Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

Modern Zaman Nöbeti

Bu dünyaya her gelen, kendi nöbetini devralır. Bize de modern zamanların nöbeti düşmüş. Modern zamanlar, insanlığın adeta bir alt üst oluş halini yaşadığı ya da yaşamaya çalıştığı bir dönemin adı. Geleneksel bakış açılarının değişmesi bir yana bugün olanın yarına nasıl intikal edeceği, nasıl bir algı operasyonuna uğrayacağı ve kimin hangi yüzüyle karşımıza çıkacağı konusunda bütün öngörülerimizi ve beklentilerimizi yitirmiş durumdayız.

Doğrudur, insan öngörülemeyen bir varlıktır. Ancak bu kadar öngörülememesi ve her şeyin adeta tersine dönmesi, insanın bedeninin ruhunun kaldırabileceği bir yük değildir. Bu yüzden her nerede, ne konumda, ne durumda olursa olsun insanın zihinsel, bedensel ve ruhsal bir çöküntü yaşadığı bir gerçektir bu çağda.

Savaşların olduğu yerlerdeki maddî yıkım ile olmadığı yerlerdeki manevî yıkım neredeyse aynı oranda. Bu yıkımlar karşısında insan, o kadar kendi derdine düştü ve kendi içine kapandı ki, çaresizlik içinde kıvranan çocuklar, kadınlar ve yaşlılar bile kapsama alanının dışında kaldı. Kendini kurtarma kaygısı gözünde o kadar büyüdü ki, kendi derdi üstüne dert tanımaz hale geldi insan. En büyüğünün kendi derdi olduğuna inandı veya inandırıldı; büyüklük ve küçüklüğü aynı anda yaşamanın gerilimi bütün benliğini kuşattı. Hemcinsleri karşısında büyük, yıkım karşısında küçük…

Zavallım, bu müthiş gerilim içinde kıvrım kıvrım kıvranıyor. Adını da tabipler koymuş: Psikolojik çöküntü.

Kardeşin kardeşten, çocuğun anne babadan, kocanın karısında ve çocuklarından kaçtığı günün” (80/34-36) provasını yaşıyoruz deyim yerindeyse. Bir volkan patlamasının önündeki korku, bir fırtına karşısındaki savrulmuşluk, bir karanlıklar içinde kaybolmuşluk ve bir koca dalgaların önünde çaresizlik hali yaşıyoruz.

Her şeyi tartışıyor hiçbir şeyi çözemiyoruz. Ha bire düğüm atıyoruz. Elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız her yerimiz düğüm oldu. Zihnimiz kilitlendi; gözümüze ve kulağımıza perdeler indi, kalbimiz bizden saklanıyor…

Ne olacak halimiz… “Ya Rab! Bu karanlık gecelerin yok mu sabahı?

Eski kitapların önsözlerini okurken gençliğimde onları kınardım. Ne çok kendi zamanlarından şikâyet ediyorlar diye. Yaşım ilerledikçe onları anlamaya başladım. Meğer gençlikte eskilerin diğerkâmlık dediği duygudaşlık biraz zayıf oluyormuş. Daha keskin, daha bıçkın ve daha müsamahasız…

Gençlik bu. Delikanlılık hali. Başında kavak yellerinin estiği, kalbinin pıt pıt attığı, gönül tellerinin titrediği, sevda türkülerinin dinlendiği coşkulu hal… Telli duvaklı gelin bekleyen veya gelin olma hayali kuran gençlik… Bir de içinde kabaran her duyguyu aşk zanneden garibim… Bu da gençlik rüzgârının yol açtığı gribal hal olsa gerek.

***

Hacivat’ın “yar bana bir eğlence” diyen nakaratının yerine “yar bana bir teselli” diyesim geliyor. Bu kadar derdin içinde ne çok teselliye ihtiyacımız var!

Tefsirleri okurken, “teselli ayetleri” diye bir tabir sık sık karşımıza çıkar: Müfessirler işte bu ayet, Hz. Peygamber’e gelmiş teselli ayetidir derler.  Kim teselli ediliyor? O koca Peygamber (sav). Aslında o teselli ayetleri O’nun şahsında bizleri teselli için olsa gerek. Çünkü esas teselliye muhtaç bizleriz. Bu yıkıntı ve çöküntü altında, bitmişlik ruh halimizle, sürünen ruhumuzu taşıyan bedenimiz içinde… Allah aşkına, kim daha çok teselliye muhtaç. En güzel teselli, Allah’ın ayetlerinde aranan tesellidir. Çünkü O’nun dışında varacak kapımız, tutunacak dalımız, sığınacak yerimiz yok. Öyleyse gelin O’na sığınmakla başlayalım işe.

“Sabahın aydınlığının Rabbine sığınırım…” (Felak 113/1)

“Bütün insanların Rabbine sığınırım…” (Nas 114/1)

Sığınmak sağlam bir kulpa tutunmak, yıkılmaz bir güce dayanmak, o gücün yanında olduğuna güvenmektir. Çünkü güven, ruhun en büyük takviye gıdasıdır. Olmadı mı, ruh çöker bedeni de ıhtırır. İşte bunun adı tevekküldür.

“Allah’a tevekkül et.” (Nisa 4/81)

“Onlara karşı Allah sana yetecektir. O işitendir ve bilendir” (Bakara 2/137)

“Eğer yüz çevirirlerse, onlara de ki: Allah bana yeter. Zaten O’ndan başka ilah yoktur. Ben O’na dayandım. O, büyük arşın sahibidir” (Tevbe 9/129)

Bu kapıda ümitsizlik yoktur. Yoktur bu kapıda kötümserlik duygularına yer. Öyleyse gel, rahmete gel!

“Ey kendi aleyhlerine aşırılığa giden kullarım!” Günaha batmış bocalayan, ruhsal çöküntü içinde kıvranan, eziklik ve tükenmişlik hali yaşayan sizler! Sakın ha “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Bilin ki, Allah bütün günahları bağışlar.  Çünkü Allah her daim bağışlayan ve bütün kullarına rahmetiyle muamelede bulunandır.” (39/53)

Demek ki, sıkıştığımızda hangi kapıya varacağımızın, hangi mercie başvuracağımızın ve kime yöneleceğimizin adresi belli.

***

Fakat şeytan azılı bir düşman, becerikli bir ayartıcı, her konumda saptırıcı ve her malzemeyle baştan çıkartıcı… En uç noktada da Allah ile aldatma becerisi… İşte, tam bu noktada daha çok uyanık olmak lazım:

“Ey İnsan! Seni kerim olan Rabbin ile aldatan nedir? Biz insana vermedik mi iki göz, bir dil ve iki dudak, göstermedik mi ona iki de yol” (90/8-10)

“İnsana ve onu yaratana, ona iyi ve kötüyü gösterene yemin olsun ki, kendini temizleyen kişi kurtuluşa ermiştir, günaha sapan da hüsranın dibini bulmuştur…” (91/7-10)

Öyleyse önce kalpten O’ndan başkasını silmek lazım. Orayı arındırmak lazım. Bunun için tövbe etmek, istiğfarda bulunmak ve azmetmek lazım…

Babamız Hz. Adem, annemiz Hz. Havva şeytanın vesvesesiyle yasak ağaca yaklaşmış ve bulundukları cennetten çıkarılmışlardı. Bir çaresizlik hali yaşıyorlardı. Ne yardım isteyecek kimseleri ne de gidecek bir kapıları vardı.  İşte bu hal içindeyken ilahî rahmet imdatlarına yetişti. Büyük bir pişmanlık ve içtenlikle şu duayı yaptılar: “Ey Rabbimiz biz kendimize zulmettik. Eğer bağışlamaz ve rahmetinle muamele etmezsen, biz hüsrana uğramışlardan oluruz.” (7/23)

Onların bu hali bizim için hem ibret hem de rehberdir. Öyleyse buyurun duaya.

“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi kaydırma. Bize katından rahmet ihsan et. Sen her daim tövbeleri kabul edensin…” (3/8)

“Ey Rabbimiz, ‘iman edin’ diye seslenen bir davetçiyi işittik ve hemen iman ettik. Rabbimiz, günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi sil. Sonumuzu iyi ve güzel kullarının sonu gibi eyle. Ey Rabbimiz peygamberler vasıtasıyla bildirdiğin vaatlerini ver bize. Kıyamet günü bizi utandırma. Sen asla sözünden caymazsın.” (3/193-194).

*** 

Ne demiştik adres belli… Öyleyse dur divana, uy Kur’an’a, yönel Kabe’ye… Tıpkı Rahmet Peygamberi ve O’nun güzel dostları gibi; sıddîklar, sâlihler, şehitler ve peygamberlerin varisleri alimler gibi…

 “Rabbimiz! Sadece sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz.

Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiğin kullarının yoluna…

Gazabına uğramış ya da sapmış olanların yoluna değil…” Amin…

***Not: Bu yazı Nisan 2021’de Türkiye Gençlik Vakfı Yayınları arasında çıkan Çağdaş İnanç Problemleri adlı kitabımızın önsözünden.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir