretle insan, hayatın ve varlığın mahiyetini kavrayarak münevver olur.

Allah’ın, kitaplar ve elçiler göndermesinin temel amacı, karanlıkta kalan ve yollarını şaşıran insanlara doğru yolu göstermektir.
“Allah, müminlerin velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkartır. İnkarcıların velisi de tağuttur; onları aydınlıktan karanlığa düşürür.” (2/257)

Peki, bir nur/ışık olan Kur’an Müslümanların elindeyken ve her gün milyonlarca hatim okunurken, niçin Müslümanlar istendiği şekilde münevver olunmamakta ve aydınlanmamaktadırlar? Bazı kimseler, “İbadetlerimizi gücümüz nispetinde yapıyoruz; Kur’an’ımızı okuyoruz, sadakalarımızı veriyoruz; daha ne olsun” diyebilirler; fakat ibadet olarak bilinen bazı ritüeller bizleri münevver (aydınlanmış) kılmaz. Münevver bir toplum olmamız için eğitimde, siyasette, hukukta, bilimde, ekonomide, sanatta, adabı muaşerette ve tüm insan ilişkilerinde Kur’an’ın aydınlığında münevver olmamız ve dünyaya örnek olmamız lazım.

Düşünelim! Allah insanları karanlıklardan aydınlığa çıkartmak için bir kitap/Kur’an gönderecek, bir kısım insanlar o kitabın müminleri (güvenenleri) olacak, o kitabı sık sık okuyacak; fakat o kitabın aydınlığında –dile getirdiğimiz alanlarda- münevver/aydın olamayacaklar! Gerçekten bu işte bir terslik vardır.

Ben, Müslümanların her konuda münevver/aydın olamamalarının temelinde –dünya ve ahirette- kurtuluşun aydınlanmada olduğuna gereği gibi inanmadıkları kanısındayım. Müslümanların ekseriyeti (belki yüzde 90’ı) dini gereği gibi anlamadılar. Dini, sadece bir takım ritüellerden, rivayetlerden, masallardan ibaret sandılar. Oysaki din/Kur’an, tevhit inancından (Allah’ı gereği gibi tanıyıp inanmaktan) sonra bütünüyle hak ve adalet üzerinde durmaktadır. Dinin bütün maksadı, zulmü ortadan kaldırmak ve yerine adaleti tesis etmektir. Kur’an’ın hangi pasajını okursanız okuyun, karşınıza mutlaka zulme karşı olan duruşunu/cihadını göreceksiniz.

Evet, münevver olmak (veya aydınlanmak), Kur’an ile nurlanmak, onun ne demek istediğinin bilincinde olmak ve ona göre bir hayata sahip olmaktır. Buna inananların, çağın sorunlarını ve ihtiyaçlarını vahyin ve aklın aydınlığında çözmeleri üzerlerine borçtur.
Görüldüğü gibi, Kur’an’da “nur” kavramının, ontolojik ve epistemolojik olarak neye tekabül ettiği açık seçik ortadayken, başta Hallacı Mansur olmak üzere pek çok mutasavvıfın “nur-ı Muhammedi” şeklinde bir inanç/nazariye icat etmeleri, İslam akidesi adına asla kabul edilemez; zira bu nazariyeye göre Allah’ın yarattığı ilk nur, nur-ı Muhammedidir, kadimdir, ezelidir ve her şey bu nurdan ve bu nur için yaratılmıştır. Bilinmelidir ki Allah’ın, insanlara yol göstermek için indirdiği nuru/Kur’an’ı mitolojileştirmek birilerini ilahlaştırmaktır. Bu da en hafif tabirle ahmaklıktır.
(Şiilere göre nur-ı Muhammedi, Muhammed Nebi’den sonra Ehl-i beyt imamlarına, sufilere göre de evliyaya intikal etmiştir.)

Diğer taraftan, asırlardır aydınlanma denildiğinde, Avrupa’nın 17. ve 18. Yüzyıllarda başlattığı aydınlanma felsefesi akla gelmektedir. Evet, Avrupa tanrı, insan, akıl, tabiat gibi kavramları irdeleyerek bilim, felsefe, siyaset ve sanat alanlarında radikal gelişmelere imza attı. Bu konuda haklarını teslim etmek gerekir; ancak elçi olarak kabul ettikleri Hz. Musa, İsa gibi önderlerin aydınlığında yürüyemediler. Başta aile mefhumu olmak üzere, yabancılara karşı tutumları, dünya müstazaflarına karşı merhametsizlikleri ve zulümleri gibi durumlarda onların münevver/aydın olmadıklarının açık kanıtıdır. Ziya Paşa’nın dediği gibi “ayinesi iştir; kişinin lafına bakılmaz.”

Bugün İslami aydınlanmada temel sorun, İslam düşüncesinin, hala akılcılığa şüphe ile bakan kişi ve yorumların etkisi altında olmasıdır. Maalesef, tarih boyunca hakim olan Müslüman bakış, akla, bilime, felsefeye, sanata pek güvenmemiş, din ve bilim arasında sürekli kavga çıkartmıştır. Halbuki yapılması gereken vazife, İslami gelenek içinde akılcılığa ve evrendeki sebep-sonuç ilişkilerine önem vermek ve aklın –bilimin imkanlarından sonuna kadar yararlanmaktır. Müslümanlarda bu bilinç ve çaba gerçekleşmediği sürece, ne entelektüel durağanlıktan kurtulurlar, ne münevver/aydın ve ne de insanlığa örnek olabilirler. Münevver/aydın olmanın yolu Kur’an nuruyla yaşamaktır.

“Ey İnsanlar! Rabbinizden size bir burhan ve bir nur olan Kur’an geldi. Ona inanıp sımsıkı sarılanlara lütfedecek, rahmet edecek ve onları doğru yola iletecektir.” (4/174, 75)

Selam ve muhabbetlerimle…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir