Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Pazar, Nisan 28, 2024

İslam’da İlkeler Kadim ve Bakidir, İçtihat İse Hadis ve Konjonktureldir

İslam dininin temel kaynağı olan Kur’an, insanlığın kurtuluşu için evrensel ilkeler/kurallar koyar. Bu ilkeler kadimdir/sabittir; insanlığın varoluşuyla var olmuş, kıyamete kadar bakidir/yürürlüktedir ve hiçbir zaman değiştirilemez. Bu ilkeler üzerinden yapılan içtihatlar (yorum ve teviller) ise, kadim ve baki değildir; tarihseldir, hadistir, geçicidir, konjonktüreldir; duruma göre değişime uğramaktadır.

Esasen “din” denilince temel ilkeler akla gelmelidir. Temel ilkeler üzerinde inşa edilmiş şeriat, hukuk, içtihat, tevil, yorum vs. kişilerin kendi görüşleridir ve tarihseldir. Bu görüşler, kendi döneminin insanlarını aydınlatır (veya saptırır). Bu içtihatlar evrensel olamaz, sonraki çağların ihtiyaçlarını karşılayamaz.

Sahabe ve tabiin dönemindeki içtihatlar, kendilerine yeterli olabilir ve ihtiyaçlarını karşılayabilirdi; ancak bu içtihatların/hukukun, asırlar sonrası insanların ihtiyaçlarını karşılama imkanı bütünüyle yoktur. Dolayısıyla her dönem, kendi Hasan Basrilerini, Ebu Hanifelerini, İbni Rüştlerini, Elmalılarını çıkartması lazım ve bu gibi alimler de kendi çağın insanlarını muhatap almalı ve onların ihtiyaçlarına göre hukuk/içtihat yapmalıdırlar.

Bu kısa girizgahtan sonra temel ilke/kurallar üzerinde durmaya çalışalım. Bilinmelidir ki Allah’ın bizlere öğrettiği dinin iki ana/temel ilkesi vardır; biri Tevhit, diğeri de salihattır; her ikisi de evrenseldir, kadim ve bakidir.

  1. Tevhit ilkesi: Allah’ı gereği gibi tanıyıp inanmaktır. Yani, Allah’ın varlığı ve birliği yanında, yetkilerini ve tasarruflarını da kabul etmek ve hiçbir varlıkla paylaşmamaktır. Ayrıca sadece O’na ibadet etmek, nimetlerine şükretmek ve günahlarımıza karşı da sadece ona istiğfarda bulunmak ve tövbeyi (pişmanlığımızı, özrümüzü) O’na arz etmek esastır.

Bu ilke, ilk insandan beri yürürlüktedir ve kıyamete kadar da yürürlükte kalacaktır. Bu ilkeyi bütün insanların kabul etmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır; zira insanları var eden ve yaşamalarını sağlayan sadece O’dur. Bu temel ilkeyi gereği gibi anlayıp kabul etmeyenlerin “iyilik” adı altındaki çabaları Allah katında işe yaramayacaktır.

  1. Salihat ilkesi: Salihat, her türlü hasenatı/iyilikleri içinde barındıran temel ilkedir. Hakkı ve adaleti gözetip zalimlerden olmamak, takvalı davranarak sadakat sahibi olmak (doğruluk, dürüstlük, güvenirlik, sözünü tutmak), insanların ihtiyaçlarıyla/dertleriyle dertlenmek ve onlarla barış içinde yaşamaya çalışmak, başta anne-baba olmak üzere yakın ve uzak akrabalarla güzel ilişkiler içerisinde olmak salihattır. Ayrıca merhamet, iffet, istişare, ehliyet, cesaret, haddini bilmek, şükür, sabır gibi güzel ahlaki ilkeler salihattır ve hiçbir zaman modası geçmeyen evrensel ilkelerdir.

Diğer taraftan fertlerin, ailelerin ve toplumun çökmesine neden olan her türlü haksız kazanç, zulüm, yalan, iftira, gıybet, hased, kibir, nankörlük, cimrilik, azgınlık, fahşa gibi münker/kötü olan ahlaki davranışlar da evrenseldir; her zaman kötüdür, zararlıdır, ilkesel olarak bunlardan kaçınmak esastır.

Evet, bu iki temel ilke evrenseldir, çağlar üstüdür, her çağda ve her toplumda geçerlidir. İçtihat, yani fıkıh/hukuk ise tarihseldir, konjonktüreldir, dinamiktir. Temel ilkeler merkeze alınarak içtihat -ihtiyaçlara göre- sürekli yenilenmelidir; zira İnsan, farklı coğrafyalar içerisinde çok farklı evrelerden, tarihi süreçlerden geçmektedir. Zaman ve mekanın değişimiyle birlikte karşılaşılan meselelerin hükümleri de –illete binaen- değişmelidir.

Resulullah as dönemindeki hayat şartları ve standartları ile üç yüz sene sonrakiler farklıdır. Hakeza, Arabistan hayat şartları ve kültürü ile Anadolu bölgesinin farklıdır. Dolayısıyla her çağın kendisine has bir içtihat/hukuku olmalıdır. Bu hukuku düzenleyecek olanlar, geçmişte yaşayan hukukçular değil, bugünün hukukçuları olmalıdır. Her müçtehit, sadece kendi dönemin müçtehidi olmalıdır.

Evet, bugün çözülmesi gereken yığınlarca birikmiş meseleler vardır. İnsan haklarından diğer canlıların haklarına, yoksulluk içinde kıvranan insanların durumlarından bir ülkeyi satın alabilecek kadar servete sahip olanların durumlarına, ekonomi ve ticaretten, eğitim ve tarıma, çevre problemlerinden şehirleşmeye, geleneksel dini dayatmalardan modernizmin dayatmalarına ve teknolojinin baş döndürücü hızına kadar pek çok konu İslami çözümler beklemektedir.

İslam dini sorun üretmek değil, sorunları çözmek için Allah tarafından gönderilmiştir. Resulullah as dönemindeki toplumların ne kadar problemleri varsa, Resulullah vahiyle çözmeye çalışmıştır. Resulullah as’ın bu uygulamasını sonraki ulemanın da sürdürmesi zorunludur. Ulema/uzmanlar, her türlü meseleyi vahyin ışığında ve adaletle çözmek zorundadır; aksi halde adalet yerine zulüm, hak yerine haksızlık, iyilik yerine kötülük, fayda yerine zarar vermiş olur ve insanlar dinden uzaklaşmış olurlar.

Mevzunun daha iyi kavranması için birkaç somut örnek vererek sonlandıralım.

1. Çağımızda her gün açlıktan on binlerce insanın öldüğü bir dünyada zekat/sadaka vergisini sadece %2.5’ta tutan ve ayda 10-20 bin lira kazanana değil, 80 gr. Altını olan evsiz-barksız gariplere zekat vergisi emreden bir hukuk, insanların vicdanlarını rahatlatamaz.

  1. Binlerce kilometre yolu birkaç saatte rahat bir şekilde giden ve en konforlu meskenlerde kalan bir yolcuya oruç tutmama ruhsatını veren, fakat 45 derece sıcağın altında çalışmak zorunda kalanlara ruhsat vermeyen bir içtihat, akılları ikna edemez.
  2. Hac vazifesini yerine getirmek isteyenleri sadece zilhiccenin 9-12. günlerine mecbur bırakıp, milyonlarca Müslümanı hac vazifesinden alıkoymak ve ayrıca “ihram” adı altında yarı çıplak bir şekle sokmak hukuken kabul edilir bir durum değildir.
  3. Nikah sadece evlenecek çiftlerin kabulü ve Nüfusta tescili ile biten bir durum iken, belediyelerde, müftülüklerde, düğün salonlarında -yetkisiz yetkilerle- kıyılması eziyetten başka bir şey değildir. O da yetmez gibi bir de “dini nikah” adı altında ikinci bir tören, işi daha da zorlaştırmaktadır. O da yetmezmiş gibi, belirli gün ve gecelerde “nikah tazeleme” merasimleri yapılmaktadır ki bu uygulamalar işi ciddi şekilde sulandırmaktadır.

(NOT: Nikahın dini veya la dinisi yoktur. Cahiliye döneminde evli olanlar bile Müslüman olduktan sonra nikahlarını tazelemediler.)

  1. Çağın ekonomi, iktisat, ticaret ve sosyal hayat ile ilgili sorunlarını nakliyeci medrese mollalarına götürüp “şeriat” adı altında çözmeye çalışmak (onlara fetva sormak), şeriata/hukuka yapılmış büyük bir saygısızlıktır; zira çağın sorunları uzmanlık gerektirir. Her bir mesele -geçmiş asırların içtihadıyla değil, uzmanlarından oluşan komisyonlarca çözülmelidir.

Özetle belirtmek isterim ki asırlar önce -ağırlıklı olarak tarihteki siyasi iktidarlar tarafından- şekillenen içtihat/hukuk, 21. Asrın insanının sorunlarını çözemez ve mutlu kılamaz. Onun için çağımızda, evrensel ilkeler dikkate alınarak -her mesele- uzmanları tarafından hükme bağlanmak zorundadır. Aksi takdirde Müslümanlar huzur bulamadıkları gibi, dini terk edenlerin önüne de geçemezler.

Selam ve muhabbetlerimle…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir