Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Mart 28, 2024

Oryantalistin Yerlisine

İlk dönemlerde yazılan kaynaklarla yeni çalışmalar arasında derin farklılıklar var. Bu derin farklılıkların olduğu konulardan biri de Ehli Kitap denilen Yahudi ve Hristiyanlara bakıştır. Üzülerek belirtelim ki yeni çalışmalar İslâm’ın karşısına yeni hak dinler üretmenin peşindedirler. Hz. Peygamber(s.a.v.) dönemine yakın ana kaynaklarda olmamasına rağmen, geçen yüz yıldan itibaren ülkemizdeki ilahiyat çalışmalarında Yahudilik ve Hristiyanlık için “ilahi” ve “semavi” ifadeleri çokça kullanılmaktadır. Kullanılan bu ifadeler insanımızın zihninde muharref kitapların aslı bozulmamış gibi muamele görmesine sebep olduğu gibi, Yahudilik ve Hristiyanlığın da elan geçerli hak bir din olduğu algısını uyandırmaktadır. Buradan olaya bakarsak misyonerlerin bile başaramadıkları müspet algı, bizim ilahiyatçılarımız tarafından sağlanmaktadır. Bu çalışmaların sonunda başlayan din değiştirmeler ileriki aşamalarda kitleselleşebiliyor. Kısacası; kurucuları insanlar olan günümüz Hristiyanlığı, “İsa Peygamber’in yaşadığı farklı bir vahiy tecrübesidir” diye ilmi bir form içerisinde(!) takdim edilince, ona yeni bir kabul alanı açılmış olmaktadır. Buna göre tercihler yapılınca da kitlesel din değiştirmeler olmaktadır. Kısacası ülkemiz çocukları mürtet yapılırken milli kimliğimiz de berheva edilmektedir. Olaya buradan bakarsak bu oryantalist propagandayı yapanların vatana ihanet suçundan yargılanmaları gerekmez mi?

Hz. Peygamber’in Kur’an’ı beyan tarzını araştırırken gördük ki Resulullah, sahabenin bilmediği kelimeleri, kavramları, deyimleri, mücmel ifadeleri, mübhemâtı, söz aktarımlarını ve mecazları açıklamıştır. Ümmetine kapalı bir şey bırakmamıştır. Bir anlamda kavramların izahı da risalet görevinin içerisinde mündemiçtir. Bunun anlamı, Müslümanlar kavramlarının anlamlarını evvela kendi kaynaklarında aramalıdırlar. Bu bağlamda Kur’an’ın Kur’an’la, Kur’an’ın sünnetle, sünnetin sünnetle tefsirleri çok önemlidir. Bu tefsirin özünde Kur’an ve sünnete tam vukûfiyet ve naslara bütüncül bakabilmek vardır. Buradan yola çıkarsak Kur’an ve sünnet, Müslümanlara din ve Ehli Kitap kavramlarını detaylıca açıklamıştır. Özellikle din bağlamında Hz. Muhammed(s.a.v.)’e gelen İslâm’ın dışında bir dinin geçerli olamayacağı beyan edilmiştir. Ayetlerin ilk muhatapları olan sahabe istikamet üzere bir yol tutup Yahudilik ve Hristiyanlığı Kur’an’ın anlattığı gibi anlamış ve onlara karşı herhangi bir sempati duymamışlardır. Aynı anlayış tabiin döneminde de devam etmiştir. Bunun en büyük kanıtı h. 110 tarihinde vefat etmiş olan Hasan el-Basri’nin, Bakara suresinin 42. Ayetinin tefsirinde Yahudilik ve Hristiyanlık ile ilgili yaptığı şu yorumdur: “Yahudilik ve Hristiyanlığı sakın İslâm ile karıştırmayın. Sizler bilirsiniz ki Allah’ın (gerçek) dini İslâm’dır. Yahudilik ve Hristiyanlık bidattır/sonradan uydurulmuş türedi dinlerdir. Bunlar Allah katından gönderilmemiştir.”(Hasan el-Basri, Tefsir. C. I, s. 37.) hicri 309 tarihinde vefat eden Müfessir Ebu Cafer et-Taberi’de ayetin tefsirinnde; “İslâm’ı, Yahudilik ve Hristiyanlıkla karıştırmayın” demiştir.(Taberi, Cami’u-l Beyan, c. I, s. 293) Örnekleri çoğaltmak mümkündür. İlk dönem İslâm âlimlerinin diğerlerinden ayrıldığı en temel noktalar; dilde, metodoloji/usulde ve dinde derinlikleridir. Buna Kur’an ve sünnetin bütünlüğüne vakıf olmayı da eklersek fark daha da belirgin hâle gelir. Bizim kanaatimize göre klasik dönem ulemasının istikamet üzere bir duruşu; âlim olmanın zorunlu sonucu olarak durması gereken yerin doğruluğuna önce iman, sonra da bu doğrunun hâkimiyeti için bilimsel yeterlilikle donanma ve mücadele azmi vardır. Onlar bu duruşu Resulullah’ın eğitiminden geçen sahabeden almışlardır.

İslâm’a karşı yeni bir din üretmek çerçevesinde ülkemiz ilahiyatçıları zaman zaman ayetlerden de istişhad etmişlerdir. Yeni yaklaşımlara göre ayetler, mutlak doğrunun hayatı anlamlandırılmasında delil olmaktan ziyade akademik bir meta konumuna indirgenmiştir. En sonunda dinsizliğe veya eskilerin deyimiyle zındıklığa ayetlerden deliller de getirdiler. Veya arzu ettikleri hususlarda Kur’an’ı konuşturdular. Ellerine aldıkları yalın ve muharref meallerle yapılan şovlar bunun göstergesidir. Ayetlerden hareketle modernitenin yolunu sonuna kadar açmak istediler. Kısacası dini dinle vurmak yolunu seçtiler. Bu sürecin kaybedenleri tartışan gruplardan ziyade dine mutlak anlamda teslim olup onu tek hak yol olarak bilen samimi halk kitleleri olmuştur. Yapılan mesnetsiz akademik gevezelikler sayesinde insanlar dinlerinden, imanlarından, ibadetlerinden ve âlimlerinden hem soğudular hem de uzaklaştılar. Bu tartışmalarım halka kazandırdığı bir şey olmadı ama onlara çok şeylerini kaybettirdi. Binaenaleyh söyleyeceğimiz odur ki dinleri eşitleme veya İslâm’ın karşısında yeni dinler üretme hususlarında bazı ilahiyatçı akademisyenlerin en çok istismar ettiği ayet Bakara suresinin 162. Ayetidir. Tüm bağlamlarından kopuk, ön kabullü ve ideolojik bir yaklaşımla yanlış anlam verilen meallerden aşırarak köksüz bir çevriyle ilgili ayeti Yahudilik ve Hristiyanlığın da kurtuluş yolu olduğuna delil getirdiler. Daha kaba söylemle İslâm’a gavurluğu onaylattılar(!) İslâm’ın seviyesine muharref iki dini çıkardılar veya İslâm’ı Yahudilik ve Hristiyanlık gibi iki bidat ve hurafe dinin seviyesine indirdiler. “Cennet Müslümanların tekelinde değildir” hezeyanıyla başlayıp salih amele, “barışa hizmet” anlamını yükleyerek ibadetsiz din projesini deklare ettiler. Konuyla ilgili batıl fikirlerine taraftar bulmak için kitaplar yazıp makaleler yayınladılar. Sonuç; batıl düşünce sahipleri taraftar bulamadı, bu fesat düşüncelerin öncülerinin birçoğu öldü gitti. Söylemlerinin karşılıklarını mutlaka göreceklerdir. Unutulmamalı ki Hakk’ın yeryüzündeki şahitleri olan istikamet ehli Müslümanlar onları hiçbir zaman rahmetle anmayacaklardır.

Bakara suresinin 62. Ayeti ve kardeşi sayılan Maide suresinin 69. Ayetiyle alakalı o kadar çok şey söylendi ki meal yazarlarının bir kısmı bunlardan etkilenerek çevrilerini yeniden gözden geçirdiler. Kısmen düzeltenler oldu. Anlamadığımız, her mealin bir tefsir olması kuralınca bu meali hazırlayanlar niçin ilk dönem tefsir kaynaklarından itibaren bir tarama yapmadılar? Verdikleri mealleri gramer açısından niçin ele almadılar? Elde ettikleri anlamın, Kur’an’ın ruhuna ve makasıdüşşeriaya aykırı olduğunu nasıl fark etmediler? Bu yanlışların tamamından yola çıkan oryantalist anlayış ülkemizde misyoner çalışmalarına bilerek ve bilmeyerek destek verdi. Türk çocuklarının İslâmî kimliğini ellerinden alıp gavur hüviyeti vermek isteyen “diyalog” projesiyle aynı yere hizmet etti. Tek bir Müslüman çocuğu bile Hristiyanlığı seçerek mürtet olduysa, Allah, onun hesabını da onlardan elbette soracaktır. Bugün Heybeliada toplantılarında yerli Hristiyanların sayısı arttı ise bu artışta hakkı konuşmayan ahras şeytanların payı kadar ayetleri cahil bir üslupla bağlamından koparıp batılın yolunu açanlarında payı vardır; ayrıca veballeri de çok büyüktür.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir