Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Mart 29, 2024

Ev İçerisinde Bakımlı Olmak ve Nafilelerde Ölçü

Eşler başkaları için değil de birbirleri için giyinir kuşanırlar ve bakımlı olurlarsa bu durum aile hayatının huzuruna olumlu katkı sağlar. Özellikle sosyal hayatı dışarda olan erkeklerin hanımları ev içerisinde daha bakımlı olmak zorundadırlar. Gerek kadın, gerek erkek olsun dışarda bakımlı olur da ev içerisinde dilenci gibi bir hayatı; kılık kıyafeti tercih ederlerse bu durum karşılıklı saygısızlıktır. Hatta karşılıklı soğumalara bile neden olabilir. İhtimalleri de göz önünde bulunduracak olursak eşleri başka aramalara sevk edebilir. Bütün bunları göz önünde bulunduran Peygamberimiz (sav), hanımlarıyla devamlı ilgilenmiş, onlara çok değer vermiş, eşleriyle nitelikli sohbetler yapmış, onlara iltifatta bulunmuş, temizlikte örnek olmuş, kılık kıyafetine dikkat etmiş, güzel kokular sürünmüş, saçlarını taramış, diş temizliğine ayrı bir itina göstermiş ve her türlü dağınıklıktan kaçınmıştır.

Sahabesinden dağınıklık gösterenleri uyarmıştır. Şöyle bir olay rivayet edilir. Hz. Peygamber (sav), evine geldiğinde eşi Hz. Ayşe’nin yanında üstü başı dağınık bir hanım görmüştür. Resulullah, bu hanımın kim olduğunu sorduğunda Ayşe Annemiz; Osman b. Mazun’un eşi Havle bt. Hâkim olduğunu söylemiştir. Hz. Peygamber (sav), dağınıklığının nedenini sorduğunda ise Havle’den şu cevabı almıştır: “Kocam Osman geceleri namaz kılıyor, gündüzleri oruç tutuyor (benimle ilgilenmiyor). Dolayısıyla kendime bakmamın bir sebebi yoktur.” Bunun üzerine Peygamber (sav), Osman’ı çağırmış ve onun şahsında şu evrensel uyarıyı yapmıştır: “Ey Osman! Allah Teâlâ bizlere ruhbanlar gibi yaşamayı farz kılmadı. Senin için örnek ben değil miyim? Allah’a yemin ederim ki Allah’tan en çok korkanınız benim; Allah’ın koyduğu sınırlara en çok riayet edeniniz de benim.”[1] Bu uyarısıyla Resulullah, eşlerin birbirlerini ihmal etmelerinin ve bakımsızlıklarının doğuracağı kötü neticeyi hesaplamış; sonra da bir aile faciası meydana gelmeden tedbirini almıştır. Sahabeden Abdullah b. Amr’ı da ailesine olan ilgisizliğinden dolayı Peygamber Efendimiz uyarmıştır. Benzeri örneklerini günümüzde de çokça görmek mümkündür. Çözüm; eşlerin karşılıklı olarak birbirlerinin hukuklarına saygı dairesinde kendilerine bakmaları ve pejmürde bir hayattan hemen uzaklaşmalarıdır. Bu husustaki önlemler ertelenmeyecek kadar ciddidir. Sonradan şehir hayatını seçen veya erken evlenip eşinin yıpranmasını istismar eden ya da bürokraside yükselen kişiler bakımlı kadınlarla karşılaştıklarında aile yuvalarını dağıtabilmektedirler. Elbette bu durumun tasvip edlecek tarafı yoktur. Eğer bunda bakımsız olmanın payı varsa bu fırsatı kötü niyetli insanlara vermemek gerekir.

Mükellef olmaları hasebiyle karı-kocanın farzlardan ödün vermeleri mümkün değildir. Farzları yerine getirmek İslâmi kimliğin korunmasıyla alakalıdır. Farzlar ihmal edilirse Yüce Allah’la iletişim de kopmuş olur. Hatta öyle farzlar vardır ki bazı müçtehitler bunları terk etmenin küfür olduğunu bile söylemişlerdir. Nelerin farz, nelerin de vacip ve nafile olduğu kitaplarda apaçık bellidir. Diğer farzlarla beraber aile hayatını da korumak ve her türlü haramdan kaçınmak farzdır.

Nafilelerle uğraşmada dengeyi kaybetmemek deyince, bundan sünnete önem vermemek şeklinde bir sonuç çıkarılmamalıdır. İnancımıza göre sünnet bağlayıcıdır. Kur’an-ı Kerim’in fiili veya kavli tefsiridir. Resulullah’ın temsil makamı olarak Kur’an’dan anladıklarını hayata aktarmasıdır. Ailenin temeli olan karı-koca her zaman nitelikli iletişim hâlinde olmalıdırlar. Aralarındaki bu iletişim kopacak olursa yuvanın bekası tehlikeye düşer. Ailenin dağılımı ile beraber çiftler ve onların çevresi zarar gördüğü gibi çocuklar da perişan olurlar. Bütün bunlardan dolayı aileyi dağıtmamak için eşlerin birbirlerini ihmal etmemeleri elzemdir. Hz. Peygamber’in kadınların cenaze ve cemaatle namaza katılmalarının mecbur olmadığını belirtmesindeki esas hikmet, kadının yuvasını ihmal etmemesine matuftur.[2] Hadisi bu çerçevede anlamayıp kadınların özgürlüğünün kısıtlanması biçiminde değerlendirmek Resulullah’ı anlamamaktır. Feminizmin değirmenine kompleksle su taşımaktır. Yine aile saadetinin korunması amacıyla Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ramazan orucunun dışında kadın, kocası müsaade etmedikçe oruç tutmaz / tutmamalıdır.”[3] Bu rivayetlerde kadının özgürlüğünü kısıtlama diye bir şey yoktur. Fakat öyle bakmak isterseniz hadisin lafzı böyle bir yoruma müsaittir. Hz. Peygamber kimsenin meşru özgürlüğünü kısıtlamamıştır. Oruç konusundaki söylemi Osman b. Mazun’a yaptığı uyarıyla aynı nedene dayanmaktadır. Osman’ı (r.) uyardığı gibi nafilelerle sabahlara kadar uğraşıp eşini ihmal eden Abdullah b. Amr’ı da Resulullah, aynı şekilde uyarmıştır. Kadın veya erkek nafilelerde ölçüyü kaçırırlar da kendilerini ihmal ederlerse aile kurumu yıkılabilir. Aralarındaki iletişim eksikliği soğumaya ve boşanmaya sebep olabilir. Hz. Peygamber (sav), aileyi ve çocukları koruma uğruna böyle bir tavsiyede bulunmuştur. Bu tavsiyeye uymak ailenin selameti için önemlidir. Günümüzde bu ölçüyü kaçırıp nebevi tavsiyeye uymadıkları için birçok dindar ailenin yıkıldığı malumdur. Hâlbuki ölçülü olunup eşlerin hukukları karşılıklı yerine getirilseydi belki de aileler yıkılmayacaktı. Ailede hanım kendi esas rolünü, erkek de kendi rolünü asla ihmal etmemelidirler. Tüm bu konularda tek örnek Hz. Peygamber(sav)’dir. Şahısların Peygamber Efendimize rağmen sünnet koyma hak ve selahiyetleri yoktur.

Namaz kılmak, oruç tutmak, zikir yapıp belirli duaları ve virdleri okumak ne kadar önemli ise eşlerin karşılıklı hukuklarına saygı göstermeleri de o kadar önemlidir. Eşlerin karşılıklı hukuka saygı göstermeleri nafile ibadetlerden daha evladır. Bu hukukun içerisinde sohbet, gezi, latife, meşru eğlence, akraba ve dost ziyaretleri olduğu gibi cinsellik de vardır. Eşlerin birbirlerinin fiziki durumlarını ve fıtratlarını tanımadan veya inkâr ederek nafilelere aşırı yüklenmeleri ve dengeyi bozmaları ailenin devamı için tehlikeli olabilir. Hayatın her alanında olduğu gibi bu hususlarda da Peygamber Efendimiz yegâne örneğimizdir.

[1]     Abdürrezzak, Musannef, H. no: 10375, VI / 168; Ahmed, Müsned, VI / 226.

[2]     Ahmed, Müsned, V / 85. [3]     Ebu Davud, 8, Savm, 74, H. no: 2458, II / 827; Tirmizi, 65, Savm, 782, III / 151.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir