Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Çarşamba, Nisan 24, 2024

Ahlak ve Hukuk Normlarına Bağlı Bir Toplum: Mümkün Mü ve Nasıl?

Cemiyet hayatının keyfiliklerden arındırılması önemli bir idealdir. Toplumsal ilişkiler, yetki kullanımı, devlet yönetimi bütünüyle ahlak ve hukuk normlarına göre şekillenmeli, buna aykırı herhangi bir tasarrufa ve tavra asla imkan tanınmamalı, kimsenin imtiyazı olmamalı, keyfilik müsamaha görmemelidir.

Peki bu idealin realize edilmesi mümkün müdür? Bunun yöntemi ve gerekleri nelerdir?

Her türlü tavır ve tasarrufta din, ahlak ve hukuk normlarına bağlılığı sağlamanın başlıca üç yolu vardır:

  1. Vicdan ya da bireysel erdem anlayışı ve sorumluluk bilinci: Bireylerin, kimsenin hatırlatmasına, denetimine gerek duymadan fıtratında mündemiç erdem duygusu, hak anlayışı ve sorumluluk bilinciyle hareket etmesi. Hakkı olmayana iltifat etmemek, alın teriyle kazanmak, bilgi ve maharet gibi edinimleriyle statü edinmek, haksızlık etmemek ve haksızlığa rıza göstermemek.

Bu durum Müslümanlar açısından ele alındığında, ahiret inancı ve hesap bilincini de eklemek gerekir.

  1. Sosyal dışlanma, itibar görmeme. Toplum, yerleşik kurallar ve uygulamalara aykırı tutum ve tasarrufları asla müsamaha ile karşılamaz, bünyeye tutunmasına izin vermez. Bu nevi tavır sahiplerini de dışlar, onları her türlü sosyal itibardan mahrum bırakır. “Ya toplumsal normlara harfiyen uyar, böylece bu toplumun şerefli bir mensubu olarak var olursun, ya da kendine yeni bir yurt bulursun.” şeklinde tezahür eden toplumsal refleks.
  2. Tavizsiz uygulanan hukuki mevzuat: Yasal mevzuat herkese karşı oldukça katı biçimde uygulanır, kişilere/gruplara göre mevzuat uygulamasına ve değişikliğine gidilmez.

Erdemli bir toplumsal yapılanma için bunlardan hiçbirisi tek başına yeterli değildir. Sözgelimi her hal ve şartta erdem insanı olma ve hukukun dışına çıkmamanın, dış yönlendirmeler, müdahaleler ve kısıtlamalar yerine doğrudan içten gelen bir benimsemeye ve motivasyona dayanması elbette fevkalade önemlidir. Esasen burada, karşılaşılması muhtemel olumsuz durum ve yaptırımlardan ziyade, sırf doğru ve gerekli olduğu için normlara bağlılık söz konusudur ki, bu insanlık bakımından oldukça ileri/üstün bir seviyeyi ifade eder. Ne var ki, bütün bireylerden ve her zaman bu şekilde davranmasını beklemek gerçekçi değildir, dış denetim de zorunludur.

Medine-i fazıla ve medeniyet iddiası noktasında, toplumun ruh köklerine sinmiş, adeta manevi şahsiyetini şekillendiren ve bu sebeple sıkı bağlılık gösterdiği değerlerinin bulunması ve buna aykırı tutumları tepkiyle karşılaması hem gereklidir, hem de önemli bir kazanımdır. Meşru mazeretleri bulunmamasına rağmen zor zamanda Müslümanlarla birlikte hareket etmemeleri sebebiyle üç sahabiye uygulanan boykot, bu açıdan çok önemlidir. Bu mahiyette başka örnekler de vardır.

Toplumların tarihi süreçleri ve günümüz gerçekliği, çok yönlü iç ve dış faktörü bağlı olarak toplumun her zaman, yerleşik normlarına aykırı tutum sahiplerini dışlama yoluna gitmediğini, çizgi dışı tavır ve tasarrufların normal hatta bazen olumlu karşılık bulabildiğini göstermektedir. Dolayısıyla ahlak ve hukuk normlarına bağlı sosyal düzen konusunda, toplumsal dışlanma da tek başına yeterli olmamaktadır.

İmtiyazlara yer vermeyen ve tavizsiz uygulanan, sosyal bünyeye uygun hukuk mevzuatı, toplumun maddi imarı yanında, asgari düzeyde de olsa ahlak değerlerine bağlılığı temin noktasında da çok etkindir. Burada başgösterebilecek en büyük zaaf/olumsuzluk, kurala bağlılığın, hukuki-cezai yaptırıma maruz kalma endişesinden kaynaklanmasıdır. Buna bağlı olarak kişiler, hukuki denetimin olmadığı ortamlarda (ev içi, yurt dışı gibi) ahlak ve hukuk normlarını ihlal etmekte bir sorun görmeyeceklerdir.

Bu noktada, kişilerin çıkarlarının devletin çıkarlarıyla özdeş olduğu, dolayısıyla devletin güçlü olması için yasal mevzuata sıkı bağlılık gösterilmesinin gerekliliği eğitimle sağlanabilir. Nitekim batılılar bu anlamda eğitimlidirler. Ancak bu aynı zamanda ahlaklı olduklarını göstermez. Eğitimli olmak ile ahlaklı olmak arasında gereklilik ilişkisi yoktur. Dolayısıyla gönülden bir benimsemeyle sırf doğru ve gerekli olduğu için norma bağlılık gösterme sağlanamadığı sürece, zahirde kanunlara bağlılık bir noktaya kadar işlevsel olabilecektir.

Şu halde ahlak ve hukuk normlarına bağlı erdemli bir toplum için, bu üç yolun, bir sacayağı oluşturacak şekilde birlikteliği gerekmektedir. Birisinin eksikliği, telafisi mümkün olmayan boşluklara ve aksaklıklara sebep olmaktadır.

Bu oldukça zor ve esaslı meselede, başta ülkemiz olmak üzere Müslüman coğrafya acaba nasıl bir tablo sunmaktadır? İdeale ne ölçüde yakınız?

Temel ve bir o kadar da zor bir mesele olduğunu söyledik. Ümitvar olmalıyız; yoldayız ve iyi olacağız inşallah.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir