Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Nisan 25, 2024

“Kaluu Bela” Sözleşmeye İmza Atmaktır


“Rabbin, Adem Oğullarının sırtından zürriyetlerini alıp, bunları kendi hakkındaki şu sözleşmeye şahit tutmuştu: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? “Kalu bela (Elbette öyle)” dediler.
Böyle yaptık ki kıyamet gününde “bizim bundan haberimiz yoktu”; yahut önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi batıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helak mi edeceksin” demeye kalkışmayasınız.
İşte, hakkı görsünler diye ayetleri açık açık bildiriyoruz.” (Araf, 172-174)

Bu ayetlerde birkaç sual ilgilenenleri bir hayli yormuş görünmektedir.
“Kalu bela”, “Onların sırtlarından zürriyetlerini almak” ve “Allah’ın hazırladığı sözleşmeye şahit olmak”
Klasik kaynaklarda yer alan rivayetlere göre, Allah dünyayı yaratmadan önce, yeryüzüne gelecek bütün insanların ruhlarını, ruhlar aleminde bir araya toplayarak “ben sizin Rabbiniz değil miyim” diyerek kendi varlığına onları tanık kılmış ve onlardan “bela (evet)” sözünü alarak onaylatmıştır. Böylece Allah, yeryüzüne gelecek kullar ile bir tür sözleşme akdetmiş ve buna kendilerini de tanık etmiştir. Dolayısıyla artık hiçbir insan, “benim bu sözleşmeden haberim yoktur” diyemez. Evet, ilk dönem alimleri ekseriyetle ayeti böyle anlamışlardı.

Her şeyden önce şunu temellendirelim ki, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etme ve sadece O’na kulluk etme görevi, insanın yaratılış amacıdır. Bu amacın gerçekleşebilmesi için, insanların kendi sorumluluklarını mutlaka açık seçik bilmeleri gerekir. Sadece bilmeleri de yetmez, bu sorumluluklarını yerine getirebilmek için yeterli donanıma da sahip olmaları gerekir. İşte bu ayet, insanların sorumluluklarını yerine getirebilmeleri için yeterli bilgi ve birikimle donatıldığını vurgulamaktadır.

Ayette, soru-cevap şeklinde belirtilen husus, tamamen Kur’an’ın mecazi bir metodudur. Kur’an’da başka ayetlerde de görüldüğü gibi, Allah’ın “konuşması, sorması” gibi ifadeler mecazi/temsili ifadelerdir. Mesela, Fussilet 11 de “Allah göğe ve yere “ikiniz –ister gönüllü, ister gönülsüz- gelin” buyurunca, onlar da “isteyerek geldik” dediler.”

Kur’an’daki mecazi/temsili ifadeler, toplumun daha kolay anlamasını sağlamak için kullanılır. “Kalu bela” diye meşhur olan ayet de nüzul dönemi toplumun algılarına uygun bir şekilde beyan edilmiştir. Dolayısıyla bu ayette, mecazi/temsili bir ifade kullanılarak insanların, Allah’ın vahdaniyetini ve rububiyetini kavramaları, hidayet ve delalet arasında seçim yapabilmeleri için fıtraten donanımlı bir şekilde yaratılmış olmasıdır.

Yani, insanın ana rahmine yerleşip organik oluşumunu tamamlama surecinde, Allah insanın doğasına, kendisinin varlığını, birliğini ve sadece kendisine kulluk yapılması gerektiğinin bilinmesini istemiş ve bunun için de yeterli akli ve biyolojik donanıma sahip kılmıştır. Bu süreç, sanki Allah’ın, “ben sizin Rabbiniz değil miyim” diye insanlara sormakta, onlar da “elbette Rabbimizsin” diyerek bunu kabul ettiklerini belirtmektedirler.

İşte, Allah’ın insanlardan taahhüt alması, insanın, başta iman olmak üzere Salih amel ve diğer sosyal ve ahlaki sorumlulukları açısından yetenekli ve hazır halde yaratılmış olmasıdır. Allah nasıl ki arıya bal verme, koyuna süt verme, güneşe ısı ve ışık verme yeteneği (gücü) verdiyse, insana da Rabbini tanıma, sadece O’na kulluk etme ve sosyal alanda güzel işler yapma kabiliyeti vermiştir.

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim” sorusuna, “elbette bizim Rabbimizsin” diye verilen cevap, insanın yaratılışı ile Rabbi arasında kararlaştırılmış olan bir anlaşmayı ifade eder. Bu anlaşmanın içeriği insanın benliğine kodlanmıştır. İnsanın her hücresine yaratılış aşamasında bu diyalogun (sözleşmenin) şartları emanet edilmiştir. Böylece her hücre alemlerin Rabbi olan Allah’ın Rab oluşuna şehadet eder.

Buradaki şehadetten maksat, Allah’ın, iç ve dış alemde kendi varlığına ve birliğine kılavuzluk yapacak bir çok kanıtlar yaratmış olmasıdır. Sadece insanlar değil, yaratılan her bir varlık, O’nun Rab olduğunu doğrulamakta ve kendi lisanıyla O’nu tesbih etmektedir; ancak bütün varlıklar arasında sadece insanlar sözleşmelerini bozmaktadırlar.

Oysa Allah, insanların sözleşmelerine sadık kalmalarını istemektedir. İnsanlar kendi öz nefislerinde olanı (tevhidi) değiştirip bozmadıkça, Allah, o toplulukta olanı özü (inancı) değiştirip bozmaz. (Ra’d, 11) Bu temel bir ilkedir, genel bir kural kuraldır. Bu da göstermektedir ki, insanların özlerinde, hücrelerinde tevhit inancı yerleştirilmiştir. İnsanlar bunu doğuştan kazanmışlardır, ancak kimi insanlar doğuştan sahip oldukları bu imkanları sorumsuzca kullanarak hem kendilerine, hem de başkalarına haksızlık yapmaktadırlar.

Hadiste de belirtildiği gibi, “her doğan çocuk (İslam) fıtratı üzere doğar.” İnsanın fıtrat üzere doğması, Allah’ın Rab olduğu gerçeğini kavrayabilecek güç ve yetenekte yaratıldığını ve bu hususta kendisinden temsili olarak söz alındığını bilmesidir.

Doğuştan bu özellik ve kabiliyetle yaratılan insan; kendini beğenmişlik, nefsine düşkünlük, şeytani dürtüler gibi arızi duygular eliyle veya yoldan çıkarıcı diğer çevresel faktörlerle doğasını (öz benliğini) değiştirebilmektedir; çünkü büyük sınav (cennet veya cehenneme varma) nedeniyle, temiz fıtratında tevhidin yanı sıra şirk, nankörlük, kin, düşmanlık, zulüm ve adaletsizlik gibi bir çok kötü duygu taşıma imkanına da sahiptir.

İşte, tertemiz yaratılışı değiştirip bozmayarak Allah’ın sevgisini kazanmak kişinin elindedir. Bu konuda her türlü bilgi ve birikime sahiptir. Allah böyle yaptı ki; insanlar; “kıyamet gününde, bizim bundan haberimiz yoktu” demesin. Ayrıca, “Önce atalarımız Allah’a ortak koştu. Biz de nihayet onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi batıla saplanıp kalanların yaptıkları yüzünden bizi helak mi edeceksin!” demeye kalkışmasın.

Özetle belirtmek gerekirse, “kalu bela”, diğer bir ifadeyle “yaratılış sürecinde yapılan sözleşme”, insanoğlunun fıtrattan/doğuştan akıl, irade, idrak, algı, fıkıh, sezgi, kalbi vb. donanımlarla yaratıldığını açıkça beyan etmekte ve bu beyan, temsili olarak akitleştirimiştir. Dolayısıyla, Vahiy (sözlü talimat) gelmemiş olsa bile, insanoğlunun doğuştan sahip olduğu bu “fıtrat paketi” ile neyin hak, neyin batıl; neyin adalet, neyin zulmet; neyin hayır, neyin şer; neyin doğru, neyin yanlış; neyin hidayet, neyin delalet olduğunu bilmesi vaciptir. Binaenaleyh hiçbir mazeret kabul edilmemektedir. Bu fıtrat paketine (donanıma) sahip olmak, aynı zamanda sözleşmeye imza atmak demektir.
Fıtratına/sözleşmesine sahip çıkanlara selam olsun…

Selam ve muhabbetlerimle…

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir