Yörünge Dergisi

"Türkiye’nin Entelektüel Aklının Buluşma Noktası"

Perşembe, Nisan 25, 2024

Kıyaslama Yapın Diye Yazdım!

İslâm’ın ilk muhatapları Allah’ı (cc) kabul etmeyen, risalet kurumu ve gaybla ilgili hiç malumatı olmayan ateist insanlar değildirler. Nitekim Kur’an-ı Kerim de, onların Allah’ı (cc) bildiklerine şu ayet-i kerime ile açıklık getirilmiştir: “(Resulüm! Onlara) De ki: ‘Eğer biliyorsanız (söyleyin bana) o yeryüzü ve içinde (bulunan)lar kimindir?’ ‘Allah’ındır’ diyecekler. ‘O hâlde (ona itaati) düşünmüyor musunuz?’ (Yine sor:) ‘Yedi göğün Rabbi ve büyük arşın Rabbi kimdir?’ de. (Hepsi) ‘Allah’dır’ diyecekler. ‘O hâlde (O’na) karşı gelmekten korkup da emrine uymaz mısınız?’ de. ‘Bi-liyorsanız (söyleyin), her şeyin mülkü (ve idaresi) elinde olan ve O (daima) koruyan, kendisi korunmaya muhtaç olmayan kimdir?’ diye sor. (Yine) ‘Allah’dır’ diyecekler. O hâlde nasıl büyülenmiş (gibi) yüz çeviriyorsunuz.’ de.”[1] Ayetten de anlaşıldığı gibi Mekkeli müşrikler, Allah’ın (cc) kâinatın sahibi, semavat ve arza hükmeden, evrenin işleyişiyle ilgili kuralları (sünnetullah) koyan aşkın bir varlık olduğunu biliyorlardı. “Allah’ın (cc) rızık verdiğine, varlığımızı devam ettirmemizde çok önemli yeri olan organlarımızın yaratıcısı olduğunu ve ölü tohumdan canlı varlıklar yarattığına” da inanıyorlardı.[2] “Yağmuru yağdıranın”[3]Allah olduğunu ve “tapınmış oldukları putların herhangi bir fayda veya zarar vermekten yoksunluklarını”[4]anlıyorlardı. Fakat bu bilgileri ve inanmaları yeterli değildir. Müşriklerin inançlarındaki yetersizliğe şu ayetler vurgu yapmaktadır: “Ey insanlar! İşte size bir temsil getirildi, şimdi onu iyi dinleyin. Sizin Allah’ı bırakıp taptıklarınız; hepsi bir araya toplânsalar dahi asla bir sineği bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, onu ondan kurtarmaya bile güçleri yetmez. İsteyen de aciz, (kendisinden) istenen de. Onlar Allah’ı gereği gibi (anlayıp) takdir edemediler. Doğrusu Allah çok kuvvetlidir, mutlak üstündür. Allah, meleklerden de insanlardan da elçiler seçer. (Bununla birlikte) kesinlikle Allah (her şeyi) işitendir, görendir.”[5] Yüce Allah, bu ayetlerde yaratma konusuna açıklık getiriyor ve yaratmanın kendisinden başka varlıklar için imkânsızlığını beyan ediyor. Ayette tehaddî (meydan okuma) vardır. Yani hiçbir örnek ve hammadde olmaksızın kâinatta ki en küçük varlığı bile yaratmanın imkânsızlığı belirtiliyor. Yaratmayı mutlak anlamda elinde tutan Allah (cc), yaratmış olduğu varlıkların hidayeti için insanlardan peygamber göndermesine atıfta bulunup şu mesajı vermiştir: “Yaratmak nasıl ki benim elimde ise yarattıklarımı kendi hâline bırakmamanın tezahürü olarak peygamber ve kitap göndererek onların hayatını tümel ve tekil alanda sevk ve idare etmek de benim elimdedir.” Müşriklerin takdir edemedikleri husus; yaratıcı ilah olarak Allah’ı (cc) kabul etmelerine rağmen hayatın sevk ve idaresinde ona yer vermemeleridir. Yaratmayla hükmün alanının arasını açmalarıdır. Onları böyle kötü bir anlayışa iten farklı gerekçeler olabilir. Zihinlerindeki kutsal anlayışı; Allah’ı (cc) aşkın bir varlık olarak hayata müdahaleden münezzeh bir konuma itmiş olabileceği gibi; böyle bir inancı çevreden de almış olabilirler. Müşriklerin komşuları ve ticaret yaptıkları yerler Bizans topraklarıdır. Buralarda egemen olan Aristo felsefesi ve onun ilah anlayışıdır. Bu anlayışa göre tanrı; ilk muharriktir. Evreni ilk defa yaratıp harekete geçirmiş sonra da kendi hâline bırakmıştır. Evrendeki tikel ve tekil olayları bilemez. İnsan da kendi eylemlerinin yaratıcısı olup tüm davranışlarını kendisi belirler. Hayatın ayrıntılarına tanrı müdahale etmez, edemez. Mekke müşrikleri “emir” alanında herhangi bir etkinliği olmayan Allah (cc) inancını benimsiyorlardı. İslâm dini “أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ” “Yaratmak da emretmek de Allah’a aittir.”[6]buyruğunu ilan edip hayatın merkezine Allah Teâlâ’yı almak suretiyle hayata anlam verince, müşrikler büyük tepki gösterdiler. Onlar hayatın gündelik sevk ve idaresinde putları aracı olarak görüyorlardı. Bu putlar, aslında onların hevalarına aykırı prensipler koymadığı gibi, reel anlamda hayatlarının merkezinde de değildi. Fakat yemelerine, içmelerine, ticaretlerine, evlenmelerine, boşanmalarına, siyasi yapılanmalarına, komşuluk ilişkilerine, eğitim ve öğretimlerine karışan bir İlah’ı da kesinlikle kabul etmiyorlardı. Esasında bu anlayış tarih içerisinde modern felsefi kalıplara ve hayat tarzlarına dönüştürmek suretiyle kendini devam ettirmektedir. Batılı hayat tarzı bunun günümüzdeki en büyük temsilcisi olup İslâm vahyinin karşısında cahiliyenin gerekçelerini yeni biçimlere dökerek direnmekte ve onu yok etmeye çalışmaktadır. İnsanlara dayatılan modernite de budur.

[1] Mü’minun 23 / 84-89; Ayrıca bak: Lokman 31 / 25; Zuhruf 43 / 9, 87.

[2] Bak: Yunus 10 / 31.

[3] Bak: Ankebut 29 / 63.

[4] Bak: Zümer 39 / 38.

[5] Bak: Hac 22 / 73-75.

[6] A’raf 7 / 54.

Daha Fazla

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir