Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cumartesi, Nisan 20, 2024

Küresel Sorundan Krize Mi? İklim Değişikliğinin Jeopolitik Yansımaları

Dünyamızda tüm canlıların yaşamını olumsuz etkileyen ve 21. Yüzyılın ilk çeyreğiyle birlikte gözle görülür bir şekilde şiddetini hızlandıran küresel sorunlarımızdan biride iklim değişikliğidir. Keza küresel iklim değişikliğine kavramsal çerçeveden bakıldığında artık bir sorun olmaktan çıkmıştır, buna ‘’küresel iklim krizi’’ demek yerinde olacaktır. Özellikle küresel iklim değişikliğinin tezahürü; tarım alanlarının daralması, kuraklık, çölleşme, seller ve kasırgalar gibi aşırı hava olaylarının sıklığı etkisinde artış, okyanus ve deniz suyu seviyelerinde yükselme, okyanusların asit oranlarında artış ve buzulların erimesi gibi etkenler olarak sıralayabiliriz. Bu etkenler sonucunda, bitkiler, hayvanlar ve ekosistemin yanı sıra insanoğlunun geleceği de risk altındadır. Bir yandan iklim değişikliği yağmur dönemlerini düzensizleştirip, kuraklığın artmasına neden olurken, diğer yandan da hızla büyüyen nüfusun gıda ihtiyacını da artıyor. Küresel ısınma ve iklim değişikliği dünyadaki gıda krizinin de tetikleyicisidir. Ayrıca bu etkenlerin neticesinde her yıl artan göç dalgası da jeopolitik yansımaların tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu minvalde Simon Dalby’nin de şu sözleri manidardır: ‘’21. yüzyılda çevresel değişimin jeopolitikayı değil, jeopolitikanın çevresel değişimi şekillendirdiği çevresel güvenlik söylemi altında daha da netlik kazanıyor.’’

Küresel sıcaklıktaki her bir santigrat artışla beraber bir milyar insanın ya yerinden edileceği ya da dayanılmaz sıcağa dayanmaya zorlanacağını gösteren bir araştırmaya göre küresel iklim krizinin insanoğluna bedeli daha önce tahmin edilenden daha sert, daha geniş ve daha erken olacaktır. Zira emisyonların hızlanmasının en kötü senaryosunda bile, şu anda dünya nüfusunun üçte birine ev sahipliği yapan bölgelerin 50 yıl içinde Afrika sahra’sının en sıcak kısımları kadar sıcak olacağı konusunda uyarıyor. Dolayısıyla en iyimser bakış açısına göre bile 1,2 milyar insan “iklim nişinin” dışında kalacak. Exeter Üniversitesi’ndeki Tim Lenton’ın makalesinde, insanoğlunun hassas olduğunu okyanuslardan daha hızlı ısınan karaya doğru odaklandığını ve gelecekteki nüfus artışının çoğunluğunun Afrika ve Asya’nın hâlihazırdaki sıcak bölgelerinde olacağını vurgulamaktadır. Bu demografik faktörlerin bir sonucu olarak, bu yüzyılın sonlarına doğru tahmin edilen küresel sıcaklıklar 3C’ye ulaştığında ortalama bir insan 7,5C’lik bir sıcaklık artışı yaşayacaktır. Dolayısıyla dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 30’u, ortalama 29C sıcaklık olarak tanımlanan aşırı sıcakta yaşayacaktır. Bu koşullar sahra’nın en kavurucu bölgeleri dışında oldukça nadir olmasına rağmen, ne yazık ki 3C’lik küresel ısınmayla Hindistan’da 1,2 milyar, Nijerya’da 485 milyon ve Pakistan, Endonezya ve Sudan’ın her birinde 100 milyondan fazla insanı kuşatması öngörülüyor. Bu da göç baskılarının artmasına ve gıda üretim sistemlerinde zorlukların oluşması demektir.

BM Gıda Tarım Örgütü (FAO) ve Save The Children (İnsani Yardım Kuruluşu) raporlarında, bir milyarın üstünde insanın açlık çektiği ve yetersiz beslenenlerin sayısının her geçen gün artığı belirtilmektedir. Keza bunun içerisine temiz, kullanılabilir ve içilebilir su kaynaklarının da hızla azalmasını kattığımızda, küresel iklim değişikliğinin korkutucu yansımaları ortadadır. Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan “2030 Dünya Su Raporu”nda da küresel iklim değişikliğinin sadece doğal afetlerle yetinmeyeceği, küresel iklim değişikliği sebebiyle yağışların düzensizleşmesi ve yeraltı su kaynaklarının gittikçe azalması gibi sebeplerin dünyada yaşanacak su kıtlığının en büyük nedenleri arasında yer aldığı vurgulanmaktadır. 2030 yılında dünyamız yüzde 40 oranında bir su kıtlığı ile karşı karşıya kalacaktır. Bu da, dünyamızdaki gıda ve su krizlerinin derinleşmesini tetikleyecektir. Bunun yansıması jeopolitik fay hatlarının depreşmesine ve savaşların müsebbibi olarak sirayet edecektir. Aslında şu anda Ortadoğu jeopolitiğindeki güç savaşları her ne kadar hidrokarbon yataklarının zenginliği üzerine yapılıyor gibi olsa bile, asli amaçlardan biride Yukarı ve Aşağı Mezopotamya’daki su havzalarına sahip olmanın savaşlarıdır. İsrail’in Suriye’nin egemenliğindeki Golan Tepelerini işgal etmesi küresel iklim değişikliğinin jeopolitiğe yansımalarından sadece biridir!

Küresel iklim değişikliğinin jeopolitika’ya etkisi her geçen gün artmakta ve jeopolitika’ya yalnızca devlet aktörleri arasındaki siyasi rekabet açısından yaklaşmakla kalmamalıyız. Afrika’dan Orta Asya’ya, Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya, küresel iklim değişikliğinin jeopolitik gelişmeler üzerindeki etkisi inkâr edilmemelidir. Ve jeopolitik bilimi açısından önemli bir analiz ekseni oluşturmakla birlikte yadsınamaz bir realitedir bu. Kara kıtada ki Nijerya, 1970’lerin başından beri küresel iklim değişikliğine bağlı olarak tekrarlayan kuraklık dalgaları yaşıyor. Dolayısıyla bu kuraklık Sahra Çölü’nün daha da genişlemesine neden olmakta, ayrıca arazi çölleşmesi oranının yılda 350.000 hektardan fazla olduğu tahmin edilmekte. Bu süreç, çobanlar ve çiftçiler arasında, onları sürdürebilecek veya en azından hayatta kalmalarına izin verecek toprak arayışı içindeki mevcut gerilimi yoğunlaştırıyor. Bunu izleyen şiddet, şüphesiz Boko Haram gibi cihatçı terörist grupların Afrika’daki emellerine yarıyor. Küresel iklim değişikliği devletlerin/hükümetlerin eylemlerinin etkisizliğini göstermesinin yanında şiddetli çatışma riskini artırıyor. Ortadoğu’daki Tunus, Mısır ve Suriye gibi örnekler gözümüzün önünde zaten. 2006 yılından 2011’e kadar Suriye’nin kuzeyinde, ülkeyi yönetenlerin beceriksizliği yüzünden ve önlem almamasından dolayı aşırı bir kuraklık yaşandı. Bu minvalde Suriye Baharı’nın birçok sebebi vardı, bunlardan en önemlisi, ilk protestoların bastırılmasına neden olan aşırı vahşetti ve diğer güçlü faktör ise kuraklığın yaşanmasıdır. Zira yüz binlerce Suriyeli, kıtlıktan dolayı iklim mültecisine evirildi. Bir diğer konu ise Mısır, Sudan ve Etiyopya gibi ülkeler arasında Nil Nehri üzerindeki Büyük Rönesans Barajı projesinin peşinde olan ülkeler arasındaki gerilimi artırmasıdır. Bu doğrultuda küresel iklim değişikliği temiz suya ulaşımı da farklı evrelere getirmiştir.  

Asya kıtası da küresel iklim değişikliğinde payına düşeni fazlasıyla maalesef aldı/almaya devam ediyor. Orta Asya’da, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Özbekistan gibi ülkeler arasında suya erişimle ilgili gerilimler artırıyor. Dünyanın on ikinci uzun nehri Mekong, Çin topraklarında doğmaktadır. Güneydoğu Asya’nın paylaşamadığı Mekong üzerine Çin tarafından kurulacak baraj Pekin ile nehrin geçtiği Laos, Tayland, Kamboçya ve Vietnam gibi ülkeler arasında zaten zor olan ilişkilerin bozulmasına yol açıyor. Küresel iklim değişikliğinin jeopolitik sonuçlarıyla ve sıcaklıklardaki artışıyla birlikte çatışmaların çoğalması arasındaki bağlantı birbiriyle ilintilidir. Dolayısıyla küresel iklim değişikliğiyle mücadelede alınacak önlemlerin dünyanın jeopolitik dengesi üzerindeki etkisi de dikkate alınarak yapılmalıdır.  Küresel iklim değişikliği öyle ya da böyle, karbon sonrası dünyanın hedefi, mevcut jeopolitik dengeleri fosil yakıt endüstrisi olan ülkelerin aleyhine dönüştürüyor. Bu, özellikle Rusya gibi, zenginlik yaratmayan ve çoğunlukla hidrokarbonların sömürülmesinden geçimini sağlamaktan memnun olanlar için geçerlidir. Aynı şekilde Ortadoğu ülkelerinin sanayileşme ve dijitalleşme de geri oldukları (İsrail hariç!) düşünüldüğünde birçok coğrafya da etkisini gösterecektir.

Küresel iklim değişikliğinin uluslararası siyasette ve jeopolitika’da yaratacağı muhtemel gerginliklerden biride hava durumu manipülasyon araçlarının kullanımına giderek daha fazla ihtiyaç duyulmasıyla ilgilidir. Hava manipülasyon aracı olarak kullanılan bulut tohumlama yöntemi -tartışmalı ve geçerliliği kanıtlanmamış olsa da- özellikle kuraklıkla mücadele konusunda üzerinde durulan bir yöntemdir. Yağmuru tetiklemek veya bastırmak için kullanılan bulut tohumlama yöntemi yeni olmamakla birlikte kullanımı giderek daha kolay ve uygun hale gelmektedir. Hava koşullarındaki değişikliklerin etkileri yoğunlaştıkça; yağmur düşüşündeki eş zamanlı azalışlar ve su talebindeki artışların hükümetler tarafından yönetimi durumunda, jeopolitik gerilimlerin oluşması mümkündür. Potansiyel çevresel sonuçların yanı sıra, jeopolitik gerilimlerin arttığı bir zamanda iyi niyetli hava manipülasyonu bile düşmanca görülebilir. Algılamalar çok önemlidir; komşu bir devlet büyük ölçekli bulut tohumlamayı, yağmurun çalınması veya kuraklığın nedeni olarak görebilir. Bulut tohumlama uçakları casusluk için çift kullanımlı araçlar olarak görülebilir. Düşmanca kullanımı yasak olmakla birlikte, ihtimal dışı değildir; örneğin, hava komuta araçları bir komşunun tarımını veya askeri planlamasını bozmak için kullanılabilir.

Sonuç olarak, demokratik rejimlerin küresel ısınmaya karşı mücadeleye dâhil olması her şeyden daha önemlidir, çünkü bu mücadeleyi ekolojistlere, özellikle de aşırı radikallere bırakmak tehlikelidir. Dünyamızı bazılarının bencilliğinden ve körlüğünden, diğerlerinin ideolojik emperyalizminden korumalıyız. Bir başka deyişle asıl yıkılması gereken fikir; çevresel güvenliğin hegemonik söylem olma yolunda ilerlediği günümüzde küresel iklim değişikliğinin yükselen duvarlar, askeri tedbirler, takip ve izleme sistemleri ile durdurulması gerektiğidir. Bir diğeri küresel iklim savaşlarının veyahut şehirlerarası su savaşlarının kerameti kendinden menkul kehanet olmasının önüne geçmek için şu iklim determinizminden vazgeçmek gerektiğidir. Küresel iklim krizinin büyümeye bağımlı kapitalist ekonomi modelinin içsel bir çelişkisi olduğundan hareketle küresel ölçekte sınırları kapatan ve yaşam desteği sağlayan müşterekler üzerinden çitlemeler yapan ‘yeşilcilerin’ çevreciliğine karşı örgütlü mücadeleyi ve dayanışmayı kurmak gerekiyor. Bu da küresel iklim krizine karşı politika üretiminin güvenlikleştirici kaygılarından uzak tutularak, her boyutta eşitlik meselesini ön planda tutan gıda egemenliği, su hakkı, enerji, çevre ve iklim adaleti gibi konulara yönelmesiyle sağlanabilir. Ezcümle; uzun yıllar Fransa’da Başbakanlık görevini yürüten devlet adamı Georges Clemenceau şunu söyler: ‘’Savaş tek başına orduya bırakılamayacak kadar ciddi bir şey.‘’ Uluslararası Siyaset çalışmaları yapan bizler de şunu söyleriz: ‘’Küresel iklim değişikliği de sadece ekolojistlere bırakılamayacak kadar ciddi bir konudur.’’

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir