Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Çarşamba, Nisan 24, 2024

Öneri!

Zalim bir siyasetin Müslümanlara hâkim olmasını istemeyen Hz. Peygamber (s.a.v.), atadığı yöneticilerin Kur’an’a vakıf olmalarına önem vermiştir. Tebük seferi’nde ordu komutanı atadığı Umare b. Hazm’dan sancağı alıp daha layık olması münasebetiyle meşhur vahiy kâtibi ve Kur’an âlimi Zeyd b.Sabit’e vermesi bunun en önemli kanıtlarından sadece birisidir. O’nun bu konudaki temel düşüncesi şu hadiste dile getirilmiştir: “Kur’an her zaman öne geçirir…”[1] Gerçek İslâm toplumlarında Kur’an’a vâkıf olmak ve dini ilimlerde derinleşmek emanete layık olmanın olmazsa olmaz bir parçasıdır. Bununla kastedilen şudur: Hangi alanda yetişirseniz yetişin, Kur’an bilgisinde derinleşmek barajdır. Barajı geçmek için Kur’an’ı kavramada derinleşmek şarttır. Doktor da, mühendis de, asker de, hukukçu da, muallim de, işçi de yeteri kadar Kur’an’ı anlayıp bilecektir. Kur’an bilgisi eşitler arasında tercihin başat sebebidir. Bu anlayışın pratik hâle getirilmesi herkesi Kur’an ilimlerinde derinleşmeye sevk edecektir. Modern siyasette vahye muttali olmanın yerini sermaye, şöhret, asabiyet, bölgecilik, yanlışa göz yumma, tekliften kaçınma ve teklif sunmama, reise yakınlık, lobi faaliyetleri ve dünyevi formasyonlar aldığı için Müslümanlar siyasi emanette ideallerini bilerek veya aldatılarak kaybettiler; sonuçta ise yıkılan dinleri oldu. Sadece siyaset değil, diğer alanlarda da emanete liyakat gözetilmez olmuştur. Dernekler, vakıflar, ilmi kurumlar ve hatta tasavvufi yapılar atamalarda ehliyeti hesaba bile katmamaktadırlar. İşler bilerek liyakatsiz insanlara verilmektedir. Torpil denen şeyin girmediği yer kalmamıştır. Peygamber Efendimizin şu buyruğunu akademisyenler, siyasiler, işverenler, kanaat önderleri, amirler ve zamanımızın ahlak önderleri şeyh efendiler hiç duymadılar mı? Resulullah (s.a.v.), “Müslümanların velâyet makamına getirilen birisi onların üzerine layık olmayan birisini iltimas geçerek (torpille) atarsa, Allah’ın laneti onun üzerine olsun. Allah, onun hiçbir amelini kabul etmesin ve cehennemine girdirsin.”[2] Buyurmuştur. Bu hadise medar olan ayetlerin ve sünnetin Müslümanlar arasındaki siyasal yansıması ve siyasetin kurumsallaşma biçimi, vahyi doğru anlamalarının da göstergesidir. Ehliyetsiz kimselere verilen siyasi ve akademik rantlarla ilgili kitaplar yazılsa ciltler dolar. Dilden, dinden, ihsandan, irfandan ve ilimden nasibi olmayan kimseler çok yönlü önderlik makamlarına getirilince emanet elbette zayi olmuştur.

Sünneti hayata hâkim kılmada iddialı olan tasavvufi kurumlar da ise vahamet daha da büyüktür. Kur’an, kıraat, tefsir, sünnet, fıkıh, kelam, ahlak, dil, siyaset ve adaptan yoksun kişilerle yol arkadaşlığı yapılarak ve bölgesel kanaat önderliği verilerek liyakatsiz kimseler Kur’an ehline tercih edildikleri için günümüz tasavvufu, ülkemizde ne ahlaki ne de imani bir tecdit yapamamıştır. Bu gidiş ve anlayışla böyle önemli bir görevi yapmaları mümkün de gözükmemektedir. Hatta bazı tasavvufi kurumların bizzat kendileri itikadi tecditten geçmelidir. Bu plânsızlık, kadrosuzluk, hedefsizlik, ciddiyetsizlik, ehliyetsizlik ve atalet devam ederse hiçbir zaman itikadi ve ahlaki bir tecdit de yapamazlar. Eskiyi tüketmenin dışında tasavvuf ilmine yeni bir şey de katamazlar. Hint alt kıtasında Müslümanları yeniden imani varlık alanına çıkaran İmam Rabbaniler çıkaramazlar. Marifette bir Cüneydi Bağdadi yetiştiremezler. İlim ve cihadda bir Adülkadir Geylani bulamazlar. Siyasetin rotasını belirleyen bir Akşemseddin’leri olmaz. Örnekleri tarihten çoğaltmak mümkündür. Zira her dönemdeki salik için terakkinin yolu farklıdır. İslâm’ın dünya gündeminin belirleyicisi olmadığı bir zamanda terakkinin (bu yolda ilerlemenin) ölçüsü Allah’ın dinini hâkim kılmak için yapılan nitelikli, ilkeli, kadrolu, ahlaklı, plânlı, sürekli ve fıkıhlı çalışmadır. Biz, ‘ülkemizdeki her kâfirin, zalimin, münafığın, ahlaksızın ve diğer sapık kişilerin hesabı bizden sorulacaktır’ muhasebe duygusunu taşıyan bir tasavvufi yol öneriyoruz. Kâfirlerin tamamından ve uluslararası emperyalizmden daha gayretli, kadrolu, basiretli ve plânlı bir tasavvuf yoluna hasretiz. Bütün bunlar ise sermaye biriktirmek ve kapalı odalarda teklifsiz menkıbe dinlemekle olmuyor. Çağın fıkhını yapacak ve çözüm bulacak kadrolar inşa edilip önderlik makamında görülmedikçe; liyakatli insanlar baş tacı edilmedikçe, paranın yerine ilim öncelenmedikçe, bireysel ve toplumsal hastalıklar belirlenip çare sunulmadıkça, Kur’an’ın başladığı yerden başlayıp toplum önce itikaden eğitilmedikçe, yoksulluk problemine çözüm bulunmadıkça, bidatlere karşı elbirlik tavır alınmadıkça, dünyada garip veya yolcu gibi yaşamanın müfredatı yapılıp uygulamaya konulmadıkça, ülkenin inanç haritası çıkarılıp her hastalığa uygun çalışma başlatılmadıkça, seferi bir hayat tercih edilmedikçe, tasavvufi kavramlara doğru anlamlar verilmedikçe, kâfir ve zalim velayetine izin verenlerin velayetten düştükleri ilan edilmedikçe, uluslararası bankacılık ve faiz sistemiyle hesaplaşmadıkça tasavvuf bekleneni gerçekleştiremez.

[1] Hakim,Müstedrek,Had.no:5778,c.ııı,s.476

[2] Ahmed,Müsned,c.1,s.6

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir