Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 26, 2024

Güncel Düşünceler

Medyada sık sık duyduğumuz, bir kısmı haklı olsa da büyük bölümü abartı ve yalan içeren sosyal yakınmaların basit anlamda en önemli sebebi, devletin yaptığı iyilik ve iyileştirmeleri ‘kim kaparsa kapsın’, daha doğrusu ‘uyanık olan kapsın’ mantığıyla körlemesine denize atanların neticeyi takip etmemesidir. Hâlbuki ciddi devletler ek olarak destek sağlayacağı, imkan tanıyacağı, gözetip elinden tutacağı insanlarda eşitliğe değil, bu desteği hak edip etmeyeceğine, yerli yerinde kullanıp kullanmayacağına, onların kabiliyetlerine, iyiniyetli veya nankör, sözünün eri veya dalavereci olup olmadıklarına bakar ve gözetler. İşin doğrusu, belki ilk seferde yanılabilir, ama aynı hatayı tekrar tekrar yapmaz.

Şahıslar için geçerli olan ‘iyilik yap denize at’ tabiri temeli sağlam, kanunları tavizsiz uygulayan devletler için söz konusu bile olmaz. Çünkü bu nitelikteki devletler kendi varlıklarını ve geleceklerini koruyup sağlama almak adına her vatandaşına adaletli, ama sağladığı ek imkan ve tedbirlerde ise akıllı, uyanık ve tavizsiz davranırlar. Çünkü asıl adaletsizlik, vatandaşların günlük hayatını etkileyen kişi ve konularda yeterli tedbir almayarak dürüst ve kanunları eksiksiz uygulayan vatandaşların mağduriyetine sebep olmaktır.

Bu yazının asıl amacı konuyu kültür-sanat hayatımıza getirmek idiyse de, önemli ıskalamalardan bazılarına göz atmakta yine de fayda var:

1- Değişik bölgelerde “açım, geçinemiyorum, çocuğuma süt alamıyorum, doktora ulaşamıyorum” tarzında şikâyetlerle ekrana çıkan insanların bazılarının ev ve araba sahibi olduğu, bazılarının değişik resmi kurumlardan sürekli nakdi ve ayni yardım aldığı, bazılarının ise resmen yalan söylediği hemen ertesi gün ortaya çıkmakta, ama kesin müeyyidesi olmadığı için bu nankör insanlara yardım devam ettirilerek gerçek ihtiyaç sahiplerinin nasibi çalınmaya devam etmektedir.

2- Üç yıl önce seçim döneminde binlerce ton patates ve soğanı çürütme pahasına mağaralarda saklayıp seçimleri etkileyen kabzımallar; milyarlar kazanarak kâğıt üzerinde zarar gösterip vergi vermeyen, üstelik devletten çeşitli adlarda destek bile alan firmalar; kaç lira kazanıp ne kadar vergi verdiği bilinmeksizin sokakları lüks araba galerisine çeviren, (herhalde) babasının parasıyla 20 yaşında son model Mercedes ile gezip namusuyla vergi verenleri devletin adaletinden soğuyacak hale getirenlerin tümünün kapısına maliyenin niye dayandığını muammadır.

3- İnternet üstünden 15 gün içinde zar-zor muayene randevusu alınabilirken, hemen her defa muayeneye gidildiğinde sizden önceki birkaç kişi randevusuna gelmediği için doktor yanına randevu saatinden 20-30 dakika önce girilebilmesi; aslında insanların doktora ulaşmasını sabote edip şikayeti arttırmak adına pek çok (cahil muhalif mantıklı) kişinin değişik branştaki doktorlardan randevu alıp, etkili müeyyidesi de olmadığı için hiç gitmemesi ve bu işi sürekli yapıyor olması. (Bizler öğrencilik yıllarında “memurun sırf düğmesini bile koparsan filan yıldan başlar” diye korkutulurken, günümüzde sağlıkçılara saldıranlara şu kadar para cezası vermek yerine, ağır yaralamalar hariç, yapılan şiddetin türüne göre değişen sürede sağlık hizmetlerinden ücretsiz yararlanamama cezası verilmesi daha etkili olacaktır.)

4- Ve elbette bürokraside ve parti ayrımı olmaksızın her tür memuriyette bir türlü önlenemeyen rüşvet, adam kayırma, kaytarma, vatandaşı canından bezdirme gibi olayların başlıca sebebi olan “memuriyette ömür boyu işten atılmama” garantisinin kaldırılamaması sebebiyle sistemin aynen devam etmesi.

Ülkemizde ‘aşırı liberal takılma’ hastalığının yaşandığı Özal döneminde (1984-93 arası), eski yoksunlukların tüm intikamı alınırcasına ardarda telsiz, telefon, haberleşme serbestliği, özel yüksek okul furyası, özel TV’lerin kurulabilmesi, tatil yörelerinde turistlerin üstsüz denize girebilmesi, ‘her türden’ video kasetlerin mahallelere kadar yayılan kulüplerde kiralanabilmesi vb. uygulamalar başlatılmıştı. Bu ölçüsüzlük, hesap-kitapsızlık furyasının ardından 1994-2002 arasında özellikle DYP-SHP-ANAP’ın ortak iktidarları döneminde aşırı enflasyon, sayısız faili meçhul cinayetler, PKK baskınlarında hayatını kaybeden masum insanlar, özel TV’lerden birinin Ramazan ayı iftar vaktinde ardarda seks filmi yayınlaması, fırlatılan anayasa kitapçığı sebebiyle başbakanın ağlamaklı sesle ekranlara çıkması ile bir gecede % 150’ye varan pahalılık dalgası yaşanması vb. tokat gibi üstüste gelmişti.

Son 20 yıldır 2. liberallik dönemini yaşadığımız Ak Parti iktidarında (özellikle dış politika, inşaat, milli savunma alanlarında) yapılan olumlu işleri kimsenin inkar etmesi mümkün değil. Her ne kadar muhalefet bunlara bile karşı çıkacak bir kulp bulsa da, kısa süre sonra iktidarın onlara geçeceği ve hazır bulacakları tüm bu edinimleri tepe tepe kullanacakları ümidiyle içten içe memnun bile olmaktalar. (Bakınız, İstanbul ve Ankara’nın yeni BB’leri) Üstelik bu ulusal nankörlük konusunda Müslümanı, Ateisti, Liberali, Komünist eskisi, Milliyetçi eskisi dahil tüm Millet İttifakı mensuplarının da hemfikir olduğu malum.

Ak Parti yönetiminde siyasetteki vesayet sistemini giderme çabaları, işsizliği azaltıcı girişimler, halkın hayatını kolaylaştıracak teknik düzenlemeler, sosyal desteğin genele yaygınlaştırılması gibi uygulamalar refah çıtasını yükseltmiş olsa bile, halkın kendi kendine yetme alışkanlığı ve toplumsal sorumluluk bilincinin bozulmasına sebep olmuştur. Çıtanın maddi alanı kapsayan ucu yükseltilirken manevi ucu ihmal edildiğinden, daha önce hayal bile edemeyeceği imkanlara kavuşan insanlar artık en küçük bir aksamaya bile aşırı tepki verip feveran edebilmektedirler. Özellikle eski sıkıntılı dönemlerden bihaber gençlerin şımarık beklentileri ise kendi hem huzursuzluklarına hem de devlete olan hınçlarının artmasına sebep olmaktadır.

Gerçekleşmeyen ya da geciken vaatler

Ak Parti döneminde yapılan toplumu rahatlatıcı birçok olumlu girişimin yanı sıra, pek çok insanın dört gözle beklediği, ama nedense sözü edilmesine rağmen kendi bir türlü vücut bulmayan önemli eksiklikler de mevcut:

1- 19 yıldır reform sayılabilecek tek yeniliği bedava kitap dağıtmak olan, lakin müfredatı bir türlü yenilenip düzenlenemediği için ‘dokunulmaz öğrenci/dokunulabilir öğretmen’ gibi garip bir handikapın içinde bocalayıp duran Milli Eğitim sistemi,

2- Bir zamanların katsayı haksızlığının rövanşı alınırcasına ve sanki sayıları artarsa imanlı neslin tek başına güvencesi olurmuş zannıyla açılan, ama eski (en azından bizim dönemimizdeki) okulların ne müfredat hacmi ne de disiplin kurallarının esintisini bile taşımayan (hatta bu iki konuda normal liselerden farkı kalmadığı bile söylenen) İmam-Hatip Liseleri,

3- ‘Mevcut öğretim görevli sayısıyla kaliteli bir eğitim sağlanabilir mi?’ veya ‘bu okullardan mezun olanlar ilerde diplomalı birer işsiz haline dönüşerek başımıza dert olur mu?’ diye düşünülmeksizin çalakalem açılmasına karar verilen, öğrencilerine bilimsel katkı sağlama kapasitesi şüpheli, üstelik pek çok genci yaşadıkları ortamdan farklı bir mekana göç ettirmek dışında pek bir işe yaramayan özel ve resmi üniversiteler.. (Sayısı 200’ün üstündeki bu üniversitelerin çok kullanılan bir işlevi de, gençlere askerlik tehiri imkanı vermesi. Bu sebeple baba parasıyla okuyanlar ya çift dikiş gidip ya da tek ders bırakarak mezuniyeti mümkün olduğunca ertelemek suretiyle kontenjanları gereksiz yere işgal etmektedirler),

4- Etkili bir cezası olmadığı için yalan haberde level atlayan yazılı-görsel medya ile mazisi 10 yılı aşmasına ve toplumsal değerlerde açtığı derin yaralara rağmen kanuni-cezai düzenlemesi bir türlü becerilemeyen sosyal medya sorunu,

5- Birçok yeni adliye sarayı ve arttırılan hakim-savcı kontenjanına rağmen etkili ve çabuk karar verilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılmadığı için, bazen basit bir ihtilaf konusunda bile yıllarca sürüp bir türlü sonuca ulaşmayarak insanları çileden çıkaran mahkeme safahatı,

6- Yerli Turcovac aşısının üretimi için gösterilen çaba gerçi takdire değer. Ancak bu çabanın çeyreğini bile tüm virüslere pozitif tepki vererek vaka sayısını arttıran dış menşeli test yerine, salt covide duyarlı bir PCR metodu geliştirmeye çaba harcanmaması garip. (İlk dönemler vaka sayısının yanı sıra hastalık sayısı da yayınlanırken aradaki büyük fark görülebilmekteydi. Artık göze batmasın diye hasta sayısı gizlendiği için bizler, mesela günlük 10 bin vakaya karşılık bunlardan sadece 100’ünün fiziksel belirtilerle hasta kabul edildiğini, ama sadece grip veya nezlesi olan diğer 9.900 kişininse ne sebeple covitpozitif ilan edilerek kısıtlama altına alındığını artık öğrenememekteyiz.)

Geçen gün Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Başkanı; “Eylül ayında 20 milyar dolarlık ihracata imza atan iş insanları artan talep karşısında kapasite artışına gidip yeni fabrikalar açarken, çalıştıracak eleman bulamamaktan şikâyet ediyorlar.” diye yakınmaktaydı. Aslında ülkemizin her şehrinde (elbette çoğu zor çalışma şartlarında) çalışacak iş bulunabildiğine, medyada “geçinemiyoruz” diye boy gösteren insanlar da açlıktan ölmediklerine göre, asıl sorunun elindekiyle yetinememek, tembellik, sosyal yardımlarla yaşamaya alışmak vb. olduğu ortada..

Lise bir yana üniversitede bile dağarcığına yararlı bilgi yüklenemediği için tek düşüncesi sosyal medya hesabına yeni veriler yüklemek olan, ülkenin gereksinimlerini algılamak bir yana ailesi olmadan kendi ayakları üstünde bile duramayan (üstelik seçme hakkına sahip) +18 gençleri hoşnut etme babında devletin yaptığı iyileştirme ve karşılıksız destekler, meseleyi yine yazı dizisinin en başındaki ‘iyilik yap denize at, sonuç ne olursa olsun’ yanlışlığına getirmekte. Yani devletin destek sağlayıp imkan tanıyacağı insanlarda körlemesine eşitliğe değil, bu bireylerin niyetlerine, niteliklerine ve yapılan desteğin verdiği sonuca dikkat etmesi zorunluluğuna getirmektedir.

Gerçi bu durumda muhalif kurumlar ve trolleri sosyal/ulusal medyada hemen ‘iktidar yalakası, yandaşlar, parti mensupları’ tarzı yaftalı suçlamalara hemen başlayacaklardır. Aslında bu ‘her şeye muhalif’ kurumların tümünde iltimas, adam kayırmacılık ve hesapsız maddi desteklerin daniskası sürekli yapılmaktaysa da, medyada ne bunlar ne de namuslu insanların cılız yakınma haberleri neredeyse hiç yer almamakta.. Akil kişilerin daha önce bu ve benzeri konularda yazdığı yüzlerce uyarı yazısı bir yandan siyasi hayatın harala-gürelesi içinde kaybolmuş, bir yandan da etliye-sütlüye karışmayıp politik ömrünü uzatmaya çalışan ilgililerin görmezden gelmesiyle etkili olamamıştır. Sonuçta bu tür uyarıcı yazıların tek getirisi, ilerde birileri tökezlediğinde müellifine ‘zamanında ben zaten uyarmıştım’ diyebilme hakkı vermesi olarak kaldı.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir