Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Cuma, Nisan 19, 2024

Tarih-i Şimşir: Bir Abartı Tarih Girişimi

Efendim! Güneşli bir sabah vakti, kahvaltı sonrası, yemyeşil bahçede çardak altında, mahallenin kafadarları buluşmuşuz. Çay demli sohbet koyu. Söz döndü dolaştı tarihe geldi. Bir baktık ki, bizim tarih meraklısı dertli mi dertli. “Vallahi bu tarih başımıza iş açacak” dedi durdu. “Yahu, onunla sen uğraşıyorsun, bizim başımıza niye iş açsın” dediğimizde, “Dalga geçmeyin, bu sefer iş çok ciddi” dedi. “Aziz kardeşim, tarih ne yapar? Geçmiş gitmiş, ya külü kalmış ya tozu, en fazla fosili… Aslında tarih tecrübedir. Ama kimse o tarafına bakmıyor.” dediysek de teselli edemedik. Belli ki dertliydi. Dert içine oturmuştu. Sonunda anlatmaya başladı.

*

“Bizim oğlana bir haller oldu bu günlerde. Sağı solu her yanı tarih kitabı doldu. Hele o, yumruğunu masalara vurarak konuşan biri var ya, ben dinlemeye korkuyorum, yumrukları beynimde zonkluyor. Onun kitapları başucunda. Ne ettiysem, ikna edemedim. “Tarih yazacağım” deyip tutturdu. “Oğlum yaşın ne başın ne? Sen nasıl tarih yazacaksın? Hele zamanı gelsin, biraz bilgin artsın, yazarsın inşallah!” dediysem de dinlemedi. Anlayacağınız bizimki kafaya koymuş “İlle de tarih yazacağım” der başka bir şey demez.

“Hele anlat bakalım, nasıl yazacaksın?” diye sordum. Bir kere sormuş bulundum. Keşke sormasaydım. Bir anlatmaya başladı. Aman Allah’ım! Bu nasıl bir işkence, ne zaman bitecek? Meğer bizimki, masaları yumruklayan tarih kıssacısını örnek almamış mı?! Eyvahlar olsun! Yahu benim nasıl dikkatimden kaçmış? Sözler, gözler, kaş oynatmalar, bıyık altından hafif sırıtmalar hepsi aynı. Azıcık da kafayı kazıtsa, iş tamam. Hele bir de konuşurken masayı yumrukluyor ki, evden kaç. Aman ya Rabbi! “Allah kimseyi evladıysa imtihan etmesin” diye dua ederler ya. Meğer benim imtihanım başlamış, haberim yokmuş.

Başladık karşılıklı konuşmaya.

-Bu işin raconu uyduracaksın.

-Nasıl yani? Herhalde anlatıyı, tarihi gerçeklere uyduracaksın?

-Yaaa çok safsın babacığım! Öyle olursa kimse kanmaz. İnsanlar kanacakları uyduruk şeylerin peşinde. Allayacaksın, pullayacaksın, biraz efsane katacaksın, asılsız keramet edebiyatı yapacaksın. Bak gör nasıl reytingin artmış, insanlar çevrende pervane olmuş, takipçilerin katlanmış…

-Evladım tarih uydurulur mu?

-Babacığım, uydurma zaten tarihte olur. Bugünü nasıl uyduracaksın? İnsanların gördüğünü, duyduğunu, yaşadığını… Bugünü uydurman için üzerinden en azından bir gün geçmesi lazım. Uydurmanın da kendine göre bir yolu ve yöntemi var. Azıcık gerçek bulaşığı olacak. Hepten de, ipten kazıktan kopuk olmayacak.

-Nasıl olacak öyle?

Ben de böyle saf saf soruyorum. Bizim oğlan olmuş da dolmuş. Evlere uzak diyeceğim ama evin içinde. Başladı anlatmaya.

-Bak gör işte! Adam kırk yıllık bir organizasyonu nasıl da tersinden yazdı. Herkesi maymuna çevirdi. Devlet aklı bile şaştı kaldı. Sonunda koca organizasyon tepe takla oldu, raftaki yerine kondu. Şimdi hatırlayan var mı? Ama olan oldu. Atı alan Üsküdar’ı geçip Bolu’da mola verip taaa Kars’a ulaştı.

Tam haklısın diyecektim ki, yutkundum, içimde tuttum. Gaz yerine geçer, daha fazla uçururum keratayı diye korkumdan bir şey demedim. Gerçekten de, bu konuda haklı. Gene de alttan aldım.

-O kadar da değil canım. Bir kıssacının uydurmasıyla koca organizasyon kaldırılır mı? Hem devlet aklını bu işe karıştırma. Devletin bir bildiği vardır.

Sonra olayın başka bir vahim yönünü göstermeye çalıştım. Belki buradan ikna edebilirim diye.

-Bak oğlum, dikkatli ol! Bu tiplerin bazıları intihal de yapıyorlarmış”

-Yaaa babacığım! Adam intihal yapmış. Daha ne yapsın? Size de yaranılmıyor hiç!

-Yahu oğlum! İntihal denilen çalma çırpma işi.

-İyi ya işte! Çalacaksın, çırpacaksın hatta biraz çarpacaksın. Ağzını ve yüzünü bir güzel düzelteceksin, tanınmaz hale getireceksin. Kim bileceeek, kim görecek?! Şöyle düşün istersen: Yeni yüzülmüş bir deriyle tabaklanmış bir deri arasında ne fark var? Sana verseler hangisini alırsın? Tabi ki, tabaklanmış olanı. Çarpılmış, çırpılmış; ilk halinden eser kalmamış, başka bir şey olmuş çıkmış. Ama neticede kullanılmaya müsait hale gelmiş. Yani anlayacağın: Adam da almış, çalmış-çırpmış, bir güzel benzetmiş. Artık insanlar aslını değil, çarpılmışını tercih ediyor. Bu durumda adam intihal yapmasın da ne yapsın? Ama sizin gibi orijinal kafalar beğenmiyor bir türlü…

-Allah aşkına! Nasıl böyle alakasız kıyas kurabiliyorsun? Ulan ben sana bir test yaptıracağım da gariban anacığını zan altında bırakırım diye korkuyorum. Ona kıyamam. Şu kadar yıllık evliyiz, kıl kadar yanlışını görmedim kadının. Kendimden şüphe eder, ondan etmem. Ama anladım. Başka değil, sen benim imtihanımsım. Allah beni seninle imtihan ediyor.

-Yaaa baba, nasıl konuşuyorsun öyle?

-Pe ki nasıl anlatacaksın bütün bunları! Nasıl yüzün tutacak, böyle saçma sapan şeyleri insanların yüzüne karşı söylemeye?

-Ben de tam onu diyorum babacığım. İnsanların yüzlerine, alınlarının çatına doğru söylenmez böyle şeyler. Sırtlarını sıvazlayarak, enselerini okşayarak, gözlerini bağlayarak, kulaklarına ince ince fısıldayarak… anlayacağın yavaş yavaş alıştırarak, havaya sokacaksın sonra vur masaya, yumrukla gücün yettiğince. Bütün gözler üzerine kilitlenir. Artık ne söylesen gider. Girmiş havaya, ne çalsan oynar. İş bu havayı yakaladın mı, voltajı düşürmeyeceksin asla! Ses tonunu yükseltecek, kelimeleri en ağırından seçeceksin ki dalga boyu göğe tırmansın, dip dalgalar dipten sıyırsın alsın.

-Nasıl olacak?

-Bir vurdu kafire yeniçeri! Kafiri kesti, atını kesti, yeri kesti… Yeniçeri ağası koştu, “Bire dur! Altımızdan yeri, üstümüzden göğü keseceksin!” dedi yeniçerinin elini tuttu, büktü, kılıcını kınına bir hamlede soktu. Ne de olsa o er, bu ağa. Hemen kendini toparladı yeniçeri, ağasının karşısında dimdik durdu, yumruğunu göğsüne öyle bir vurdu: yer sarsıldı, deprem oldu, her şey kendini yerde buldu… Bir sinek yeniçerinin burma bıyığının bir kılına kondu da, bütün bu sarsıntılardan kurtuldu.

-Oğlum bu kadar da uydurma olmaz.

-Bunlar uydurma değil. Gerçek algı. Bak anlatayım. O her şeyi kesen eri durduran yeniçeri ağası var ya? Bir gün atıyla saraya gidiyor. Uykudan yeni uyanmış, henüz kasları açılmamış, bir tutukluk var üzerinde. Biraz hareket etmesi gerekiyor. Padişah çağırmış. Eh, zamanı da yok. Huzura öyle kasılmış kaslarla çıkmak da olmaz. Sarayın kapısında kemerler arasındaki demir kiriş dikkatini çekiyor. İki elini demirlerden tutuyor, iki ayağıyla da atını kavrıyor, ben deyim otuz sen söyle elli kere kendini atıyla birlikte yukarı çekip aşağı indiriyor. Şimdiler de buna barfiks diyorlar. Ardından bir oh çekiyor. Kaslar açıldı. Üzerindeki ağırlık kalktı. Padişahın huzuruna huzur içinde çıkıyor.

-Yahu bu olay olurken kimsenin dikkatini çekmiyor mu?

-Yaaa babacığım bunlar umur-ı âdiyeden şeyler o zamanlar. O insanlar, kaç yeniçeri görmüşlerdir böyle. Hatta atını sırtına alıp şınav çeken bile var. Sen Fatih’in İstanbul’u almak için yaptırdığı toplar sırtında şınav çeken yeniçerileri bile duymamışındır, Allah bilir.

-Be oğlum git işine. Beni hepten cahil yerine koydun.

-Tam da böyle diyor insanlar dinlerken. Bilmiyorlar ya. Cahil yerine konulmaktan da korkuyorlar. Ya da adamın dilbazlığından ve masaya vurduğu yumruklardan ürküyorlar. Bir bildiği var ki, böyle vurgulu ve yumruklu anlatıyor deyip kanıveriyorlar.

-Vallahi ne deyim. Yanmaz kefeni bile bu milletin saflarına yutturanlar olunca, bu da olur diyorum.

-Hah, yavaş yavaş geliyorsun bu yana doğru babacığım.

-Git şuradan kerata! Bir de babasına gaz veriyor.

-Peki, yakın tarihten örnek vereyim: Bilirsin Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarının yamacında bir tank vardır. Herkes onu merak eder. Acaba o tank oraya nasıl çıkmış? Yahu tank nasıl çıkacak? Tabi ki birileri çıkartmıştır. Araştırdım sonunda işin gerçeğini buldum. Meğer oraya, o tankı iki ermiş kişi çıkartmış.

-Yapma oğlum. O tankın yanında kocaman açıklama var. O tank, oraya bir başka tankla patika yoldan çıkmış. Bu tank mayına basıp bozulunca arkadaki tank yolu açmak için onu ittirmiş, o da yamaçta kalmış. Oraya çıkaranlar geçen gelmişlerdi.

-Ermiş kişiler mi gelmiş?

-Yok be oğlum, mürettebat yani tankın içindeki askerler.

 -Ohoo… Bu dediğine kim inanır. Basit, düz, albenisi yok, algı yönetiminden uzak bir hikaye…

İyice tepem atmıştı artık çıkışmaya başladım.

-Sen bu gidişle, tılsımlı kitaplar da yazarsın. Kapağına bir tuğ kondurursun. Tuğ bulamazsan zararı yok tuğçe de olur. Bize de bir adet verirsin artık. Parasını da veririz korkma! Nasıl olsa tılsımlı olunca parası hesabımıza anında yatıyormuş. Hatta kış günü kitabı okurken yanmayan petek bile ısınıveriyormuş… Tılsımlı ya!

-Dedim ya. Geliyorsun baba! Az kaldı, sende de ne cevherler varmış!

-Eee… kimin babasıyım! Sana çekmişim herhalde? Yalnız sana bir tavsiyem: Tılsımlı kitap yazdığında tanıtımında intihal resim kullan. Bu kıllı halinle kimse yüzüne bakmaz. Şöyle biraz caziben olsun…

Ne dersen de babacığım! Hayatın algı gerçeği bu. Adam başarılı. Ben de bu başarıyı örnek almak istiyorum. Ne var bunda? Başarıyı örnek almak kötü mü? Yıllarca çok güzel pazarladı. Sadece bir yerde biraz tökezledi. Onu da kusur saymıyorum. Eh o kadarı, kadı kızında da olur zaten.

Hah. Bir kadı kızı eksikti. Onu da karıştırdın ya, bravo sana!

İster kabul et, ister etme! Ben tarih yazacağım. Hem de şimşirlisinden. Çünkü dedemin şimşirden kaşığı içimde bir ukde. Onunla yemek bir tutku olmuştu bende. Adını bile koydum: Tarih-i Şimşir”

*

Dinledik, ağzımız açık. Ne diyeceğimizi şaşırdık. Ağır bir imtihan. Adam kendinden, eşinden, çocuğundan bile şüphelenecek hale gelmiş. Teselli ettik. Daha doğrusu teselliye çalıştık: “Eskiler alimden zalim, zalimden alim doğarmış derler. Dünyanın kaderi bu. Herkesin ayrı bir imtihanı var. Baksanıza, Hz. Nuh Peygamber bile evladıyla imtihan olmadı mı? Dua edelim de düzelir inşallah. Gün doğmadan neler doğar! Daha her şey bitmiş değil. Bakarsın bu illetten kurtulur, düzelir, ıslah olur…” Dedik demesine ama zerre değişiklik olmadı yüzünün ifadesinde. Keşke inanabilsem der gibiydi lisan-ı hali. Zar sor yerinden kalkabildi. Belli ki, anlatırken yorulmuştu. Biz de kalktık, uğurladık. Sessiz ve heyecansız. Fısıldar gibi ince bir sesle “Allah’a ısmarladık” dedi. “Güle güle dedik ama duyuldu mu bilmem. Ayrılıp gitti. Hali hal değildi. Oğlanı bıraktık, ona dua etmeye koyulduk.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir