Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 20, 2024

Biden Neden “Soykırım” Dedi?

Biden iktidarının açmazları ve Soykırım yalanına/yılanına sarılma…

Biden neden ‘Soykırım’ dedi?
Amerikan Başkanı Joe Biden’ın 1915 olaylarını soykırım olarak nitelendirmesi, vaka ve aktör analiz yapan siyasi analistler tarafından, çok da sürpriz olarak karşılanmadı. İlk kez 1981’de Ronald Reagan tarafından başka birtakım olaylarla birleştirilerek, 1915 olayları için soykırım ifadesi kullanılmıştı. Daha sonraki başkanların tamamı Ermenice ‘büyük trajedi’ anlamına gelen Meds Yeghen ifadesini kullanmayı tercih etmişlerdi. Ancak bu defa Biden, soykırım iddiasını kabul edeceğini bir gün öncesinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a telefonda paylaştı. Tabii ki Cumhurbaşkanımız bu kararın tarihsel, bilimsel, vicdani ve ahlaki prensiplere muvafık olmadığını aktardı. Ne var ki ABD Başkanı ve Amerikan Kongresi’nin tarihi gerçeklerle ve ahlaki ilkelerle hareket ettiğini söylemek mümkün değildi. Sadece olayın Türk tarafına yumuşatılarak yansıtılması için Osmanlı Ermenileri ve Konstantinapol gibi ibareler kullanılarak algı operasyonu yapılmıştı.

Peki diğer başkanlar ABD’de etkili olan Ermeni lobilerini üzmeyecek ve Türk tarafını da tam olarak tepkiye sevk etmeyecek orta bir yol tuttururken Biden’ı bu şekilde davranmaya iten sebep ya da sebepler nelerdi? Bunların başında kuşkusuz 9 Kasım 2020 tarihinde Azerbaycanlı kardeşlerimizin 44 günlük savaşı kazanarak Ermenistan’dan haklarını almalarıyla ortaya çıkan yeni Güney Kafkasya jeopolitiği oluşturmaktadır. Zira AB ve ABD desteğiyle o makama getirilen ancak savaş esnasında destek sağlanmayan Paşinyan yönetimine ve Ermenistan’a karşı bir vefa borcu yerine getirilmek istenmektedir. Zira Rum ve Ermeni lobilerine oldukça yakın olan ve hatta yakın çevresi tarafından ‘Bidenopolos’ olarak adlandırılan yeni ABD Başkanı, ilk defa senatör seçildiği günden beri (1972) Türkiye karşıtı her türlü provokasyonun bizzat içinde yer aldı. Hatta 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında hayata geçirilen Amerikan ambargosunun hazırlayıcılarının başında Biden gelmekteydi. Buna ilaveten en son 15 Temmuz 2016’da yaşadığımız iç savaş girişiminin mimarı ve FETÖ’nün ABD’deki en büyük hamisi de gene Biden’dan başkası değildi. Unutmayalım ki hâlihazırda sürdürdüğümüz ve şehitler vermeye devam ettiğimiz Kuzey Irak’a yönelik Pençe Harekatı da aslına Biden’ın beslediği PKK ve YPG teröristlerine karşı yapılmaktaydı.

Ancak bu defa, ABD-Türkiye ilişkilerini zehirleyeceği kesin olarak bilinen bu kararı hiç tereddüt etmeden tatbik etmesinin en büyük nedeni, Güney Kafkasya’da Türkiye’nin lehine oluşacak ve geri döndürülmesi çok zor olan moral ve askeri üstünlüğün oluşmaya başlaması oldu. Nitekim Karabağ Zaferinin ilk kutlaması için Bakü’de buluşan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Aliyev, içinde Azerbaycan, Türkiye, Rusya, İran, Gürcistan ve hatta bu süreçte barış anlaşmasına sadık kalması ve kalıcı barışı tesis istikametinde hareket etmesi kaydıyla Ermenistan’ın yer alacağı bir örgüt kurulmasını gündemlerine taşıdılar. Bu süreçte ağır bir yenilgi yaşayan ve bölge gerçeklerini kavramaya başlayan Paşinyan da bu öneriye sıcak bakma ve barış anlaşmasını uygulama eğilimi göstermekteydi. Zaten her iki Cumhurbaşkanının da ifade ettiği gibi Ermenistan rasyonel politikalar uygulamaya başlarsa Türk-Ermeni sınırı açılacak, karşılıklı insani, ticari ve siyasi ilişkiler başlayacak ve açlık ve fakirlik içinde inim inim inleyen üç milyon Ermeni, daha önce hiç sahip olmadıkları bir konfor ve huzur ortamına kavuşacaktı.

Rusya ve Türkiye’yi birbirine yakınlaştıran, İran’ı insani bir politika izlemeye zorlayan ve Ermenistan’ı da etkisi altına alan bu olumlu havanın tam da bu aşamada dağıtılması gerekmekteydi. İşte bu sözde soykırım ilanı sözünü ettiğimiz bu kazanımları berhava edecek potansiyele sahipti. Nitekim bugün geldiğimiz noktada daha başka parlamentolar da Biden’la benzer bir yol izlemeye başlarken öte yandan dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan Ermeniler de, Türklere saldırma, provokatif eylemlere karışma ve faşizan şiddeti tırmandırma hususunda bildiğimiz tavırlarını sergilemede gecikmediler.

Haddizatında yeni bir dünyanın inşa edilmeye başlandığı hâlihazır konjonktürde ABD’nin Türkiye’ye çok ihtiyacı var. Rusya ve Çin’i rakip ve düşman ilan eden ABD’nin yanına Türkiye’yi almadan bu güçlerle mücadele etmesi imkân dâhilinde görülmüyor. Öte yandan hegemon güç olma iddiasını gün geçtikçe kaybeden ABD’nin Ortadoğu’da, Akdeniz’de, Karadeniz’de, Kafkasya ve Kuzey Afrika’da varlığını sürdürmesi de Türkiye ile yeni dönemde kuracağı ilişkilerle çok alakalı. Bu durumun farkında olan ABD, bu ilişkileri normalleştirmeyi çok istiyor. Ancak bu barışı ve ittifakı tamamen kendi öncelikleri temelinde kurmak istiyor. Türkiye’nin 15 Temmuz 2016’dan itibaren kurguladığı yerli, milli ve ulusal çıkarlarını önceleyen aktif dış politikası ABD’nin hayal ettiği ilişki modalitesinin inşasına imkân vermiyor. Tam da bu nedenle CAATSA yaptırımlarını genişleterek, Türk ekonomisini çökertmeye yönelik adımlar atarak, Türkiye’nin hava savunmasında çok ihtiyaç duyduğu F16 modernizasyonuna mani olarak Türkiye’ye diz çöktürmeye çalışıyor. Bu sayede ilişkileri ABD ile ilk temasın kurulduğu ve Türkiye’yi teslim alan 1947 dönemine çekmek istiyor.

ABD’nin hayalinde kurguladığı ilişki biçimi, Türkiye’nin her türlü ABD direktifini sorgulamadan kabullenmesi ve kendi öncelikleri yerine müttefiklerinin çıkarlarını esas alan bir dış politika benimsemesi. Bunun bir yansıması olarak ABD, Suriye’nin kuzeyinde terör devleti kurarak Türkiye’yi parçalamaya niyetlenen, toplumdaki bölünme noktalarını kaşımak ve muhalefeti yeniden dizayn etmek suretiyle kaos ve kargaşa ortamı oluşturmayı benimseyen yaklaşım ve amaçlara hizmet eden bir yönetim görmek istiyor. Öyle ki bu ‘ideal’ iktidar, Rusya ile yakınlaşmayacak, Çin’le ticaret yapmayacak, hava sahasını müdafaa için S400 almayacak, sınır ötesi operasyon yapmayacak ve FETÖ/PKK/YPG ile asla mücadele etmeyecek. Tüm bunlara ilaveten Afganistan’dan Afrika’ya kadar NATO kapsamında hizmetlerini eksiksiz yerine getirecek, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’de haklarını aramayacak, Kafkasya ve Türk dünyasıyla asla iletişime geçmeyecek, Kuzey Kıbrıs’ı federasyon girdabında Rumlara teslim edecek, adaları silahlandıran ve tüm Adalar Denizinde hakimiyet iddiasında bulunan Yunanistan’a bilakaydüşart boyun eğecek.

Sonuç olarak ABD, hayalindeki Türkiye’ye ulaşana kadar elindeki her vasıtayı kullanarak Türkiye’yi itibarsızlaştırmaya ve her bakımdan zayıflatmaya çalışacak. Tüm bunların farkında olan ve ABD’ye asla taviz verme niyeti bulunmayan Türk devlet aklının, Haziran Ayında gerçekleşecek NATO Zirvesine kadar beklemeyi ve Biden’la ilk temasın ardından rasyonel bir plan dâhilinde beklenen adımları birbiri ardınca atması bekleniyor.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir