Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Salı, Mart 19, 2024

Ölümün Sıcak Yüzü

Yaşamak, yaşadıklarımızı en ince noktasına varıncaya kadar hissetmek, doyasıya tatmak, sahip olduklarımızın farkına varıp onları en güzel şekilde kullanabilmek, yaşadığımızın her anını sezerek zevkine varmamız ve saniye saniye yudumlayıp yaşantımızdan keyif almamızı sağlayan yegâne kaynağımız hayattır. Hayat, şu dünyada bizlere verilen en nadide yaşam bağımızdır. Hayat, karanlıktan aydınlığa geçişi sağlayan, his duygularını meydana çıkartan ve en önemlisi bizleri varlık alemine götüren tek unsurdur. İşte hayat, varlığımızın birinci temel noktasıdır. Hayat yoksa hiçbir şey yok demektir. Ne sevinç ne hüzün ne de bir yaşam. Hayatın zıttı, hiçlik ya da ölümdür.

Ölüm denince hemen içimize bir ürperti girer. Yokluk, ayrılık, acı ve kaybetme gibi kavramlar aklımızda beliriverir. Ölüm, cesedin soğukluğu gibi his dünyamıza bir soğukluk getirir. İnsanların neşeli ve şen şakrak sohbet ettiği bir ortamda ölüm konusu geçtiğinde bir anda bir gerginliğe, bir durgunluğa ve kalplerin daralmasına dönüşen bir mekan oluverir. Ölüm, sevdiklerimizden ayrılığa, onlarsız bir hayat yaşamaya ve daima burnumuzun direğini sızlatacak hasrete sebep olan bir olgudur. Bu sebeple ölümden ve ölmekten korkarız. Ölüm anıldığında içimizi acı, sıkıntı ve ölümün soğukluğu kaplar.

Halbuki, ölüm öyle göründüğü gibi kötü bir hadise veya yokluğa açılan bir kapı değildir. Bilakis ölüm, kavuşmaya, bir arada tüm sevdiklerimizle daha güzel mutlu ve saadetli yaşamaya vesiledir. Ölüme bu gözle baktığımız zaman ölümün, bildiğimizin aksine güzel, tadına doyum olmayan nimet ve en büyük lütuf olduğunun farkına varırız. “(Oysa onların tek gerçek kabul ettikleri) bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir; âhiret yurduna gelince işte asıl hayat odur; keşke bunu bilselerdi!” (Ankebut, 29/64) ayeti bu dünya hayatına karşılık ahiret yurdunun daha güzel, iyi ve en önemlisi mutluluğun ve huzurun yaşanacağının bir yer olduğu vurgulamaktadır.

Hayat, güzeldir. Yaşamak insana bir huzur bir sevinç ve var olmanın hazzını verir. Hayat her şeyiyle tatlıdır. Fakat o tatlı hayat bize güzelliklerle beraber dertler de getirmektedir. Hayat güzel, şirin ve leziz olmasına güzel ama, bir o kadar da acı ve hüzünleri de içinde barındırır. Hayat, bir lezzet sunar, bin felek sillesi vurur. Her zevkin ve güzelliğin arkasından hüzün ve dert gelir. İşte dünya hayatı ayetin belirttiği gibi oyun, eğlence ve boş, her şeyin gelip geçici olduğu bir hayattır. Öyleyse bize güzellikten çok acı ve sıkıntı veren hayata sımsıkı tutunup neden bağlanıyoruz? Acılar içinde kıvransak bile hayatı bu denli neden seviyoruz? En önemlisi hayatın amacı nedir? Allah hayatı ne için yaratmıştır? Hayat, tabiki dünya hayatı, yukarıdaki Ankebut suresinde belirtildiği gibi yalan, oyalayıcı, gelip geçici olmasına ve bizim de bunu çok iyi bilmemize rağmen Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, soylu atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere düşkünlük insanlara çekici kılındı. İşte bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 3/14) ayeti dünyanın çekiciliğinden, nefsimize güzel gösterilmesinden bahsetmektedir. Bu sebeple bizler dünya hayatını öleceğimizi bilmemiz rağmen hiç ölmeyecekmişiz gibi dünyaya sımsıkı bağlanıyoruz. Gerçek hayat ise ahiret yurdu yani cennettir. Hayatın amacı ise, önce bu çileli hayat olan dünya istasyonuna uğrayıp bir süre kalarak, acılar, kederler yaşadıktan sonra gerçek yurt, ebedi hayat ve daimi bir huzurun yaşanacağı ahiret yurdu cennete ulaşmaktır. Ebedi mutluluğu, cenneti kazanmak için de bir imtihandan geçmemiz gerekir. Hepimizin “Tebareke” diye bildiği mülk suresindeki ilk ayetiyle hayatı ne için yarattığını bizlere bildiriyor.  “Mutlak hükümranlık elinde olan Allah aşkındır, cömerttir ve O’nun her şeye gücü yeter. Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk, 67/1.2)

Hayatın sırrı imtihandır. İmtihanın sırrı da ölümdedir. Hayat sınavını kazandık diyelim. Bu dünya hayatından ahirete, ebedi hayat olan cennete gitmek için önümüzde bir köprü bulunmaktadır. Ancak o köprüden geçilir gerçek hayat ahiret yurduna. O köprü de ölümdür. İşte, ölüm Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in de belirttiği gibi güzeldir, lütuftur. Bu dünyaya gelmiş en iyi insanlar peygamberler dahi öldüğüne göre ölüm zindan hükmünde olan bu dünyadan saadet diyarı ahirete cennete göç kervanının ilk durağıdır.

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber…
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber? 

Bu şiirinde ne güzel ifade etmiş ölümün güzelliğini merhum Üstad. Güzel, enfes ve tadına doyum olmayan şeyler tadılmadan anlaşılmaz. Bir şey tadılır veya yaşanır ondan sonra onların çok güzel, enfes, tadına doyum olunmayacağı anlaşılır. İşte, ölümün güzelliği de ancak tadılınca yani kişi o ölümü yaşayınca anlar. Nadide ve çok değerli olan şeyler hep gizli kalırlar. Ne kadar gizlenirlerse o kadar değerleri artar. Ölümün güzelliği kendi içinde gizlenmiştir. Bu sebep Allah ölümün güzelliğini kendisinde gizlemiştir. Çünkü, imtihanın sırrı çözülmesin ve hayat sınavının manası bozulmasın. Bu ölümün güzelliğini ayet bizlere çok net bir şekilde açıklıyor.“Herkes ölümü tadacaktır; yaptıklarınızın karşılığı size eksiksiz olarak ancak kıyamet gününde verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılır da cennete konursa artık kurtulmuştur. Dünya hayatı zaten aldatıcı şeylerden ibarettir.” (Âl-i İmrân, 3/185) Ölüm, bizleri her ne kadar korkutsa da, içlerimize bir kasvet havası katsa da, ölümden hep kaçsak da o ölümü tadacağız. Eğer bu dünyada güzel ameller işleyip hayat sınavını başarıyla geçersek ölümün güzelliğini görürüz.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir