Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Mart 19, 2024

Vahiy ve Akılla Temellendirilmeyen İman Koftur

Bu haftaki makalemi akıl-iman ilişkisine tahsis etmek üzere planladım. Yazıma başlamadan, televizyon programlarından tanıdığım ve beğeni ile izlediğim Vahdettin İnce’nin “kocakarı itikadı” başlığıyla bir yazısı sosyal medyada karşıma çıktı. “Tevafuk oldu” diyerek yazıyı okudum.

Vahdettin İnce, yazısının ana fikrini son cümlesinde şöyle belirtmektedir: “Kocakarı itikadı”, kocakarıların inandıkları her şeye inanmak demek değildir; inandığın şeye onlar gibi inanmaktır.”
Bu son cümlesini söylemeden önce de şöyle demektedir: “Bir çok İslam aliminin, özellikle kelam ve felsefe alanında eserler veren ve rakipleriyle cerbezeli tartışmalara giren alimlerin son günlerinde geçmişte savundukları fikirlerinden pişman oldukları ve “kocakarı itikadı”nı benimsedikleri rivayet edilir. Bu rivayetleri hep kuşkuyla karşılardım.
…Ta ki şu korona belası kapıyı bize kapattırana kadar…”
Yazı okunduğunda, Vahdettin Hoca’nın da “Kocakarı itikadı”na teslim olduğu açıkça görülecektir.

Açıkça belirtmek isterim ki tarihi süreç içerisinde bazı ulemanın hayatlarının sonuna doğru her şeyden vaz geçip “Kocakarı itikadı” denilen itikadı benimsemesi, söz konusu bu itikadın doğru bir itikat olduğunu asla göstermez. Sahih bir itikadı, gelenekten, atalardan ve kocakarılardan değil, Allah’ın bize öğrettiği ayetlerden öğrenmekle mükellefiz. Birileri hayatı boyunca dile getirdiği fikirlerinden, yaptığı zikzaklardan ve bir türlü içine sindiremediği malumattan rahatsızlık duyarak “gerisin geriye” dönebilir veya yaşadığı çelişkili hayattan tat alamayabilir; ama bu tutum, hiçbir şekilde onları haklı kılamaz.

Vahdettin Hoca, “Kocakarı itikadı”, kocakarıların inandıkları her şeye inanmak demek değildir; inandığın şeye onlar gibi inanmaktır” diyor. “Onlar gibi inanmak” dediği husus, herhalde “onlar gibi teslimiyet gösterelim” demek istemektedir; ancak kabul etmek gerekir ki “teslimiyet” gösterilen kocakarı itikadı, öyle masum ve makul bir inanç değil, aksine beraberinde sorunlar taşımaktadır. Niçin, derseniz?

Her şeyden önce itikat/iman, asla belirsizlik kabul etmez; ilme ve kanıta dayanması lazım. Kişi, kime ve neye inandığını adı gibi bilmesi ve asla kuşkuya düşmemesi gerekir. Bunu da ancak Allah’ın ayetlerinden öğrenebilir. Mesela Allah inancı, yüzlerce ayette bütün açıklığıyla öğretilmektedir. Eğer “Kocakarı itikadı” denilen itikat ile bu iş olsaydı -ki o itikat, bilgisiz ve bilinçsiz ve kof bir itikattır- Allah, kendisini yüzlerce ayette anlatmazdı. Demek ki bir şeye/varlığa teslim olmak yetmiyor; hangi şeye/varlığa inanıyorsak, onu bütün ayrıntılarıyla bilmemiz ve kuşku duymadan kabullenmemiz gerekir.
Yine, konuyla ilgili sıkça dile getirilen bir diğer husus da “dini en az bilenlerin, daha dindar oldukları” ile ilgili kanaatin bulunmasıdır.

Peki, bu fikir nereden çıktı, neden kaynaklanmaktadır?
Sebep: Bazı İlahiyat diplomasına sahip olanların, ibadetlere karşı lakayt davranmış olmaları.
Sonuç: “İlahiyatçılar (dini bilenler) böyle lakayt davranıyorlarsa, az bilip onunla amel etmek daha iyidir.”
Hatta bazı kimseler, “genellikle çok bilenler sapıtıyor, şeytan da çok biliyordu; ama amel etmiyordu” veya “benim ninemin itikadı İlahiyat profesöründen daha güçlüdür” diyerek, az bilmenin daha kıymetli olduğunu vurgulamaktadırlar.

Yüksek sesle belirtmek isterim ki hem “kocakarı itikadı” hem de “az bilmenin daha kıymetli olduğu” varsayımı, Kur’an tarafından asla onay almaz. Müminler için mutlak doğru ölçü ve referans Kur’an olduğuna göre, Kur’an’ın onaylamadığı bu temelsiz varsayımları ciddiye alamayız. Kur’an, baştan sona ilme, akla, tefekküre, tedebbüre yer vermektedir. Yüzlerce ayette ilme/bilmeye, aklı kullanmaya, tefekküre atıf yapılmakta ve alternatif fikirler ortaya atanların, fikirlerini kanıtlamalarını istemektedir.

Kur’an, bilenlerle bilmeyenlerin kesinlikle bir olmayacağını, kendi hakikatlerini kavrayanların ve kendisine hakkıyla saygı duyanların ancak alimler olduğunu, dolayısıyla bilmeyenlerin zikir ehline (ilim ehline, alimlere) sorması gerektiğini açıkça vurgulamıştır.

Yine Kur’an, ilmi dikkate almayıp zanlarıyla hareket edenleri ve bilgisizce tartışanları uyarırken, kendilerine ilim verilenlerin ve ilimde derinleşenlerin derecelerini yükselttiğini belirtmektedir.
Ayrıca Kur’an, bilgisizce hareket edenleri “cahiliye” olarak nitelerken, buna karşılık “Rabbim, ilmimi arttır!” diye Allah’a yakarmamızı öğütlemektedir.

Nebi as da “alimler peygamberlerin varisleridir” buyurarak, ilmin ne derece önemli olduğunu belirtmiştir.

Kur’an mesajı bakımından bütün bunların, (aklı kullanmanın, tefekkürün, hikmetin, bilginin ve bilme faaliyetinin), ne kadar önemli olduğu ayan beyan ortada dururken, alternatif iman provalarıyla hakikate varmak mümkün değildir. Dolayısıyla ilim olmadan, akıl kullanılmadan, “iman akılla temellendirilmeden” iyi/sağlam bir imana sahip ve iyi/muttaki bir Müslüman olamayacağımızı bilmemiz gerekir.

“imanı akılla temellendirilme” mevzusu müminler için hayati bir öneme haiz olduğu için, bu mevzuyu bir sonraki yazımızda ayetlerin ışığında sürdürmeye devam edeceğiz, inşallah!

Selam ve Muhabbetlerimle…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir