Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Mart 29, 2024

Fesh Edilmesinin Ardından İstanbul Sözleşmesi Raporu

Nihayet uzun yıllardır gündemimizde olan İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı Kararıyla çekildik. Haberin duyulduğu Cuma gecesinden beri yer yerinden oynuyor. Çekilme nedenimiz hakkında Sayın Cumhurbaşkanımız’dan bir açıklama gelmese de Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un açıklamalarından anladığımız kadarıyla sözleşmenin kadına yönelik şiddeti önlemede işe yaramadığı için iç dinamiklerle bu işin halledilmesi yoluna gidileceğidir.

 Tabi bununla beraber milletimizin sözleşmeye olan güveni de ciddi oranda sarsılmıştı. Artık sözleşmenin kadını şiddetten koruma amacında olan masum bir sözleşme olduğu iddiası inandırıcılığını kaybetmişti. Milletimizde bu kanaati oluşturan en önemli etkenlerden biri de sözleşmeye yöneltilen son derece makul eleştirilerin dahi feminist ve LGBT bağlantılı malum mor dernekler tarafından tehdit ve baskıyla sindirilmeye çalışılmasıydı.

 Sözleşme aleyhine ağzını her açana “homofobik, seksist, kadın düşmanı, cinsiyetçi” gibi etiketlerle saldıran malum lobi İstanbul Sözleşmesi’ni adeta bir put haline getirip ağzını açana saldırıyordu. Bardağı taşıran son damla ise malum derneklerin çatı kuruluşu olan Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’nün geçtiğimiz günlerde “İstanbul Sözleşmesi kaldırılsın diyenlere dava açacağız” açıklaması oldu. Bu resmen milletimizi tehdit etmek demekti.

 Binlerce akademisyenin, yazar ve entelektüelin haklı itirazlarına bir darbe girişimiydi; ifade özgürlüğünün gaspı demekti. Bence bir süredir sözleşmeden çekilme sinyalleri veren Cumhurbaşkanımız için de bu cüretkârlık bardağı taşıran son damla oldu. Türkiye’nin asli unsurlarından olan dindar kesimin blok halinde İstanbul Sözleşmesi’ne itiraz ettiğini gören ve bu kesimi tehdit eden Canan Güllü’ye gereken cevabı milletinin yanında duruş sergileyerek Cumhurbaşkanımız vermiştir. Bu kararda birçok dindar tabana sahip parti ve STK’nın aynı safta buluşması da bu konuda Cumhurbaşkanımızın elini rahatlattı. Keşke her konuda böyle bir birlik sağlayabilsek. İnşallah bu kararla millete ayar vermeye kalkışan tüm odaklar bu milletin tehditlere boyun eğmeyeceğini anlamıştır.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİNDEN NEDEN ÇEKİLDİK?

 Sözleşmenin feshi ile malum kesim tarafından öyle bir algı oluşturuldu ki Türkiye’deki kadınlar durmadan şiddete maruz kalıyor imajı dış dünyaya yansıtıldı. Hatta İngilizce “Türkiye kadınlar için güvenli bir yer değil” tagları ile Avrupa ve ABD’den konuya müdahil olmaları için yardım istendi. Peki, gerçekler bu mu? Türkiye gerçekten dünyadaki en güvensiz yer mi? Malum kesim gerçekten kadınların şiddetten kurtulmasını mı istiyor yoksa hesapları başka mı? Gelin hep beraber madde madde İstanbul Sözleşmesi’nin arızalarını anlatalım. Bu sayede neden çekildiğimiz de daha net anlaşılır. İdeolojik bataklığa saplanmış bağnaz ve yobaz zihniyeti ikna edemeyeceğimi elbette biliyorum. Zira onların derdi kadınlarımız da değil aslında.

 Bu maddeleri yıllardır sahada çalışan bir psikolojik danışman ve İstanbul Sözleşmesi üzerine detaylı bir literatür çalışması yapmış bir ruh sağlığı çalışanı olarak yazıyorum.

  1. Kadına Yönelik Şiddet ve Ev içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) 2011 yılında İstanbul’da imzaya açıldı ülkemizce imzalandı ve 2014 yılında yürürlüğe girdi. Türkiye sözleşmeye şerhsiz imza atan ilk ülke olarak tarihe geçti.
  2. Sözleşme 81 maddedir. Sözleşmenin giriş kısmında kadına yönelik şiddetin yapısal nedeninin yani esas nedeninin toplumsal cinsiyet kavramından kaynaklandığı iddia edilerek sözleşmenin tüm maddeleri toplumsal cinsiyet kavramı üzerine bina edilmiş. Oysa toplumsal cinsiyet kavramının varlığı dahi bilimsel literatürde son derece tartışmalı. Ayrıca şiddetin temel nedeninin toplumsal cinsiyet kavramından kaynaklı olduğuna dair tek bir bilimsel çalışma bile yokken hangi mantıkla uluslararası bir sözleşmenin esas kavramı olabiliyor?
  3. Kadına yönelik şiddeti bitirmeye çalıştığını iddia eden bu sözleşmede alkol kelimesi bir defa dahi geçmiyor. Oysa Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı çalışmalara göre kadına yönelik şiddetin %70’i alkollüyken meydana geliyor. Alkolün şiddetin baş müsebbibi olduğu daha birçok bilimsel çalışmayla kanıtlanmışken alkole yönelik herhangi bir madde içermeyen bu sözleşmenin samimiyetine nasıl güveneceğiz?
  4. Sözleşme şiddet kavramının sınırlarını olabildiğince geniş tutarak dört tür şiddetten bahsetmektedir. Bunlar fiziksel, ekonomik, cinsel ve psikolojik şiddettir. Ancak bu şiddet türlerinin ne tanımı ne de sınırları açık ve net bir biçimde ortaya konulmamıştır. Bu durum pratikte neyin şiddet olduğu neyin olmadığı hususunda keyfiliğe kapı açmaktadır. Bununla beraber İstanbul Sözleşmesi’nin uygulama kanunu olan 6284 nolu kanunda da aynı durum geçerlidir.
  5. Sözleşmenin şiddet türlerinin tanım ve sınırlarını açıkça ortaya koymaması 4. maddenin 3. fıkrasında cinsel yöneliminden dolayı hiç kimseye şiddet uygulanamayacağı ifadesiyle birleşince işler sarpa sarıyor. Zira psikolojik şiddetin ne olduğu kesin olarak bilinmiyor. Siz dininize göre “eşcinsellik sapıklıktır” dediğiniz anda İstanbul Sözleşmesine göre LGBT’li bireylere psikolojik şiddet uygulamakla itham ediliyorsunuz. Bunun apaçık örneği Diyanet İşleri Başkanımız Ali Erbaş’ın Cuma Hutbesinde “eşcinsellik sapıklıktır” demesiyle hakkında yapılan suç duyurularıdır. Suç duyurusunda bulunanlar dava gerekçelerinde istisnasız olarak İstanbul Sözleşmesi’ni referans göstermişlerdi. Bence gerek hükümette gerekse de halkımızın çoğunda sözleşmenin bu tehlikeli tarafı ilk kez bu olayla anlaşıldı. Bu sözleşme resmen dinimizin emrettiklerini ifade etmemizi engelliyordu.
  6. İstanbul Sözleşmesi imzacı tüm ülkeleri aynı şiddet tanımında (daha doğrusu tanımsızlığında) buluşturmak istemektedir. Oysa her milletin, kültürün ve coğrafyanın şiddetten anladığı farklıdır. Bu yönüyle de toplum sosyolojisini zerrece dikkate almayan bir çalışmadır.
  7. Sözleşmede genel yükümlülükler bölümü, Madde 12/5’te “Taraflar kültür, örf ve adet, gelenek, din veya sözde “namus”un işbu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemini için mazeret oluşturmamasını sağlar” denmektedir. Burada şiddetin yukarıda vurgulanan geniş içeriğinin göze alınması önemlidir. Bir aile üyesinin, diğer bir aile üyesine dini veya kültürel değerler üzerinden herhangi bir müdahalesi, uyarısı durumun şiddet olarak kodlanması için yeterli olabilecektir. Ayrıca bu madde ve 42. maddede namus ifadesi “sözde” vurgusuyla verilmekte, bu şekilde hem kadın, hem de erkek için bağlayıcılığı bulunan namus kavramı tahfif edilmektedir. Özellikle Batı’da “Müslüman ve terörist” kavramlarının sürekli birlikte kullanılması gibi “din ve namus” “şiddetle” ilişkilendirilerek kullanılmakta, sanki namus, din, gelenek kavramları şiddetin kaynağıymış gibi sunulmaya çalışılmaktadır. (Bu madde aileakademisi.org adlı siteden iktibastır.)
  8. İstanbul Sözleşmesi’nin neredeyse her bir maddesinde toplumsal cinsiyete atıf vardır. Şiddetin başka bileşeni yokmuş gibi davranılmaktadır. Oysa yukarıda belirttiğim gibi toplumsal cinsiyet kavramının varlığı dahi tartışmalıdır. Sözleşmede alkolün yanı sıra uyuşturucu, medya, yoksulluk gibi şiddetin en önemli etkenlerinden de bahsedilmemektedir. Yani “kadın ve erkek rollerinin kökünü kazıyınca” şiddet bitecek demeye çalışır sözleşme.
  9. Sözleşmenin 48. maddesi arabuluculuğu yasaklamakta, “Taraflar işbu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddete ilişkin olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri alır.” demektedir. Sözleşmedeki şiddetin fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddeti içerdiği göz önüne alındığında, bu maddede sadece fiziksel şiddete yönelik değil, tüm şiddet türlerine yönelik bir yasağın konduğu görülmektedir. Bu maddeden de anlaşılacağı üzere, sözleşmede aileyi koruyabilecek tedbirlere yer verilmemekte, toptancı bir yaklaşımla arabuluculuğun faydalı olabileceği durumlar da dışlanmaktadır. (Bu madde aileakademisi.org adlı siteden iktibastır.)
  10. İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe girdiğinden bu yana kanun, yönetmelik ve genelgelerle çok güçlü bir şekilde uygulanmıştır. Hatta kalkınma planlarımıza bile girmiş bir sözleşmeden bahsediyoruz. Son beş yılda 6284 nolu kanunla 2 milyona yakın erkek evlerinden uzaklaştırılmıştır. Buna rağmen kadın cinayetleri her yıl istikrarlı bir şekilde artmaktadır. Bu durum sözleşmenin en önemli işlevini yerine getiremediğini de göstermektedir.
  11. İstanbul Sözleşmesi uygulanmıyor itirazında bulunan malum kesime sözleşmeyi ve toplumsal cinsiyet eşitliğini tüm güçleriyle uygulayan İskandinav Ülkelerinde de kadına yönelik şiddetin ve cinayetlerin durmadan arttığını bilimsel delillerle ortaya koyduğumuzda cevap verememektedirler.
  12. Amnesty Interntional’ın (Uluslararası Af Örgütü) 3 Nisan 2019’da yayınladığı raporu Euro News şu şekilde haberleştirdi: “Cinsiyet Eşitliğinde Zirvedeki İskandinav Ülkelerinde Tecavüz Oranları Korkutucu Seviyede”. Uluslararası Af Örgütü’nden Kumi Naidoo, bu dehşet verici tabloyu şu sözlerle yorumluyor: “Cinsiyet eşitliğini sürdüren güçlü kayıtlara sahip İskandinav ülkelerinin şoke edici derecede yüksek tecavüz oranlarına sahip olmaları bir paradoks.”
  13. Durum buyken İstanbul Sözleşmesi’nin ve toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarının uygulanıp da şiddetin düştüğü tek bir ülke bile gösteremeyen malum kesim milletimizi tehdit etmekten başka çare bulamamaktadır. Kaldı ki Türkiye’nin kadına yönelik şiddet oranları Avrupa’dan çok daha iyi durumda olduğu da tüm çalışmalarla ortaya konulmuştur.

 Aslında çok daha fazla garabeti yazabilirim buraya ancak bu kadarının kâfi olduğunu düşünüyorum. İnsaf nazarını kaybetmemiş her insanın bu gerçekler karşısında İstanbul Sözleşmesi’nin samimiyetten uzak, son derece problemli bir metin olduğunu bu satırları okuduktan sonra anlayacağını düşünüyorum.

Bundan Sonrası İçin Öneriler

  1. Şiddete bütüncül yaklaşmalıyız. Zira ülkemizde ve tüm dünyada yükselen bir şiddet dalgası var.
  2. İstanbul Sözleşmesinin iptali tek başına her şeyi halletmiyor. İstanbul Sözleşmesinin dayandığı ve İstanbul Sözleşmesine dayanarak çıkarılan tüm yasal düzenlemelerin de iptal edilerek yerine adil düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Bu noktada İstanbul Sözleşmesinin uygulama yasası olan 6284 nolu kanun karşımıza çıkıyor.
  3. Kadın-erkek ayrımı yapılmamalıdır. Şiddet mağdurunun ve şiddetin failinin kadını erkeği olmaz. Şiddet şiddettir. Cinsiyet ayrımına gidilmesi bizi kısır bir döngüye sokacaktır. Kaldı ki şu an her yıl Dünyada öldürülen erkek sayısı öldürülen kadın sayısından 4 kat fazladır.
  4. Şiddetin tanım ve sınırının netleştirilmesişarttır. Şiddet kavramının kültür, coğrafya ve sosyolojiyle direkt alakalı olduğu akıldan çıkarılmayarak sahadan çalışmalarla ülkemize özgü şiddet tanımının yapılması gerekmektedir.
  5. Şiddeti merkezine varlığı dahi tartışmalı olan toplumsal cinsiyet kavramını koymak yerine medya, alkol, kumar üçlüsüne odaklanılmalıdır.
  6. Şiddeti doğuran etkenlerden biri de yoksulluk ve işsizliktir. Enerjimizi bu konulara harcamalıyız.
  7. Fıtratı reddeden tüm ideolojik yönelimlere mesafe koymalıyız. Zira fıtratı reddetmek hakikati reddetmektir. İstanbul Sözleşmesi fıtratı temelden reddeden bir sözleşmedir.
  8. Temellerini tüm araçlarıyla sosyolojimizden alan genel şiddet eylem planları hazırlamalıyız. Kavramlarıyla, sosyolojisiyle tamamen bize ait şiddeti engellemeye yönelik düzenlemeler yapılmalı. Bunlar yapılırken insanımızı çok iyi analiz etmiş uzmanlarla ve sivil toplum kuruluşlarıyla çalışılmalıdır.
  9. Aile okulu, ebeveyn okulu, evlilik okulu gibi çalışmalarla aile içi iletişimi güçlendirip aile kurumunu tahkim etmeliyiz. Evlilik öncesinde de aile okulu çalışmaları yapılmalı. Ancak çalışmaların muhtevası yine bizim kültürümüzü esas almalıdır. Her coğrafyanın sosyolojisinin farklı olduğu unutulmamalıdır.
  10. Zamana cevap veremeyen bir takım kültürel kabullerimizi yine kültürümüzden kopmadan zamana ve zemine uyarlamalıyız.
  11. Aile içi şiddet konularında devlet-aile-aile büyükleri-danışmanlık hizmetleri etkin bir işbirliği içerisinde olmalıdır. Aile içi anlaşmazlıklarda boşanma en son çözüm olarak görülüp uzmanlar aracılığıyla terapiler ve çeşitli aile atölyeleri mekanizmaları geliştirilmeli. Bu süreçlerde ailenin diğer fertleri de sürece dâhil edilmeli. Polisiye tedbirler en son çare olmalıdır.
  12. Cinsiyetsizleştirme amacı güden tüm çalışmalara karşı uyanık olmalıyız. Bu şeytani planlara gücünü kendi medeniyet kodlarından alan çok güçlü devlet politikalarıyla karşı koymalıyız. Aksi takdirde küreselleşme süreci en başta gençlerimizi ifsad edip yarınımızı mahvedecektir.
  13. Tüm çalışmalarımızın merkezinde aile kavramı olmalıdır. Yapılacak tüm çalışmalarda belli bir cinsiyetin menfaati değil toplamda ailenin menfaati gözetilmelidir. Unutulmamalıdır ki aile biterse her şey biter.
  14. Cezaların caydırıcılığı, içeriği ve çeşitliliği arttırılmalıdır.

GÜÇLÜ AİLE, GÜÇLÜ TOPLUM

DOĞRU PERSPEKTİF, DÜŞÜK ŞİDDET

Daha Fazla

1 Yorum

  • Gazi SEVİL
    Gazi SEVİL

    Gerçekten kapsamlı ve doğru bilgilendirici bir yazı olmuş. Analizler çok yerinde. bizim aile yapımızı ve kültürümüzü yok etmeye yönelik unsurlar tek tek tespit edilmiş. Ellerinize sağlık

    Cevapla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir