Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 26, 2024

Nikâh Mı Evlilik Mi? – Ergenlik, Cinsellik, Erken Evlilik, Çok Eşlilik/Poligami-

ASBÜ Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Doç.Dr.Emir Kaya –kendi sitesinde- ‘’Evlilik Romantizminden Nikah Realizmine Cinsel Açılım İhtiyacı’’ başlıklı bir yazı yazmış. Oldukça cesur bir yazı. Muhtemelen erkek camiasından ciddi oranda destek görecek. Çünkü baştan sona kadar ‘’-biyolojik- erkek bakışını’’ yansıtıyor. Ve –özetle- şöyle diyor;

‘’Batıdaki gençler cinselliklerini serbestçe yaşayabiliyor, bizim gençlerimiz [biz] ise cinsel olarak sıkışmış vaziyetteyiz, İslami bir cinsel açılım ihtiyacı var, cinsellik için evliliği beklemeye gerek yok, çünkü evlilik başka, nikah başka bir şey, dinimizde asıl olan –evlilik değil- nikahtır, nikah cinsel ilişki demektir, ergenliğe giren gençlerimiz nikahlanarak cinsel birliktelikler yaşasınlar/yaşamalılar ki, cinsel olarak en aktif/güçlü oldukları bir dönemde hayatlarını en verimsiz –kabız- bir şekilde yaşamış olmasınlar…’’(Kaya’nın yazısına bkz).

Emir Kaya’nın, bazı doğrularla birlikte –kanaatimizce- çok ciddi yanlışlar içeren bu yazısı, 1-Hukukî, 2-Dinî, 3-Biyolojik/tıbbî açıdan ele alınabilir. Ancak konunun hukukî boyutunu Emir bey şu ifadeleri ile zaten kendisi özetlemiş durumda;

‘’İşte bu karmaşa içinde hukuk da karışmıştır. Gerek fıkıh gerekse modern hukuk söylemleri fazlasıyla kültür şablonları, hatta dayatmaları içermektedir. Hukuk bugün nikahı da konu edinmektedir, evliliği de… İkisinin aynı şey olmadığını bilen hukukçu neredeyse kalmamıştır.’’(E.Kaya)

Demek ki hukukçuların hemen hepsi nikâh ile evliliğin iki ayrı şey olduğunu kabul etmiyor. Yani Emir beyin ‘nikâhla evlilik farklı şeylerdir’’ şeklindeki yaklaşımını doğru bulmuyor.

İşin dinî boyutuna gelince, burada da durum gayet nettir; İslamda evlilik denilince akla gelen zorunlu olarak nikâhtır, bunun aksi -evlilik ile nikâhın iki farklı şey olması- söz konusu olamaz. Bu çok yanlış bir yaklaşım. Kur’anın hangi ayetinde böyle bir ayırım var? Nebimizin hangi uygulamasında böyle bir ayırım var?

Emir bey şöyle diyor; ‘’ Esasen burada “evlilik” ile “nikah” kavramlarını birbirinden ayırmak gerek ki her şeyin düğüm olduğu nokta burası… Evlilik, birlikte hayat kurma romantizmidir. Nikah ise cinsel birliktelik yaşamayı içeren bir sözleşmedir. “Nikah” kelimesi Arapça “cinsel ilişki” anlamına gelir.’’(E.Kaya)

Evet, nikâh, cinsel ilişkiye cevaz veren bir sözleşmedir ama bu ilişkinin biyolojik(gebelik, doğum), psikolojik(sevgi, merhamet), medenî-hukukî(talak, iddet, miras), malî(mehir-nafaka) ve sosyal(akraba ilişkileri vb) sonuçlarını da kabul etmeyi gerektiren bir sözleşmedir. Yani bu bir yükümlülük aktidir aynı zamanda, sadece cinsel ilişki hakkının elde edilmesine indirgenemez.

Nikâh kelimesinin Arapçada “cinsel ilişki” anlamına geldiği de doğru değildir. Nitekim Rağıp el-İsfahanî şöyle diyor; ‘’Nikâh’’ sözcüğünün temel anlamı ‘(nikâh) akdi’ ile ilgilidir. (Evet) Sonradan müsteâr olarak ‘cima etmek’ anlamında kullanılmıştır. (Ama) Temel anlamının cima ile ilgili olup sonradan müsteâr olarak ‘(nikah) akdini’ ifade etmek için kullanılmış olması muhâldir. Çünkü cima ile ilgili isimlerin tümü birer kinâyedir…’’(İsfahanî, el-Müfredat, n-k-h, s.1482)

İşin biyolojik/tıbbî boyutuna gelince, burada da ciddi sorunlar var. Şöyle ki (konuyu iyi izah edebilmem için mecburen seksüel terimler kullanacağım, bu bazılarınızı rahatsız edebilir ama buna mecburum). Önce Emir beyden bazı alıntılar yapalım;

‘’Nasıl ki yemek arzusuyla baş etmek için ne çözüm bulursanız bulun bir miktar yemek yemeniz gerekir, cinsel arzuyla baş etmenin en doğal ve zorunlu yolu da bir miktar cinsellik yaşamaktır. Ne olur burada aklınıza mastürbasyon gelmesin; çünkü mastürbasyon cinsellik ateşini söndürüyor mu, harlıyor mu, ne kadar faydalı, ne kadar zararlı, belli değil. Özellikle ilk gençlik yıllarında cinsellik arzusu üst düzeydeyken cinselliğin alt düzeyde yaşanması, bir bebeğin süt ve mama perhizine sokulmasından farksızdır. Böyle saçma ve yıkıcı bir terbiye metodu olamaz. Bu inkarcı yaklaşım kabul edilemez. Fakat tam da bunu yapıyoruz. Cinsel arzu inkarcılığı ile gençlerimizi görmezden geliyoruz. Onlara şiddet uyguluyoruz. Kendilerini kötü ve suçlu hissettiriyoruz. Böylece dengesiz yetişkinlerin, verimsiz bir geleceğin tohumlarını kendi ellerimizle atıyoruz.’’(E.Kaya)

Bu yaklaşımda iki ana problem var; 1-Olaya salt biyolojik açıdan bakılıyor ve üstelik de 2-Tamamen erkek bakışı ile bakılıyor. Kızlar/kadınlar hiç düşünülmüyor. Onlar sadece cinsel obje -erkeklerin boşalmasını ve rahatlamasını sağlayan bir arzu nesnesi- olarak algılanıyor. Bu elbette ki kadınlar için travmatik bir durum ama erkekler için de öyle. Çünkü bu şekilde davranan bir erkek kendisinin üstün cinsten olduğunu düşünür ve kızları yalnızca birer arzu nesnesi olarak görmeye başlar. Bu yüzden de cinsiyetlerin yetişkinlik dönemindeki işlevlerini tam olarak öğrenemez. Bundan dolayı kadın erkek ilişkisini çirkin bir biçimde yorumlar. Bu yanlışın acısını tabi ki öncelikle kadınlar çeker ama kültürün dayattığı bu yapay/zorlama üstünlük, kişiliği temel değerlerden kopardığı için sonuçta erkek de acı çeker. Çünkü cinsellik, iki eşit partnerin ortak eylemidir. Aşkta ve cinsellikte, bir partnerin kendi kibirliliğini tatmin için öteki partneri hiçe saymasına yer yoktur. Bu bir istismar ve kabalıktır ve aşkın/cinselliğin yasalarına uymadığı için erotizmin temelini de çökertir (1).

Emir bey ergenliğin/gençliğin aynı zamanda dürtü kontrolünün kazanıldığı bir eğitim/terbiye dönemi olduğunu unutuyor. Ayrıca ergenlik -Emir beyin sandığı gibi- ne salt biyolojik bir gelişmedir ne de 14-15’li yaşlarda biter. Ergenliğin erken, orta ve geç ergenlik olmak üzere üç dönemi vardır ve günümüzde yaklaşık olarak 20-21 yaşlarında biter. Evet, ergenlik, cinsel ve psikososyal olgunlaşma ile başlar ama ancak bireyin bağımsızlığını, kimlik duygusunu ve sosyal üretkenliğini kazandığı bir zamanda sona erer. Yani ergenlik; sadece biyolojik değil, aynı zamanda psikolojik ve sosyal gelişimsel değişikliklerle de karakterize olan bir dönemdir. Bu yüzden, ergenliğin bitiş zamanı, erişkin kimliğin ve bağımsızlığın kazanılması ve çalışmaya başlanarak iş sorumluğunun alınması gibi faktörler nedeniyle değişkenlik gösterir. Günümüzde bunun en erken 19-21 yaşlarında sona erdiği düşünülmektedir. Bu dönemi tamamlamamış bir ergen, özellikle ruhsal olarak olgunlaşmış –yani gerçekten ergen olmuş- değildir (Emir beyin dediği 13-15’li yaşlar ergenliğin başlangıcı veya ilk evresidir, bitişi değil, tarım toplumunda iş hayatı ve sorumluluk alma -herkes toprakta çalıştığı için- bu yaşlarda başlardı ama günümüzde iş böyle değil).

Erken ergenlik döneminde (11-14 yaş arasında) hızlı bir biyolojik gelişme ve davranışsal değişiklikler gözlenir. Birey kız ya da erkek kimliğini algılamaya başlar. Cinsel kimliğini pekiştirir. Çevresel tutumlar da genci cinsiyetine uygun biçimlerde davranmaya sevk eder. Ergen böylece cinsiyet rollerini içselleştirmeye başlar. Orta ergenlik döneminde (15-18 yaş) ise anne babadan ayrışma, farklı birey olma ve bu durumu anne babaya kabul ettirme çabaları yoğundur. Geç ergenlik dönemi de 18 yaş dolayında başlar ve kimlik duygusunun bütünleşmesi ile yaklaşık 21 yaşlarında sona erer.

Her bir ergenlik döneminin kendine özgü çatışmaları ve kazanımları olur. Ergenler, kimlik oluşumu süreciyle birlikte bilişsel gelişimin hızlanması, dürtüsel gereksinimlerde ve duygu yoğunluğunda artma, pre-ödipal ve ödipal çatışmaların yeniden alevlenmesi, meslek seçimi, karşı cinsle kurulan ilişkiler, anne babadan ayrılma ve bireyselleşme süreci gibi muhtelif nedenlere bağlı olarak bu döneme özgü zorlukları ve çatışmaları birlikte yaşarlar. Tüm bunlar ergenin aynı zamanda psikolojik ve sosyal olgunlaşmasını da sağlamış olur.
Ve ergen birey, –insan ile hayvan arasında en önemli fark olan- dürtü kontrolünü de ancak bu sürecin sonunda öğrenmiş olur. Ergenlik dönemi aynı zamanda bireyin toplumsal normları, etik ve dinî değerleri öğrendiği ve bunlara karşı tutumlarını belirlediği, dürtü kontrolünü öğrendiği bir olgunlaşma/terbiye dönemidir. Nitekim dinî yükümlülüklerimizin ergenlik döneminden sonra başlamış olmasının nedeni de budur. Zira ergenlik (ki 20’li yaşlara kadar uzanan bir dönemdir bu) ruhsal dalgalanmalar ve hatalarla karakterize olan bir çağdır. Ayrıca ruhsal olgunlaşma bakımından da kızlarla erkekler arasında ciddi farklılıklar bulunur. Cinsellik, kızlarda aşık olana ve hatta evlenene kadar uyuma fazında kalırken, erkeklerde ise hayvanî bir dürtüsellikle ortaya çıkar. Bu dürtülerin dizginlenmesi -dürtü kontrolünün öğrenilmesi- her şeyden önce bireyin ilerideki cinsel hayatı için şarttır. Nitekim -analitik psikolojinin kurucusu- Jung bu konuda şöyle diyor;

‘’Olgunluk söz konusu olduğu zaman yirmi yaşındaki bir kız; genelde yirmi beş yaşındaki bir erkekten daha yaşlıdır. Yirmi beş yaşındaki çoğu erkek için psikolojik ergenlik çağı daha henüz sona ermiş değildir. Ergenlik, yanılgılar çağıdır. Ve bu çağda yalnızca kısmi sorumluluklar söz konusudur. Erkeklerle kızlar arasındaki psikolojik fark, erkeklerin cinsel olgunluk çağına değin genellikle oldukça çocuksu kalması, kızların ise ergenlikle birlikte görülen psikolojik incelikleri erkeklerden çok daha erken geliştirmesidir. Cinsellik, erkeklerdeki bu çocuksuluğu çoğu zaman zorbalıkla böler. Kızlarda ise cinsellik; ergenliğin başında olmalarına rağmen aşık olana dek uyumaya devam eder… Erkeklerde ise durum farklıdır. Cinsellik, onların içinde hayvani arzular ve ihtiyaçlar salarak tıpkı bir fırtına gibi aniden kopar. Ve çok azı sancılı mastürbasyon sorunundan kaçabilir. Oysa bir kız ne yaptığının farkında olmadan yıllarca mastürbasyon yapabilir.

Ergenliğin başlangıcı, çoğu ergenin yakındığı sivilce ve aknelerden anlaşılacağı üzere metabolizmasında da önemli değişiklikleri beraberinde getirir. Benzer bir şekilde psike de bu durumdan rahatsız olur ve dengesi kaçar. Bu yaştaki bir delikanlı, her daim ruhsal dengesizliğinin bir işareti olan yanılgılarla doludur. Bu yanılgılar, istikrar ve muhakeme olgunluğunu imkânsız kılar. Zevkleri, ilgi duyduğu şeyler ve planları gelişigüzel değişir. Birden bire bir kıza sırılsıklam aşık olup iki hafta sonra kendisine böyle bir şeyin nasıl olduğuna akıl erdiremez. Yanılgılarla öylesine doludur ki, kendi zevkinin ve bireysel muhakemesinın bilincine varabilmesi için aslında bu hatalara ihtiyacı vardır; çünkü hala hayatı deneme aşamasındadır ve bazı şeyleri nasıl doğru bir şekilde muhakeme edeceğini öğrenebilmesi için denemeye devam etmelidir.’’(2)

Duygusal gel-gitler ve yanılgılarla dolu böyle bir ergene, sırf biyolojik dürtüleri harekete geçti diye ‘’cinsellik serbest’’ demek büyük bir facia olmaz mı? Nitekim Jung, ergenlik dönemindeki cinsel deneyimlerin ve erken evliliklerin hem bireyin kendi cinsel hayatı hem de evlilikler için ne kadar tehlikeli olduğunu şöyle anlatıyor;

‘’… Cinsel karmaşa, kişiliğin bütününde ne kadar az özümsenirse, o kadar otonom ve içgüdüsel olur. O halde cinsellik tamamen hayvanidir ve hiçbir psikolojik ayrım gözetmez. En aşağı düzeyden kadın bile olur; tipik ikincil cinsel özelliklerinin olması yeterlidir. Bu tür yanlış bir adım, bize bir erkeğin kişiliği ile ilgili çıkarımda bulunma hakkını vermez, zira bu eylem; cinsel karmaşanın, psikenin etkisinden ayrıldığı bir zamanda kolayca gerçekleşebilir. Ama yine de bu doğanın, çoğunlukla kişiliğin oluşumunda kötü bir etkisi olur; alışkanlıktan dolayı cinselliği çok düşük bir seviyede sabitler ve bunu ahlak yargılarına göre kabul edilemez hale getirir. Sonuçta söz konusu erkek dışardan bakılınca saygıdeğer bir vatandaş olsa [öyle görünse] de, [o artık] içten içe en aşağı cinsten cinsel hayaller karşısında bir avdır. Yahut onları bastırır ve bu hayaller mutlu bir anında en ilkel şekilde hiçbir şeyden kuşkulanmayan karısını şaşırtarak su yüzüne çıkarlar [neler olduğunu fark ettiğini varsayarsak]. Çoğu zaman bu duruma eşlik eden şey, karısına karşı erken dönemde soğumasıdır. [Bu yüzden] Kadınlar genelde evliliğin ilk gününden itibaren frijittir; çünkü duyumları kocalarındaki bu tür cinselliğe karşılık vermez. Bir erkeğin psikolojik ergenlik çağındaki muhakeme zayıflığı, erken yaşta evlenecek olması halinde eş seçiminde çok dikkatli düşünmesini gerektirir.’’(3)

Evet, Jung, ergenlik çağındaki cinsel deneyimler ve erken evlilikler konusunda böyle diyor. Peki Emir bey ne diyor; ‘’Nasıl ki yemek arzusuyla baş etmek için ne çözüm bulursanız bulun bir miktar yemek yemeniz gerekir, cinsel arzuyla baş etmenin en doğal ve zorunlu yolu da bir miktar cinsellik yaşamaktır… Özellikle ilk gençlik yıllarında cinsellik arzusu üst düzeydeyken cinselliğin alt düzeyde yaşanması, bir bebeğin süt ve mama perhizine sokulmasından farksızdır. Böyle saçma ve yıkıcı bir terbiye metodu olamaz…’’(E.Kaya)

‘’Erken evlilik veya ergenlik dönemindeki cinsellik için neden Jung’a bakalım ki, şart mı bu?’’ denebilir. Peki o halde Nebimize bakalım (zaten Emir bey de Nebimizi örnek almamız gerektiğini söylüyor). Nebimiz ilk evliliğini kaç yaşında yapmıştı? 25 yaşında. Peki bu durumda Nebimiz cinsellik konusunda kendisini ‘’saçma ve yıkıcı bir metot’’ ile mi terbiye etmiş oldu? Nebimiz Hz.Hatice validemizle evlenmeden önce -cinsel dürtülerini karşılamak için- başka bir kadınla nikah mı yapmıştı?

‘’İslam’da aslolan nikahtır; evlilik değildir. Nikah dini bir olaydır. Evlilik ise kültürel bir olaydır.’’ diyen Emir bey, sözlerini şöyle bitiriyor;

‘’Uzun sözün kısası şu: Evlenip hayat kurma aşamasına kadar cinselliğin ertelenmesi yönünde gençlere doğrudan-dolaylı baskı yapmak bir zulümdür. Müslüman aileler bu zulümden vazgeçmek zorundalar. Çocuklarının fıtri ve dini haklarına saygı göstermek zorundalar. Cinsel enerjisini sezdikleri çocuklarını nikaha yönlendirmeliler. Onları dar kültürel kalıplar içinde boğmamalılar. Allah’ın dinine göre tavır takınmalılar.’’(E. Kaya)

Bu önermenin tatbiki halinde gençlerin nasıl mağdur olacağını izah edelim;

Bu önermeye göre 15 yaşına gelen erkekler –evlenerek değil ama- nikah kıyarak cinsel ilişkiye girmeli ve böylece cinsel gerilimlerini azaltmalılar. Peki kimle? Yaşıtları olan kızlarla mı yoksa daha büyük kadınlarla mı? Nikahlanan çiftler aynı evde mi yaşayacaklar yoksa ayrı ayrı -aileleri ile birlikte- mi kalacaklar? Aynı evde yaşayacaklar ve iyi günde-kötü günde birlikte olacaklarsa buna niye evlilik demiyoruz? Ayrı yaşayacaklar ve sadece istedikleri zaman cinsel ilişki kuracaklarsa bunun Batı’daki ‘’takılma’’lardan farkı ne olacak? Bu ilişkilerde gebelik meydana gelirse ne olacak? Çocuğa kim bakacak? Ve nasıl? Yoksa bu cinsel ilişkilerde gebeliği önleyici yöntemler yani kontrasepsiyon mu uygulanacak? Sanırım Emir beyin önerisi böyle (galiba böyle bir twiti vardı). Peki bu kontrasepsiyonu kim yapacak? Erkek mi kadın mı? Ve hangi yöntemler kullanılacak? Kontrasepsiyonun bu kadar erken yaşta başlanacak olması nedeni ile meydana gelecek biyolojik ve psikolojik sorunlarla kim mücadele edecek? Ve bunun ceremesini kim ödeyecek? Nasıl? Jung’un dediği gibi duygusal dalgalanmaları, gel-gitleri ve hataları ile karakterize olan ergen erkek, cinsel ilişki kurduğu kızdan/kadından ayrılmak isteyince (ki bu ergenin ruhsal karakteristiği nedeniyle neredeyse kaçınılmazdır), bu ayrılma nasıl olacak? Bu bir boşanma/talak değil mi? O halde bu gençler aynı çatı altında 3 kur/siklus birlikte olmalı ve ondan sonra ayrılmalılar, ki boşanma ancak bundan sonra mümkün olabilir. Bu çağdaki bir ergen bunu başarabilir mi? Başaramazsa (ki muhtemelen başaramaz), bu ergen cinsel dürtülerini karşılamak için iddet müddeti içinde başka bir kızla yeni bir nikâh mı yapacak? Bir erkek aynı anda birden çok kızla nikah yapabilecek mi? Ever ise bunun pratiği nasıl olacak? Hayır ise neden? Kızlar her halükârda ‘’cinsel obje’’ veya ‘’arzu nesnesi’’ olarak algılanmış olmuyor mu? Bu durum kısa ve uzun vadede hem erkeğe hem kadına zarar vermeyecek mi? Gençlerin yaşadığı bu travmaların bedelini öncelikle bu gençler ve aileleri, ardından da toplum olarak hepimiz birlikte ödemeyecek miyiz? O halde bu nasıl bir çözüm? Bu soruları çoğaltmak mümkün…

Oysa yapılması gereken teklif nettir; Evlilik de boşanma da kolaylaştırılacak. Daha doğrusu ‘’zorlaştırılmayacak.’’ Her ikisi de fıtrî sınırlarına çekilecek. Evliliği örf ve adetlerle, boşanmayı da yasalarla adeta imkânsız hale getirmeyeceğiz. Çözüm budur. Üniversite çağına gelen bir genç, eğer istiyorsa ve uygun bir eş adayı varsa, evlenebilmelidir. Toplumda aileler de bu konuda köstek değil destek olmalı. Hatta evli öğrencilere hizmet veren yurtlar yapılmalı ve evlilik bursları olmalıdır. Nitekim ben bunu daha önce de yazmıştım. Ama bu nikahın tüm hak ve sorumluluklarını kabul eden bir akittir, yani evliliktir. Lakin bireyin hiç olmazsa geç ergenlik dönemine ulaşmış (18-21 yaş aralığına gelmiş) olması tercih edilmelidir.

Emir beye göre cinsel gerilimlerini seks yaparak gideremeyen ergenler, cinsel olarak aktif ve en verimli oldukları bu çağı oldukça verimsiz (kabız) bir şekilde geçirmiş oluyorlar. Bu yaklaşım, cinselliği, tıpkı hazcı-seküler çevrelerin yaptığı gibi sadece biyolojik bir olgu olarak algılama hatasını içeriyor. Oysa insan cinselliği –cinsel ilişki-, biyolojik, psikolojik ve sosyal bir birleşmedir, ideal tatmin/orgazm için bu böyle olmalıdır, bu tıbben de böyledir, dinen de böyledir. Dünya Sağlık Örgütü cinselliği böyle tanımladığı gibi Kur’an da bunu böyle takdim eder. Eğer erkek ve kadın yani eşler arasında sevgi/meveddet ve merhamet/şefkat yoksa, gerçek manada sükuna ulaşılamaz, bu mümkün değildir(Rum, 30/21). Seksüel olarak ifade edersek gerçek manada orgazm yaşanamaz. Çünkü cinselliğin psikolojik ve sosyal yönü eksik kalır. Emir beyin önerdiği yöntemde ise bunlar yoktur(olamaz). En azından her iki taraf için yoktur. Bu da psikolojik travmalara neden olur. Kaçınılmaz olarak çatışmalar ve ayrılıklar yaşanır. Yani gençler asıl o zaman verimsiz olurlar. .

Kaldı ki Emir beyin bu yaklaşımı biyolojik olarak da yanlıştır, çünkü daha çok erkek ergenlerde gözlemlenen cinsel gerilim zaten kısmen –spontan- nokturnal ejakülasyonlarla (ihtilam) kısmen de mastürbasyonla düşürebilmektedir (her ne kadar Emir bey zikretmeyin diyorsa da, mastürbasyon, tıbben de dinen de kabul edilen bir olgudur). Kızlarda ise zaten romantizm ön planda olduğu için böyle bir biyolojik gerilim nadirdir. Çünkü cinsellik kadınlarda uyuma fazındadır ve cinselliği yaşayana (deneyimleyene) kadar böyle bir ihtiyaç hissetmezler. Ergenlik döneminde cinsel ilişki kurulursa uyuma fazında olan cinsellik uyandırılmış olur. Bu ise öncesine göre yönetimi daha zor bir süreçtir, hem o birey için hem toplum için. Ne uğruna? Erkeklerdeki biyolojik dürtüler anında karşılansın diye!
İyi ama ergenlerde aktive olan dürtüler sadece cinsel dürtüler değil ki? Ergenler kırmak, dökmek, anne-babaya isyan etmek, evi terk etmek vs gibi daha başka dürtüler de yaşıyorlar. Bunların hepsini tatbik mi etsinler mi? Dürtü kontrolünü öğrenme-yönetme becerisi kazanmasınlar mı?

Emir bey çok eşlilik/poligami konusunda ne düşünüyor bilmiyorum ama olaya onun gibi bakarsak
sadece bekar erkeklerin değil evli ve tek eşli -özellikle de 4 eşle evlilik hakkı gasp edilen!!!- erkeklerin de cinsel açıdan sıkılmış olduğunu söyleyebiliriz. Emir bey bu konuda ne öneriyor acaba? Poligami mi? Nasıl? ‘’Bir evlilik+birden çok nikah’’ mı? Madem evlilik ile nikah farklı şeyler, bunun evli erkekler tarafından da tatbik edilebiliyor olması gerekiyor mu?

Emir beyi bilmiyorum ama bazı muhafazakâr-dindar erkekler şu yanlış önermeye sahipler; ‘’Cinsel dürtülerimizi ancak erken yaşlardan itibaren cinsellik yaşarsak ve bunu da birden çok eşle (partnerle) yaşarsak tatmin edebiliriz, bu bizim hem ihtiyacımız hem de hakkımız, İslam bize aynı anda 4 kadınla evlenme hakkı verdi, hatta boşanıp evlenmelerle bunu çoğaltmamız da mümkün, ama bu hakkımız toplum tarafından resmen gasp edildi, oysa seküler erkekler diledikleri gibi yaşıyorlar, mağduruz abi, mağdur, bizi mağdur ettiler…’’

Tabii İslam’ın normal şartlarda tanıdığı ne böyle bir hak var ne de bir tavsiye, bu yetimleri korumak maksadıyla belli koşullarda tanınan bir hak, lakin konumuz şimdi bu değil, konumuz dindar erkeklerin birden çok evliliğe izin verilmesi halinde cinsel dürtülerinin tümüyle karşılanacağını sanmaları ve hatta zina ve aldatmaların da bu şekilde biteceğini iddia etmeleri. Ne var ki kazın ayağı öyle değil!

Çünkü erkeklerdeki poligamik refleks biyolojiktir. Dolayısıyla burada arzulanan –ifade edilemese bile- 4 eş değil 4 cinsel partnerdir. Dolayısıyla bu yola girildiği zaman, –gerekçesini aşağıda izah edeceğimiz üzere- 4 değil, 44 partner de yetmez. Yani sanıldığı gibi zina ve aldatmalar bitmez. Tam tersine artar. Peki ne yapılmalı? Bunun için mutlaka -toplumsal kurallar, etik ve dini inançlar gibi- baskılayıcı/kontrol edici faktörler devreye girmelidir. Ki zina ve aldatmalar önlenebilsin. Tahmin edileceği üzere bu mekanizmaların monogamik yaşamda daha etkili olacağı açıktır. Ayrıca poligamide beklenen (hayal edilen) cinsel partner olsa da gelecek olan -tüm hakları ve sorunları ile birlikte- bir eştir (Bir zamanlar Almanlar şöyle dermiş, ‘’Biz Türkiye’den işçi gelecek sandık ama gelen sorunları ile birlikte insandı.’’ Yani poligamiyi hayal eden erkekler de Almanlar gibi yanılıyor, gelecek olan cinsel partner değil, eştir).

Evet, biyolojik dürtülerimiz vardır ve olmalıdır da -ki hem sekinete ulaşalım hem de neslimizi devam ettirebilelim- ama bu dürtüler dizginlenmeli ve yönetilmelidir de, ki rotasından çıkarak bizi uçuruma yuvarlamasın! Evet, heyecan yaşayalım diye gaza körüklenen -dizginlenmeyen- otomobilin uçurumdan yuvarlanması mukadderdir! Cinsellik sadece biyolojik olarak algılandığında (cinsel dürtüler dizginlenmediğinde, her dürtü anında karşılandığında, daha çok, daha çok karşılandığında) işin rotadan nasıl çıktığını ve nihayetinde de cinselliğin nasıl bittiğini bilimsel verilerle izah edelim;

Hayvanlarda (ve insanlarda) gözlemlenen ve ‘’Coolidge Etkisi’’ diye ifade edilen biyolojik bir fenomen var(4). Bu, erkeğin etrafında bulunan -birden fazla- farklı dişi ile çiftleşebilmesidir. Oysa erkekler etrafındaki tek bir dişi ile böyle bir ardışık çiftleşme gerçekleştiremez. Bunun için belli bir sürenin geçmiş olması (plato) gerekir. Örneğin bir Koç, yanındaki tek bir koyunla çiftleştikten (dölledikten) sonra onu ikinci ve üçüncü kez dölleyebilmesi için belli bir plato –ara- döneme ihtiyaç duyarken yani onunla çiftleşme aralıkları uzarken, etrafındaki dişiler değiştiği –etrafına farklı dişiler geldiği- zaman 2 dakikada bir çiftleşebilmektedir, ta ki tamamen tükenene kadar. Yani etrafta yeni bir dişi bulunduğu zaman Koçtaki çiftleşme/üreme isteği aktif kalmaktadır (5, Grafik 1).

Bu biyolojik fenomen insanda da vardır. Bu muhtelif deneylerle tespit edilmiştir. Örneğin Avustralya’da yapılan bir deneyde, erkeklere 22 farklı pornografik görüntü izletilmiştir. Bu porno görüntüler tekrar izletildiği zaman göz bebeği ile verilen tepkiler ve cinsel uyarılma (penil ereksiyon) giderek azalmakta iken, daha önce gösterilmeyen yeni bir pornografik görüntü gösterildiği zaman aniden zirve yapmaktadır (5, Grafik 2).

Uyarılmaya sebep olan görüntü –pornodaki çıplaklık değil- daha önce görülmeyen yeni bir görüntüdür (yeni bir seksüel obje). Ama aynı görüntü tekrar izletildiği zaman yine uyarılma (penil ereksiyon) azalmaktadır. Çünkü o da artık yeni bir cinsel obje değildir (5,6).
Bu biyolojik fenomene göre, cinsel objenin/partnerin uyarıcı etkisi ilk karşılaşma anından itibaren giderek azalmaktadır. Bu durumda cinselliğe sadece biyolojik bir anlam yüklendiği takdirde -haz arayışı nedeniyle- daima yeni cinsel objelere (partnerlere) ihtiyaç duyulacaktır. Ne var ki bulunan her yeni obje/partner de öncekinin konumuna düşecek ve -konumuz bağlamında söylersek- 4 değil, 44 eş/partner bile yetmeyecektir.

Bu biyolojik fenomene göre bir objenin/partnerin daha çok uyarıcı olabilmesi için -öncekine göre- daha seksi olması gerekmiyor. Sadece denek/birey için -önceden görülmemiş, yani- “yeni” olması gerekiyor. Eğer birey bu şekilde sürekli olarak ‘’yeni’’ bir obje/partner arayışına girerse (poligamik bir yaşama sürüklenirse) bunun sonu gelmeyecek ve neredeyse sonsuz sayıda ‘’yeni’’ cinsel obje ihtiyacı ortaya çıkacaktır. Bunun ise karşılanabilmesi de sürdürülebilmesi de mümkün değildir. Bu yüzden bireyin bu sürece sürüklenmemesi, bunun için de ergenlik çağından itibaren dürtü kontrolünü öğrenmesi gerekir. Dürtü kontrolü için kritik eşik, ergenliktir(erken gençlik).

Demek ki her dürtü anında karşılanmamalıdır. Bu doğru değildir. Çünkü salt biyolojik dürtüleri karşılamak için sürdürülen -haz odaklı- poligamik bir yaşamın bizzat kendisi -deneydeki Koçta olduğu gibi- hazzı da cinselliği de tüketmektedir. Çünkü bu yaşam tarzında haz eşiği giderek artar. Yani haz algısı azalır. Beyin ise daha çok haz algılamak için sürekli olarak Dopamin salgılar. Ve sonuçta tıpkı pornografik görüntü ve madde bağımlılığında olduğu gibi artık olağan/doğal cinsel uyaranlara karşı duyarsızlık gelişir. Erektil disfonksiyon (ereksiyon problemi) başlar. Yani cinsel hayat tümüyle biter veya bitme noktasına gelir.

O halde her zaman söylediğimiz şu hakikati tekrar edelim;

İnsanın tabii ki hayvanî/biyolojik bir yönü vardır. Ama insan bundan ibaret değildir. İnsanı insan yapan hayvanî/biyolojik yönü değil, bu biyolojik dürtülerini yönetebilen -onları dizginleyebilen, kontrol eden- ruhsal donatılarıdır, iradesidir. Yani psikolojik, sosyal ve etik yönüdür.

İnsanı da cinselliğini de biyolojiye indirgeyemeyiz. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre insan cinselliği biyolojik, psikolojik, sosyal, ekonomik, politik, kültürel, etik, hukuksal, tarihsel, dinsel ve tinsel [manevî] faktörlerden etkilenir (7). Bireyin ideal bir cinsel tatmine (mutluluğa) ulaşabilmesi için cinselliği etkileyen bu faktörlerin hiçbirinde herhangi bir çatışma/çelişki/kaygısının bulunmaması gerekir. Peki Emir beyin önerdiği yöntemle böyle bir tatmin/mutluluk elde dilebilir mi?

Neden “Ey anneler, babalar, gençler… evlilik nikahtan ibarettir, nikah varsa gerisi teferruattır, bunun haricindeki törenler, geldiler gittiler, takılar, kıyafetler vs olsa da olur olmasa da olur, ayrıntılarda boğulmayın, evliliği bu kadar aşırı protokollere boğmayalım, gayet sade ve kolay kılalım’’ demek varken, neden -tatbiki halinde nice hayatların söneceği- böyle bir yanlış telkinde bulunuluyor? Bu yazıyı okuyarak yanlış yola sürüklenen, bundan cesaret alan gençler olursa, bunun vebalini kim üstlenecek?

Not: Yusuf Nebi davet alınca dürtülerini dizginleyebilmişti, oysa o cinsel olarak muktedir bir erkekti ve bekardı, demek ki dürtü kontrolü mümkün. Hem de bekarken bile. Yeter ki bunu isteyelim, beynimize kodlayalım. Neden Yusuf nebi’yi örnek almayalım?
İkincisi, evet bugün gençlerle ilgili böyle bir sorunumuz var, bu doğru ama bundan daha da önemli başka bir sorunumuz var; evli erkeklerin (yani Emir beyin deyimi ile cinsel olarak gergin olmayan-olmaması gereken erkeklerin) gözlerinin dışarıda olması…
Demek ki asıl sorun -en büyük cinsel organ olan- beyinde, çünkü her şey orada başlıyor ve orada bitiyor…

1- Alfred Adler, Cinsiyetler Arasında İşbirliği, s.106-107
2-Carl Gustav Jung, Maskülen, s.69-70
3-Jung, age, s.71
4-Tlachi-López. Copulation and ejaculation in male rats under sexual satiety and the Coolidge effect. Physiology & Behavior. 2012;106 (5); 626–630.
5-Garry Wilson-Büyük Pornografi Deneyi, Deneyi, TEDxGlasgow
6-Koukounas E, Over O. Changes in the magnitude of the eyeblink startle response during habituation of sexual arousal. Behav Res Ther 2000 Jun;38(6):573-84. doi: 10.1016/s0005-7967(99)00075-3.
7-Zeki Bayraktar, İnterseks-Hermafrodit Ve Eşcinsel, s.312

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir