Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Çarşamba, Nisan 24, 2024

Çözüm Üretemeyen ama Dilleri Sivri Olanlar…

Zulmün egemen olmaması ve önlenmesi için öncelikli yapılması gereken, zalim idarecileri egemen konuma getirmemektir. Allah Teâlâ, İbrahim Peygamber’i belirli alanlarda denedikten sonra önderlik makamına getirmiştir. Bakara Suresi’nin 124. Ayeti O’nun soyundan olup da Hz. İbrahim’in itikadi ve ahlaki vasıflarıyla donanmayanların salt dedelerine nispetle liderlik konumunda olamayacaklarına dikkat çekmiştir. İslâm’da yönetim soyla değil; emanete liyakatle şekillenir. Çünkü insanın soyunu belirleme kudreti yoktur. Dolayısıyla özgürlük alanına girmeyen şeylerle insanlar arasında farklılık iddia etmek ve üstünlük taslamak cahiliye âdetidir. Müslümanlar için bu ayetin evrensel mesajı; insanda zulme ait nitelikler yok edilmeden yöneticilik görevi vermenin yasak oluşudur. Zira ayetteki “zulüm” ifadesi şirk ve küfür anlamına geldiği gibi, adaletten ayrılmak ve günahlara dalmak anlamına da gelir. Hâlbuki dinimizde yönetimi meşru duruma getiren iki temel kaide; ilim ve adalettir. Adaletten ayrılan yöneticilerin meşruiyetinin düşmesi gerekirken, sonraki dönemlerde fitne çıkar endişesiyle fasık, facir ve zalim idarecilere itaat edileceği Sünnilik adına vurgulanmıştır. Lokal ve krala yaranma adına yapılan çirkin uygulamaları öne çıkararak Sünnilik böyledir demek de bir zulümdür. Çünkü Sünniliğin genlerinde zalim idarecilerle ortak hareket etmemek; zalimlere değil iktidar vermek en ufak bir meyil bile duymamak vardır. Sünni imamlarımızdan Ebu Hanife Hazretleri, gerekli şartları taşımadığı ve Hz. Peygamber’in torunlarına göre çok eksiği olduğu için Abbasi meliklerinden Mansur’a kıyam etmeyi önermiş ve bu mücadelesini şehit olana kadar sürdürmüştür. Bütün malını mülkünü Ehlibeytten olan İbrahim en-Nefs’ü-z Zekiyye’nin imameti için harcamıştır. Sünni geleneğin diğer imamlarının da benzeri mücadelelerine tarih şahittir. İmam malik, İmam Şafi ve Ahmet b. Hanbel’in çektiği sıkıntılar ve gördükleri işkenceler müsellemdir. İmamlarımızın hiç biri zulme ve zalim idarecilere onay vermemiştir.[1]Kur’an ve sünnetin muhkem hükümleriyle çatışan bir Sünnî gelenekten bahsetmek ilmi ve insaflı değildir. Lokal olayları Sünnilik genellemesi içerisinde vermek tarihi bir yanlıştır. Propagandaya yönelik asılsız söylemlerdir. Hatta diğer ekollerle kıyaslarsak Sünnî gelenek daha da pak ve temizdir. Tarihin tozlu sayfalarından tekil örneklerden yola çıkarak genelleme yapmak en azından insafsızlıktır. Bu bağlamda yeri gelmişken şu olayı da hatırlatmakta yarar görüyoruz. Seksenli yıllarda gençleri yönlendiren ve ülkelerine yabancılaştıran sözde bazı İslâmcı yazarlar, Abbasiler döneminde görev alan İmam Ebu Yusuf’la ulemanın kırılma yaşadığına dikkat çekmiş ve onu ilmi kariyerini siyasanın emrine vermekle itham etmiştir. Hâlbuki Ebu Yusuf’un zalim idarecilerin zulmüne fetva verdiğine veya zulmü onayladığına dair hiç kimse bir tek örnek bile gösteremez. Bilakis zulmü önlemesi ve ehliyetsiz kimselere ilmi dereceler verdirmemesi ile ilgili onlarca örnek vardır. “Çağdaş Kavramlar ve Düzenleri” yazan birinin zorlanınca laik olduğunu söylemesi, ümmetin çocuklarını önce yönetimden soğutup sonrada kendilerinin yöneticilere yağcılık yapması, benimde bir mealim olsun türünden bir çalışmayla hatalarla dolu bir ucube meal üretmesi, hepsinden öte bir terör grubunun gazetesinde maddi getiri için çöplenip yıllar önceki radikal çıkışlarıyla çelişkiye düşmesi, terör odaklarına yağcılık yapması, dini tahrif etmeleriyle alakalı söylemlerine sesini çıkarmaması, Abant konsüllerinde boy göstermesi, din düşmanlarıyla aynı ligde endam edebilmek için İslâm’ı indirgemeci bir üslupla yorumlaması, dinin devlet talebinin olmadığını ilan etmesini hangi anlayış ve yaklaşımla yorumlamamız gerekir? İslâm âlimlerine saygısızlık içeren bu tip yazılarla yetişen türedi jenerasyon, ulemaya sövmeyi bu adamlar sayesinde alışkanlık hâline getirdi. Bu düşünceleri yazan kişiler kendilerini laik; İslâm’ı ise hâkimiyet ve devlet talebi olmayan bir din olarak lanse ederken, itikaden nereye gittiklerini acaba hiç düşündüler mi? Müslümanların aleyhine emperyalist kâfirlerle ortak hareket eden bir örgütle beraber eylem yaparken iman bakımından nerede olduğunu hiç aklına getirdi mi? İnsana günah olarak bunlar bile yeter de artar bile. Bu meyanda şunu da açmakta yarar görüyoruz. Ülkemizin bazı ilahiyatçıları edindikleri yanlış bilgi ve tikel uygulamalardan yola çıkarak “Sünniliği bombalamak” tezi üzerinde durmaktadırlar. Bu absürt ifade ile her hâlde zulme onay veren tarihi Sünnilik(!) yerine modernitenin etkisinde olan ve batılı değerlerle çatışmayan neo-sünniliği inşa etmektir. Bu Sünniliğin omurgasını cihaddan uzak durmak, hayatın genişlik alanında dini devreye sokmamak, dünya finans sistemi ile çatışmamak, dinin iktidar talebinin olmadığını deklare edip laikliğin biricik kurtuluş yolu olduğuna iman etmek oluşturmaktadır. Laisizmin biricik yol olduğu tezini savunan bu akademik zevatın asıl sorunu dünyadaki gelişen olaylara Kur’an ve sünnetten çözüm üretememektir. Felsefe okuyup din okumamaktır. Herhangi bir tezden ziyade bu adamlar medyadaki bazı tarikat erbabının ve geleneğe bağlı akademisyenlerin düşünceleri ve söylemleri üzerinden konuşmaktadırlar. Tek şükrettikleri ise, tutundukları laik anlayışın kurumsal hâle gelmesidir. Yazıları ve konuşmalarının tamamında dünya sisteminin egemenlik ve varlık alanlarına göre dinin indirgemeci bir yorumu hâkimdir. Dinin başta ceza hukuku olmak üzere yaptırımlarının ya inkârı ya da mutlak tarihselci yaklaşımla dondurulması söz konusudur. Epistemolojik bağlamda rasyonalist olduklarından dolayı içeriden birisi olarak gavurların bile aklına gelmeyen aykırı fikirler zaman zaman onlardan sadır olabilir. Velhasıl bu zevat ile eskiye sözde bağlı olup da yeni bir şey söyleyemeyenlerin ortak noktası çözüm üretememek ve laisizme pratik anlamda zemin hazırlamaktır. Dini anlamda boşlukta bırakılan gençlerimiz de bu boşluğu ideolojilerle doldurmaktadırlar. Sünniliği bombalamak isteyenler, kendilerince İslâm’ı yetersiz bulup ideolojik sapmalarla din değiştiren bu gençlerin itikadi sorunlarına çözüm bulsalar daha iyi olmaz mı?

[1] Rıza, Reşid, el-Menar, c. I, s. 328.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir