Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Çarşamba, Nisan 24, 2024

Dumansız Tüten

Akşamın karanlığı henüz bastırmıştı. Güneş ufukta batmaya hazırlanmış son ışıklarını yeryüzüne salmış ufuk çizgisinde kaybolmaya yüz tutmuştu. Ufuk, tüm kızıllığı ile yeri, göğü boğmuş adeta ağzını açmış alev saçan ejderha gibi acımasızca tüm iyilikleri, hayalleri yutarcasına alevlerini püskürtmüştü. Dağın zirvesindeki beyazlık ateşler içinde kalmış, göğün maviliği kâbusu andıran ateş kırmızılığına dönüşmüş kıyametin provasını yapıyor izlenimini kalplere düşürmüştü. Bu haliyle cehennemin izdüşümünü yansıtan bir ressamın tablosunu zihinlere getiriyordu. Sanki ejderha, açtığı o kocaman ağzı ve yaydığı alevlerle bütün sevdikleriyle beraber yaşadığı anları, hatıraları ve zihninde canlandırdığı simalarındaki mutlu ifadelerini yok edip yutuyor ve yakıyordu. Her akşam güneşin batışı onun için tüm sevdiklerinden hiç birleşemeyeceği ayrılığı canlandırıyordu kalbinin en acı köşesinde. Bu, gün batımı, bizim için doğanın eşsiz tablosu, onun için sevdiklerinden ayrılığına bir ayrılık katıyor, hicran yarasına daha da tuz bastırıyordu.

Artık güneş batıp gündüz kendini karanlığa teslim edince dünyadaki tüm dertlilerin bilhassa ayrılık acısını taşıyanların tüm hüzünleri üstüne çökerdi. Akşam olması demek evine dönmesi demekti. Evinde kendi yalnızlığına bürünür evin soğuk dört duvarında ısınmak için ailesinin, eşinin ve çocuklarının hatıralarıyla çıplak kalbini sarım sarım sarmalardı. Çaresiz, yapayalnız birkaç eşya ve duvarlar, yalnız kendi ve anıları vardı. Bazen bir iki damla göz yaşı yanağından süzülürken selin akıntısına kapılmış birisi gibi soğuktan tir tir titrerdi.

Gurbet, kimilerinin olmazsa olmasıdır. Ayrılıktır, hasrettir amma velakin bağrına taş basarsın gurbete çıkmak zorunda kalırsın. Kimi geçim derdi, kimi bir topan ekmek için, kimi para biriktirip tarla tapan almak için düşer gurbetin dikenli yollarına. O, bunlardan birisini düşünerek çıkmamıştı gurbete. “Neden geldin buralara hemşehrim?” dediklerinde “Gelecek için” derdi.

Evet, gelecek için çocuklarının okuyup geleceklerini kurtarmak için sigortasını yatırtıp emekli olarak geleceğini kurtarmak için eşinin gelecekte gün yüzü görmesi için gelecek gelmeden geleceği dik olarak karşılamak için çıkmıştı bu acı gurbete. Bütün gelecekler yakındır, mutlaka günün birinde karşımıza çıkacaktır. Çocuklar büyüyecek, bir gün olmasını aklımıza ihtimal getirmediğimiz gelecek başımıza dikilecek ve çocuklar büyüyüp yuvadan uçacaklar. Kendilerine ayrı bir yuva kuracaklar. Onlar bu yeni hayatlarında mesut ve bahtiyar olmaları için tabi ki paraya ihtiyaç olacak. Düğün dernek, ev eşyası derken bayağı yüklüce bir masraf olacak. Bu masraflar gurbette biriktirilen paralarla karşılanacak. İşte gurbet, kimsenin istemediği fakat gitmek zorunda kaldığı dumanı olmayan gönül yangınlığı olan bir seferdir.

Gurbet ateşi öyle bir tüter ki, yavuklunun, eşin, çocukların ve memleketinin mesafesi ne kadar uzak olursa olsun ta oralara kadar gider. Ne duman görünür ne de ateş, yalnız bir his, hicran, hasret acısı sızım sızım sızılarak gelir, yavuklunun ve çocukların yüreğine gelip çöreklenir. Bu özlem, onların yüreğinde de dumansız alevler tutuşturur ve karşılıklı olarak gönüller, hayaller, gözde tütünler birbirleriyle kavrulur ve hicran ateşi daha da alevlenir.

Baca tüter, sigara tüter, köz tüter gurbet acısı buram buram tüter, gurbette olanlar gözde tüter. Bacanın, sigaranın, közün ateşi vardır ondan tüterler, gurbet çekenin de ateş gönlündedir. Fakat bu ateş görünmez insanı için için yakar. Ta gurbet bitinceye kadar. Çekilen ıstıraplar, acılar bir gün bitse bile kalbin bir yanında o hasret acıları kalacaktır.

Her akşam eve girdiğinde ayrılık hüzünleri depreşiyor, evi, ev değil sanki dört duvarla örülü bir yalnızlık kuyusu. Duvarlar, kurduğu hayallerin gerçekleşmesine en büyük engel oluyorlar. Kurduğu hayaller hep aynı “Memleketine çok para kazanmış, alnı ak, onurlu ve dik olarak dönmüş olarak köyün meydanından geçer. Herkes ona bakar “Helal olsun be. Diğerleri gibi parasını şurda burda çarçur etmeden geldi.” derler. Evin kapısını çalıyor. Büyük bir oğlan açar. “Hoş geldiniz. Kime bakmıştınız? Der. Oğlu kendisini tanımaz. Tam o sırada hanımı beliriverir kapıda. “Kimmiş oğlum gelen? Ne istiyomuş? Kocasını görünce keklimeler çıkmaz olur, boğazı düğümlenir, kekeleyerek “Hoş hoş geldin bey” diyebilir. Oğlu gelenin babası olduğunu anlar “Baba babaaa” bağırarak babasına sarılır.

Duvarlar ah duvarlar! Tüm hayallerin arasına set oluyorlar. O kavuşma sahnesinden sonra duvarlar büyük bir dağ gibi karşına çıkıyor ve hayal zihnindeki kavuşma bir anda uçup yerine duvarların soğuk benzi geliyor. Duvarları geçememenin feryadı ve hülyalarının dağılmasının kederi ile bir teselli arayışı içerisine giriyor. Daha doğrusu kendisine teselli edecek bir dost veya kendini avutacak bir şeyler arıyor. Dost ve avuntu olarak sigara imdada yetişiyor.

Hemen bir sigara yakıyor. Demirci körüğü gibi sigarayı içine öyle bir çekiyor ki sigaranın neredeyse yarısını bitiriyor. Çekilen sigara dumanları gurbetin alev alev yandığı gönlüne kadar inip hicran ateşini bastırıyor mu yoksa daha da mı tutuşturuyor, bilinmiyor. O içe çekilen duman öyle bir iç çekerek dışarıya üflüyor ki, gurbet ateşi ve sigara dumanının birbirine karışıp nefes borusundan tren bacasının çıkardığı duman gibi çıkıyor. Oda dumanlarla kaplanıyor.

Sigara ona yoldaş, arkadaş, sırdaş derttaş olur. Akşamları eve gelince hemen hayallerine bürünür. Hayaller onu duvarlardan öte geçmeyince kederle sigarasına el atar. Dalgın, dertli bir şekilde sigarayı ta içlerine kadar çeker. İçinde ne kadar ıstırap ve hayal kırıklığı varsa sigara dumanı ile dışarıya püskürtür. Sonra yarım kalmış sigaradan bir daha fırt çekmez. Onun yavaş yavaş tüten dumanıyla tükenişini seyreder ve dertleşir:

“Ah be garibanlığın gözü kör olsun. Şakir Ağa kadar tarlam olsa, iki çift beygirim olsa buralara gelip gurbet kahrını çeker miydim? Çocuklarımı yetim, karımı kimsesiz bırakır mıydım?” sonra çocukları gözünün önüne gelir hüznü dağılırdı. “Mehmet, Mehmet’im ne akıllı çocuktur biliyon mu? Ben gelirken “Gözün arkada kalmasın baba. Ben bacıma ve anneme göz kulak olurum. Evin tüm işlerini yaparım.” dediydi. Topu topu 9 yaşında idi. Şimdi büyümüştür kerata, serpilmiştir, boy atmıştır. Eee ne de olsa geleli bi 5 yıl oldu. Şimdi 14 yaşındadır. Tam toyluğunun üzerindedir şimdi. Vay be 5 yıl oldu ha? Tamam len yarın gidecem patronun karşısına çıkacam. Yetti gayri Bey, ben gidiyom. Çocuklarımın, karımın başına gidecem. Bu kadar biriktirdiğim yeter. Bana yol ver gideyim ağam dicem.”

İşte böyle her akşam sigarayla dertleşir, yarın gideceğini söyler. Ertesi gün sabah uyanınca besmele çeker işine başlar. “Ulan Mahir sık dişini biraz daha, bir ay sonra gidesin.” deyip işine devam eder. Böylece her akşam eve gelir aynı sigarayla dertleşerek yarın gidecem der, ertesi gün iş yerinde bir ay son gidecem der. Bu hal üzerine ne yarınlar biter ne de aylar tükenir. Her akşamın kızıllığı ejderha gibi sevdiklerinin hatıralarını yutar. Dumanı olmayan gurbet ateşi her akşam sigarayla tüter. Bakalım gelecek için çıktığı gurbet gelecek kendine nasıl gelecek?

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir