Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

İşte Bütün Meselenin Özü

Allah’a gerçek anlamda iman edenler, O’nun varlığı ve birliği, hüküm koyması, emir ve yasaklarına itaat konularında bir ayrım gözetmezler. İman ettik dedikten sonra amel etmemenin bir çelişki olduğunu bilirler. Allah Resulü (sav) bu konuya şu buyruğuyla açıklık getirmiştir: “İmansız amel, amelsiz iman makbul değildir.”[1] İman etmeden amel etmek nifak; amelsiz iman da fasıklıktır.[2] Hz. Peygamber (sav), imandan sonra hemen amellerin fazileti üzerinde durmuş ve mü’minleri, dinî emirleri yerine getirmeye teşvik etmiştir.[3] Birçok İslâm bilgini de, farzları mükemmel bir şekilde yerine getiren bir kimsenin kelime-i tevhidin hakkını eda ettiğini belirtmişlerdir.[4] Onlara göre kelime-i tevhidin dört rüknü vardır. Bunlar, Allah’ın (cc) emirlerine uyma, yasaklarından sakınma, verdikleriyle yetinme ve O’ndan gelen her şeye razı olmadır.[5] Allah’ın varlığını kabul edip de emir ve yasakları konusunda O’na tabi olmamak, hayata vahiy dışı şeylerle anlam vermek, imanda samimiyetsizliktir. İlahî otoriteyi parçalamak suretiyle şirke düşmektir. Yukarıdaki açıklamalarımız “İman amelden bir cüz müdür?” tartışmasına dönmek için yazılmamıştır. Amacımız; imanı takviye etmek ve kesinlik kazandırmak için amelin önemine vurgu yapmaktır. Konu bu bağlamda anlaşılırsa daha iyi olur. Amelsizlik imanın nurunu söndürür ve neticede hiç umulmadık bir ortamda iman yok olabilir. Bu anlamda amel imanı koruyan bir zırhtır.

Kur’an-ı Kerim, yüzlerce ayette Yüce Allah’ı tanıtmış ve insanları O’nun birliğine iman konusunda uyarmıştır. Bu uyarı bağlamında imanın bütünlüğünü sık sık vurgulamış; uhrevi kurtuluşun da, Allah’ın varlık, birlik, halk / yaratma ve emir alanında tek kabul edilmesinde; bu kabul edilmenin salih amellerle insan ve toplum hayatına yansıtılmasında olduğunu açıklamıştır. Böyle geniş kapsamlı bir imana sahip olan mü’minleri Allah Teâlâ şu buyruğuyla müjdelemiştir: “قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ” “Ancak ve ancak mü’minler kurtulacaklardır.”[6] Ayetin başındaki tahkik edatı Müslüman olmayanların kurtulmasının mümkün olmadığına delalet eder. Ayette gelecekte olacak bir şey mazi sigasıyla haber verilmiştir. Vakit geldiğinde, ölüm imanla gerçekleşirse o zaman uhrevi kurtuluştan bahsedilebilir. Ayetin devamında da mü’min olarak ölebilmek için yerine getirilmesi gereken ödevler üzerinde durulmuştur. Bu ödevler imanın koruyucularıdır. Bunların ameli hâle getirilmesi sayesinde iman kalpte karar kılar. Hz. Peygamber (sav) de kurtuluşun kâmil bir imanla olabileceğini söylemiş ve Kur’an-ı Kerim’in sınırlarını çizdiği bir imana sahip olmayan kimselerin kesinlikle cennete girmeyeceğini bizlere haber vermiştir: “Kâfirler kesinlikle cennete giremeyeceklerdir.”[7]

Cennete girmek için zihinsel ve amelî açıdan temiz olmak gerekir. “Doğrusu, hem (günahlardan) temizlenen, hem de Rabbinin adını (tespih, tehlil ve tekbirle) anıp namaz kılan(lar) kurtulacaklardır.”[8] ayeti de bu gerçeğe işaret etmektedir. “İslâm’a dahil olarak hidayet bulanların kurtulacağı”[9] müjdesini yineleyen Resulullah (sav), Hz. Ali’ye (r.) fetih günü şu duyuruyu yapmasını emretmiştir: “Cennete mü’minden başkası giremeyecektir.”[10] Uhrevi kurtuluşun çaresi dünyada iken, Yüce Allah’ın dilediği şeylere imandan geçer. Bunları da Kur’an-ı Kerim haber vermiştir. Nitekim bu ayetlerin birisinde bu hakikat şöyle özetlenmiştir: “Ey iman edenler! Sizi can yakıcı bir azaptan kurtaracak bir ticaret (şeklini) / kurtuluş yolunu size göstereyim mi? Allah’a ve resulüne iman edersiniz, Allah yolunda (kula kulluktan kurtulup hayata İslâm’ın hâkim olması için) mallarınız ve canlarınızla cihat edersiniz. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”[11]

[1] Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, I / 35.

[2] Cürcânî, et-Ta’rifât, s. 40.

[3] Bak: Nesaî, Menasiku’l-Hac, 24, h. no: 4, V / 113.

[4] İbni Abdulmuhsin, Fıkhu’l-Ed’iyye, s. 179.

[5] Sülemî, Hakâiku’t-Tefsir, I / 92.

[6] Mü’minun 23 / 1.

[7] İbni Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, IV / 189.

[8] A’lâ 87 / 14-15.

[9] İbni Mace, Zühd, 9, h. no: 4138, II / 1386.

[10] İbni Hanbel, Müsned, c. III, 349; Buharî, 64, Megazi, 38, V / 75; Nesaî, İman, VIII / 104.

[11] Saf 61 / 10-11.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir